Savaş ve Barış I. Cilt. Лев Толстой

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Savaş ve Barış I. Cilt - Лев Толстой страница 19

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Savaş ve Barış I. Cilt - Лев Толстой

Скачать книгу

zavallı Kont’a pek acıyorum.” dedi ziyaretçi hanım. “Sağlığı zaten alabildiğine bozuk, şimdi de oğlunun çektirdiği eziyet eklendi buna. Adamcağız ölürse hiç şaşmam!”

      Kont Bezuhof’un eziyet çekme nedenini en az on beş kere dinlemiş olduğu hâlde, ziyaretçinin neyi kastettiğini bilmezlikten gelme yolunu seçen Kontes, sordu:

      “Ne olmuş kuzum Tanrı aşkına?”

      “İşte, bugünkü eğitim!” diye cevap verdi konuk. “Daha yurt dışındayken bu delikanlının kendi başına buyruk bir hayat sürmesine müsaade edilmiş, şimdi de Petersburg’da öyle rezaletler çıkarmış ki polis eliyle başkent dışına sürülmüş.”

      “Gerçekten mi?”

      Kontes’in sorusunu Prenses Anna Mihailovna cevaplandırdı:

      “Yanlış dostlar seçiyor kendisine. Prens Vasili’nin oğlu, Dolohof adında biri ve o, bir araya gelip bir sürü edepsizlik yapmışlar. İçlerinden ikisi de cezaya uğratılmış: Dolohof subaylıktan atılıp basit askerliğe döndürülürken Bezuhof’un oğlu Moskova’ya sürgün edilmiş. Anatol Kuragin’e gelince… Gerçi babası meseleyi örtbas etmiş ama o da Petersburg dışına çıkarılmaktan kurtulamamış…”

      “Peki ama ne yapmış bunlar?”

      Yine Kontes sormuştu bunu. Bu sefer cevap konuktan geldi:

      “Gerçek birer haydut bunların üçü de. Özellikle Dolohof. Üstelik de bu Dolohof, Maria İvanovna Dolohova gibi son derece saygıdeğer bir kadının oğlu! Üçü bir araya gelip ne yapsalar beğenirsiniz? Bir yerlerden bir ayı bulmuşlar kendilerine, hayvanı da arabalarına bindirip aktrislerle buluşmaya gitmişler. Polis çıkmış önlerine engel olmak için. Ama laf dinleyen kim! Dahası var: Komiseri sımsıkı yakalayıp ayıyla sırt sırta bağlamışlar mı bunlar bir güzel, sonra da hayvanı ırmağa itmişler mi! Ayı başlamış sırtında komiserle yüzmeye…”

      Kont Rostof kahkahayı basmıştı.

      “Doğrusu, komiserin yüzünü görmek isterdim, ma chère.” diye bağırıyordu.

      “Öyle demeyin! İğrenç bir şey bu! Gülecek ne var bunda, kont?”

      Böyle diyorlardı ama diğer yandan kendileri de katıla katıla gülüyorlardı.

      Ziyaretçi hanım şöyle devam etti:

      “Zavallı amirlerini kurtarıncaya kadar akla karayı seçmiş polisler. Kont Kiril Vlandirimoviç Bezuhof’un oğlu işte böyle eğleniyor, düşünün siz! Çok terbiyeli ve çok zeki diye herkes tarafından övüle övüle bitirilemeyen delikanlı, bu! Yabancı eğitimin meyvesi işte! Umarım, burada hiç kimse onu salonuna kabul etmez. İstediği kadar zengin olsun, hiç önemi yok; önemli olan terbiyedir. Bana takdim etmek istediler kendisini, kesinlikle hayır dedim. Benim yetişkin kızlarım var!”

      “Bu delikanlının çok zengin olduğunu nereden çıkarıyorsunuz kuzum?”

      Kontes bunu sorarken genç kızlardan tarafa eğilmişti. Hiç umursamazmış gibi kendi aralarında konuşmaya koyuldu kızlar. Kontes devam etti:

      “Benim işittiğime göre Kont’un bütün çocukları evlilik dışıymış. Yanılmıyorsam Piyer de öyle.”

      Konuk hanım; onaylayan bir el işaretiyle “Bütün çocukları, evet.” dedi. “Sayısının da yirmiyi aşkın olduğunu söylüyorlar.”

