Selahaddin - İslam’ın Birleştirici Gücü Kudretli Sultan. Stanley Lane-Poole
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Selahaddin - İslam’ın Birleştirici Gücü Kudretli Sultan - Stanley Lane-Poole страница 2
İngiliz edebiyatı göz önünde bulundurulduğunda Selahaddin’in kişiliği ve tarihinin, Scott’ın yetmiş sene önce bıraktığı yerde kalmış olması ve Aslan Yürekli Richard’ın bu ünlü rakibinin bütün bir hayat hikâyesinin İngilizcede yazılmamış olması enteresandır. Doğulu âlimlerin biyografi yazımına bakışları düşünülürse materyal oldukça bol hatta eksiksizdir. Tabii “röportaj” araştırmacılarının hoşuna gidecek kişisel detaylar beklemek de yanlış olur zira Selahaddin’in zamanında resimli gazeteler yoktu! Fakat yaşamındaki önemli olaylar ve doğasının özellikleriyle ilgili olarak zengin ve detaylı kanıtlara sahibiz. Arap kayıtlarının başlıca yazarlarından ikisinin çıplak gerçeği anlatmak için mükemmel fırsatları vardı ki bu insanlar ilim irfan sahibi ve erdemli insanlardı. Selahaddin’den yalnızca yedi yaş küçük olan fakat ondan 40 yıl fazla yaşayan Bahaeddin, 1145 yılında Dicle sınırındaki Musul’da dünyaya gelmiştir, tanınmış bir Arap aşireti olan Esadlara mensuptur. Müslümanların, o zamanlarda hukuk görevlisi olan kadıdan aldıkları meşakkatli bir eğitimden geçmiştir. Gök bilimci, şair Ömer Hayyam’la burada sınıf arkadaşı ve dost olan Bahaeddin, büyük vezir Nizamülmülk’ün Bağdat’ta kurduğu Nizamiye Medresesi’nde, bizdeki Orta Çağ bilginleri gibi İspanya Kordoba’sından Tatar Semerkant’ına akademi akademi gezen, gittikleri yerde öğreten ve öğrenen en ayrıcalıklı hocaların derslerini aldı. Doğduğu şehir Musul’da kendisi de bir hoca olmuş; bilgeliği ve sağduyusu Mezopotamya atabeyi veya hükümdarının kulağına kadar gitmiş ve atabey onu ciddi siyasi krizlerde çok kereler elçi olarak görevlendirmiştir.
Selahaddin bu şehri 1182 ve 1185 yıllarında olmak üzere iki kez kuşatma altına aldığı sırada Bahaeddin de Musul’daydı; 1184 yılında Şam’daki bir elçilikte iken Selahaddin onun becerisinden çok etkilendi ve ona kadılık teklif etti fakat bu teklif sadık elçi tarafından reddedildi. Ne var ki 1186’nın baharında Harran’da yeniden karşılaştılar; bu kez Bahaeddin kendi hükümdarı ve Selahaddin arasında imzalanan bir barış antlaşmasının hazırlanmasına yardım etmekteydi. Mekke ve o zaman Hristiyanlardan sonra yeni yeni toparlanan Kudüs’te hac ziyaretini yaptıktan sonra bir kez daha sultanın yanına uğramış ve bundan sonra da oradan pek ayrılmaz olmuştu. Emrine girdiği 28 Haziran 1188 tarihinden itibaren müteakip mücadelelerde yer aldı, Akka Kuşatması’na başından sonuna kadar şahitlik etti, Richard’ın kıyı boyunca ilerleyişini durdurduğunda Selahaddin’in yanındaydı, 1192 yılında Yafa’da yapılan sözleşmeler sırasında kayda değer görevler üstlendi ve ölümcül hastalığı boyunca Selahaddin’in yatağı başındaydı. Sultanın ölümünden sonra Halep kadısının yüksek makamını tanıdı ve burada tüm gayretini ve servetini medreseler kurmak ve önde gelen kişilere eğitim vermek için sarf etti. Öğrencilerinden biri, sıcak bir halvetgâhın ve kalın kürklerin bile içini ısıtamadığı bu 85’lik muhterem kadının dokunaklı bir betimlemesini bıraktı. Camiye bile gidemez hâle gelen hatta özel ibadetleri sırasında bile zar zor ayakta durabilen bu yaşlı âlim, yine de cuma namazı sonrasında kendisine gelen öğrencilere ders vermeyi seviyordu. “Yumurtadan yeni çıkmış bir kuş gibi çelimsizdi.” diye tarif ediyor biyografisinin yazarı. 1234’te, ustasının hayat hikâyesinde anlattığı olaylardan 40 yıl sonra öldü.
