1984. Джордж Оруэлл
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу 1984 - Джордж Оруэлл страница 15
O sırada daldığı derin düşüncelerinden şiddetli bir sarsılmayla çıkıverdi. Yan masadaki kız, hafifçe dönmüş kendisine bakıyordu. Siyah saçlı kızdı bu. Kendisine yandan, tuhaf bir şekilde bakıyordu. Winston’la göz göze geldikleri anda başını çevirdi kız.
Winston’ın sırtından terler dökülmeye başladı. Ürkütücü bir dehşetin sancısı geçiverdi içinden. Bu his, geldiği çabuklukla gitse de arkasında iç gıcıklayıcı bir huzursuzluk bırakmıştı. Kız ona neden bakıyordu? Neden onu takip ediyordu? Ne yazık ki masasına oturduğunda, kızın orada olup olmadığını ya da sonradan gelip gelmediğini hatırlayamıyordu. Ancak ne olursa olsun dün, İki Dakikalık Nefret sırasında hemen arkasına oturmuştu ve bunu yapması için belli bir sebep yoktu. Muhtemelen asıl amacı, kendisini dinlemek ve yeterince hızlı bağırıp bağırmadığını görmekti.
Evvelki düşüncesi makul gelmeye başladı. Kız, muhtemelen Düşünce Polisi’nin resmî bir üyesi değildi. Ancak asıl büyük tehlike, amatör casuslardan geliyordu zaten. Kızın kendisine ne kadar süre baktığını bilemiyordu. Belki de beş dakika kadar bakmış olabilirdi. Dahası, bu süre içinde yüz ifadelerini mükemmel bir şekilde kontrol edemiyor olması da söz konusuydu. Herkesin içinde ya da bir tele-ekranın görüş alanı sınırlarında düşüncelerinizin serbestçe gezinmesine izin vermek, çok ama çok tehlikeliydi. En ufak şey dahi sizi ele verebilirdi. Gergin bir tik, kaygılandığınızı belli eden bilinçsiz bir bakış ya da kendi kendine söylenme alışkanlığınız… Normal olmayan ya da saklayacak bir şeyleriniz olduğuna işaret eden herhangi bir şey olabilirdi bu. Kısacası yüzünüzde uygunsuz kabul edilen herhangi bir ifade -örneğin bir zafer ilanı olduğunda kuşkuyla bakmak- cezaya yol açabilecek bir suçtu. Bunun için Yenikonuş’ta bir kelime bile vardı. Bu duruma, YÜZSUÇU adı veriliyordu.
Kız, bir kez daha Winston’a arkasını döndü. Belki de kendisini gerçekten takip etmiyordu. İki gün üst üste kendisine yakın oturması sadece tesadüf olabilirdi. Sönmüş sigarasını dikkatle masanın kenarına yerleştirdi. Eğer içindeki tütünü muhafaza etmeyi başarırsa işten sonra devam edecekti içmeye. Yan masadaki kişi, muhtemelen Düşünce Polisi’nin bir casusuydu. Muhtemelen üç gün içinde Sevgi Bakanlığı’nın mahzenlerinden birinde olacaktı. Ancak tüm bunlara rağmen bir sigara izmaritini ziyan etmeyecekti. Syme, çalıştığı kâğıdı katladıktan sonra cebine koydu. Parsons bir kez daha konuşmaya başladı.
“Peki ben sana…” dedi piposunun dibinden kıkırdamaya başlayarak. “Benim iki haylazın, Büyük Birader’in posterine sosis saran, ihtiyar bir pazarcı kadının eteklerini ateşe verdiğini anlatmış mıydım? Kadına sinsice arkasından yaklaşıp kibritle eteğini tutuşturmuşlar. Kadını feci yakmışlar bildiğim kadarıyla. Bak sen şu kerataların yaptığına! Nasıl da gayretliler! Casuslarda birinci kalite eğitim veriliyor bu günlerde. Benim zamanımdan bile daha iyi… Bu aralar ne vermişler biliyor musun? Anahtar deliklerinden dinleyebilmek için kulak borazanları! Benim kız geçen gece getirdi, bir tane de oturma odasında denedi. Kulağını deliğe yaklaştırdığından iki kat daha iyi duyabiliyormuş söylediğine göre. Tabii bu sadece bir oyuncak. Ama yine de onlara doğru fikirler aşılıyor, değil mi ya?”