      Önemli ahbapları olduğunu ve yüksek sosyeteye ilişkin haberleri sağlam kaynaklardan aldığını ortaya koymak isteyen Prenses Anna Mihailovna, daha çok mırıltıyı andıran ama güven uyandıran bir sesle konuşmaya karıştı:

      “İşin aslı şu: Kont Kiril Vladimiroviç’in şöhretini işitmemiş olan yoktur elbette. Bir söylentiye göre, çocuklarının sayısını bilmezmiş. Ama kesin bir husus var, o da: Kont’un bütün çocukları arasında en fazla Piyer’i sevdiği, en çok ona bağlı bulunduğu.”

      “O ihtiyar hâlinde bile daha geçen yıl ne kadar yakışıklı adamdı!” diye iç geçirdi Kontes. “Hayatımda onun kadar yakışıklı insan, hiç görmedim.”

      Yine Anna Mihailovna sürdürdü konuşmayı:

      “Çok değişti, evet. Birdenbire çöktü âdeta. Ne diyordum? Eveeet. Karısı tarafından Kont’un servetinin mirasçısı, Prens Vasili’dir. Ama kont, söylendiğine göre, Piyer’i herkese tercih ettiğini, onun eğitimiyle bizzat uğraştığını İmparator’a da yazmış; öyle ki zavallı adam birdenbire hayata veda etse -ve bu, her an olabilir diyorlar; nitekim Lorrain’i getirmişler Petersburg’dan- bu muazzam servetin Piyer’e mi yoksa Prens Vasili’ye mi nasip olacağını kimse kestiremiyor. Düşünün bir kere: Tam kırk bin toprak kölesi ve milyonlarca ruble! Ben durumu gayet iyi biliyorum çünkü bütün bunları bana bizzat Prens Vasili anlattı. Ayrıca Kiril Vladimiroviç, anne tarafımdan benim de akrabamdır; nitekim Borisimin vaftiz babası da odur.”

      Basit bir ayrıntıyı belirtir gibi hiç üzerinde durmaksızın eklemişti bu son sözleri. O sırada konuk hanım karıştı konuşmaya:

      “Dün de Prens Vasili Moskova’ya gelmiş. Teftiş gezisindeymiş, bana söylendiğine göre.”

      “Evet ama entre nous,127 bu bir bahane…” dedi Prenses. “Prens, aslında, Kont Kiril Vladimiroviç’in durumunun son derece ağır olduğunu öğrenince onu görmeye geldi.”

      Kont Rostof’unsa aklı hâlâ Petersburg’daki ırmak sahnesinde takılı kalmıştı. Neşeyle gülerek “Bütün her şey bir yana, ma chère…” dedi. “Komiser hikâyesine diyecek yok doğrusu!”

      Konuk hanımın kendisini dinlemediğini görünce de hiç alınmaksızın genç kızlara dönerek devam etti:

      “Adamcağızın o anki yüzünü şöyle bir hayal ediyorum da!..”

      Ve komiserin buzlu ırmakta kollarını nasıl salladığını taklit ederek karnı tok, sırtı pek olanlara özgü gevrek kahkahalarla sarsıla sarsıla güldü yeniden. Hemen ardından da konuk hanıma dönüp “Akşam yemeğine mutlaka bekliyoruz…” dedi.

      VIII

      Bir sessizlik çökmüştü ortalığa birdenbire. Kontes, nazik bir gülümseyişle ziyaretçi hanıma baktı. Onu, müsaade isteyerek kalkıp giderken görürse katiyen üzülmeyeceğini gizlememiş oluyordu böylece. Nitekim konuk genç kız, soran bakışlarını annesine çevirerek giysisinin eteğini düzeltmeye başlamıştı bile…

      İşte tam o sırada, yan odadan salona doğru koşan erkekli kadınlı bir grubun ayak sesleri yükseldi; bir sandalyenin devrilirken çıkardığı gürültü izledi bunu; sonra da kısa muslin etekliğinin içinde bir şey sakladığı anlaşılan on üç yaşlarında bir kız çocuğu, rüzgâr gibi daldı içeri ve salonun ortasında soluk soluğa durdu. Aslında istemeksizin sadece koşusunun hızıyla sürüklenerek oraya kadar geldiği belli oluyordu. Aynı anda kapıda; çilek rengi yakalı

Скачать книгу


<p>127</p>

“Laf aramızda…”