Selahaddin’in son beş yılını eksiksiz anlatan Bahaeddin emsalsiz bir otoriteydi, olan bitene tanık olmuştu, sultanın yakın bir dostu ve danışmanıydı. İlk dönemlerde -daha belirsiz ve daha az detaylı olmasına rağmen- bazı önemli olayları birinci elden kaydetmeyi başarmıştır, ayrıca Selahaddin’in kendisi, görevlileri ve akrabalarıyla olan yakın ilişkileri de sahip olduğu bilgilere ulaşmasını sağlamış olmalı. Sultana açıkça övgüler düzdüğü bir gerçektir fakat ona göre sultanın zaten bir hata yapması söz konusu olmazdı, yine de anlatımı çok dürüst ve samimidir; yalnızca gördüğünü ve düşündüğünü yazmıştır ki böylece biyografi bir kahraman methiyesine dönüşmemiştir. Çalışmasında sadece doğruları kaydetmiş, kişisel ön yargıları ve Doğu’ya özgü abartılı anlatımı bir kenara bırakmıştır. I. Richard ve Selahaddin arasındaki görüşmelerin doğrudan tek tanığı olan Bahaeddin’in bu doğru sözlülüğü özellikle önem taşımaktadır.
Bahaeddin, kahramana aleni bir hayranlık gösteriyor ise aynı otoriteye sahip bir başka kaynaktan yararlanarak bu tutkunluğun çaresine bakarız. Siyasi nedenlerden dolayı İbnü’l Esir’in, mahallî efendilerinin yerini alan kişileri eleştirmek için türlü bahaneleri vardı; kayıtlarında Selahaddin’in komutanlığını hicvetmesi ve birkaç ciddi suçlamada bulunması bunu kanıtlıyor. Bahaeddin’den on beş yaş küçük olan İbnü’l Esir, Şeyban Aşireti’nden bir Arap olarak 1160 yılında Dicle yakınlarında babasının valilik yaptığı Cezire İbn Ömer25 şehrinde doğmuştur. Tarihçi hayatının büyük bölümünü, erkek kardeşinin Mezopotamya atabeyinin seçkin danışmanlarından biri olarak görev yaptığı Musul’da yoğun çalışmalarla geçirmiştir. Diğer bir kardeşi de Selahaddin’in divanında bulunuyordu. Selahaddin Musul’u 1185’te ablukaya aldığında İbnü’l Esir de Bahaeddin gibi bu şehirdeydi, burada daha sonra Mezopotamya emîrlerinin emriyle sultanın hizmetine girerek ordusuyla 1188’de yapılan Suriye seferine çıkan askerî birliklere eşlik etti. Aynı zamanda bir gezgindi de… Şam, Kudüs ve Halep’e yaptığı ziyaretlerde edindiği bilgileri doğrulama fırsatı buldu. 1211’de tamamladığı “Musul Atabeylerinin Tarihi” de Bahaeddin’in Selahaddin biyografisi kadar bir methiye özelliği taşıyordu fakat bu sefer övülen Selahaddin’in düşmanlarıydı. Yazar Suriye’deki atabeylerin yerini aldığı ve Musul’un büyük hükümdarını bile tebaası hâline getirdiği için onu asla affedemedi. Bu suretle, eğer Selahaddin’in aleyhine bir durum söz konusuysa İbnü’l Esir’in bunu atlamayacağından emin olabiliriz. Ailesinin eski efendileri ve velinimetleri lehine doğal bir eğilim gösterse de buna rağmen çoğunlukla adil davranmıştır. Selahaddin’in İslam adına yaptığı işlerin hakkını vermiş ve 1233’teki ölümünden sonraki üç yıl içinde gündeme gelen “Kamil” isimli çalışmasında Musul atabeyleri için yazdığı özel övgüye nazaran daha tarafsız bir bakış açısı sergilemiştir.
Bu iki tarihçi, Selahaddin’in hayat hikâyesi için başlıca otoritelerdir ancak kariyerinin belirli kısım ve boyutları açısından dikkate alınması gereken çok değerli başka isimler de mevcuttur. Bunlar arasında genelde Kâtip (Yazar) olarak bilinen, Selahaddin tarafından Suriye vilayetlerinde önemli bir görevle görevlendirilen İsfahanlı İmadeddin birinci sırada gelir fakat ne yazık ki İmadeddin’in eserlerinin küçük bir kısmı basılmıştır. İmadeddin Akka Kuşatması sırasında efendisiyle birlikteydi ve eserleri katlanılmaz belagatlerle dolu olsa da ilk elden olma özelliğiyle ön plana çıkıyor. Haçlılar döneminin büyük kısmına 1095 yılındaki doğumundan 1188’deki ölümüne kadar tanıklık etmiş, Asi Nehri kenarındaki Şizar Kalesi’nin Arap prensi ve aynı zamanda bir şair olan Üsame’nin otobiyografisi, zamanının etkili bir portresini çizmiştir. Bununla beraber, yaşlılığı süresince birkaç yıl Şam’da yaşayıp Selahaddin’le sık sık görüşmüş olmakla birlikte bu konuda geride bıraktıkları hayal kırıklığı yaratıyor, zira
25
Cizre (e.n.)