O sırada tele-ekrandan delici bir düdük sesi gelmeye başladı. İşe geri dönülmesi gerektiğinin sinyaliydi bu. Üçü birden asansör kapma mücadelesi için derhâl ayağa fırladılar. Winston’ın sigarasındaki tütünün geri kalan kısmı döküldü.
6
Winston günlüğüne yazmaya devam etti:
Üç yıl önceydi. Büyük bir tren istasyonunun yakınındaki ara sokaktaydım, karanlık bir akşamdı. Açık bir kapının önünde, zar zor ışık veren bir sokak lambasının altında duruyordu. Genç bir yüzü vardı. Ağır boyalar sürünmüştü. Beni asıl cezbeden bu boyaydı, âdeta bir maskeyi andıran beyazlığıydı. Parlak kırmızı dudakları vardı. Parti kadınları yüzlerine boya sürmezler. Sokakta başka kimse yoktu. Tele-ekran da yoktu. İki dolar dedi. Ben…
O sırada devam etmek çok zordu. Kapattığı gözlerine parmaklarını bastırdı. Gözlerinin önünde canlanmaya devam eden bir imgeyi sıkarak çıkarmak ister gibiydi bu hareketiyle. Avazı çıktığı kadar küfür etmek ya da kafasını duvarlara vurmak için dayanılmaz bir istek duyuyordu. Masaya tekme atmak, mürekkep şişesini pencereden aşağı fırlatmak ya da kendisine işkence eden bu hatırayı zihninden söküp atabileceği şiddetli, gürültülü ya da acı veren bir şey yapmak isterdi.
Kişinin en büyük düşmanı, kendi sinir sistemi diye düşündü. İçinizdeki gerginlik her an kendini görünebilir bir belirti aracılığıyla ifade edebiliyordu ne de olsa. Birkaç hafta önce caddede yürürken yanından geçtiği bir adamı düşündü. Oldukça sıradan görünümlü bir adamdı bu. Otuz beş kırk yaşları arasında, uzunca bir Parti üyesiydi. Elinde bir evrak çantası vardı. Adamın yüzünün sol kısmı bir çeşit kasılma ile şekil değiştirdiğinde aralarında birkaç metrelik bir mesafe vardı. Birbirlerinin yanlarından geçerlerken aynı şey bir kez daha yaşandı. Sadece bir seğirme, bir titremeydi bu. Fotoğraf makinesi obtüratörünün açılıp kapanma hızına benzer bir çabuklukta gerçekleşmişti. Ancak bunun alışkanlık üzere yapıldığı aşikârdı. O anda, “Zavallının işi bitik.” diye düşündüğünü anımsadı. Daha korkunç olanı ise bu yaptığı şeyin muhtemelen bilincinde bile olmamasıydı. En ölümcül tehlike ise uykuda konuşmaktı. Anladığı kadarıyla bundan korunmanın bir yolu yoktu.
Derin bir nefes aldı ve yazmaya devam etti.
Onunla birlikte açık kapıdan içeri girdim, arka avludan geçerek bir bodrum mutfağına indim. Duvara yaslanmış bir yatak vardı, masanın üzerinde ise oldukça sönük ışık verecek şekilde ayarlanmış bir lamba. O…
Winston’ın dişleri gıcırdamaya başladı. Tükürmek istiyordu. Bodrumdaki kadınla aynı anda Katharine’i yani karısını düşünmeye başladı. Winston evliydi. Bir zamanlar evliydi yani. Muhtemelen hâlâ da evli olması mümkündü çünkü bildiği kadarıyla karısı ölmemişti. Bodrum mutfağındaki sıcak ve ağır kokuyu bir kez daha teneffüs eder gibi hissetti kendini. Böcekler, kirli çamaşırlar ve ucuz ancak cezbedici parfümün kokusunun karışımıydı bu koku. Ucuz parfüm cezbediciydi çünkü Parti kadınlarının hiçbiri asla parfüm kullanmazdı. Sadece proletarya parfüm kullanırdı. Onun zihninde parfüm, gayrimeşru ilişki ile iç içeydi.
O kadının yanına gidişi, iki