Savaş ve Barış I. Cilt. Лев Толстой
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Savaş ve Barış I. Cilt - Лев Толстой страница 22
“Çok cici bir kız değil mi, şimdi benim büyük kızım!”
Bayan Karagina ve genç kızı, akşam yemeğine gelmeyi vadederek kalkmışlardı. Onları salonun kapısına kadar uğurladıktan sonra “Bu ne biçim nezaket, ey Tanrı’m!” dedi Kontes. “Neredeyse çakılıp kalacaklardı buraya!”
X
Salondan koşarak çıkan Nataşa, kış bahçesine gelir gelmez durmuştu. Salondan gelen seslere kulak kabarttı bir süre. Aslında Boris’in gelmesini bekliyordu. Sabrı tükenmeye başlamıştı bile, delikanlı birazcık daha gecikse ağlayacaktı. Ve tam o sırada Boris’in ayak seslerini işitti. Acele etmeden geliyordu Boris, ne yavaş ne de hızlı.
Bir sıçrayışta tahta çiçek saksılarının arkasına atlayıp gizlendi Nataşa.
Boris, odanın ortasında durmuştu. Çevresine bakındı önce üniformasının kolundaki tozları silerek. Sonra da aynaya doğru ilerleyip biçimli yüzünü incelemeye başladı. Nataşa; pususunda sessiz ve hareketsiz, onu izlemekteydi. Bakalım, ne yapacaktı? Bir süre aynanın karşısında kaldı Boris, gülümsedi kendi kendine ve çıkış kapısına doğru yürüdü. Nataşa seslenip çağırmak istedi onu ilkin ama hemen vazgeçti.
Arasın… dedi içinden.
Boris henüz çıkmıştı ki bir başka kapıdan Sonya girdi içeri. Yüzü kıpkırmızıydı. Hem ağlıyor hem de öfkeyle bir şeyler mırıldanıyordu… Nataşa’nın ilk hareketi, ona koşmak için atılmak olmuştu ama son anda yine tutmuştu kendisini. Böylece pususunda, insanı görünmez kılan sihirli bir şapkanın altına girmiş gibiydi ve dünyada olup bitenleri gözlemekteydi. Bundan da özel bir zevk alıyordu üstelik. Yepyeni bir zevk… Salon kapısına doğru öfkeyle bakarak bir şeyler mırıldanıyordu hep Sonya. Ve kapıda, çok geçmeden Nikolay belirdi. Genç kıza doğru seğirterek “Sonya!” dedi. “Neyin var, ne oldu sana? Böyle davranmak hiç yakışık alır mı?”
Boğulur gibiydi Sonya.
“Hiç… Hiçbir şeyim yok! Bırakın beni lütfen!” diyebildi ancak.
Ve hıçkırarak ağlamaya başladı.
“Var. Ve ne olduğunu biliyorum ben…”
“Biliyorsanız tamam işte! Ne arıyorsunuz burada artık? Onun yanına gidin hadi!”
“Sonyaaa! Bir tek şey söyleyeceğim sadece! Temelsiz bir varsayım uğruna hem kendini hem de beni nasıl üzersin?”
Nikolay, bunları söylerken genç kızın elini ellerinin arasına almıştı.
Nataşa ise hiç kımıldamaksızın ve soluğunu tutarak ışıldayan gözlerle onları izliyordu pususundan. Peki şimdi ne olacak acaba? diye geçiriyordu içinden.
“Sonya, dünyada senden başka hiç kimseye ihtiyacım yok!” diyordu Nikolay. “Benim için bu dünyada sadece sen varsın! Sadece sen, anlıyor musun? Ve ben bunu sana ispatlayacağım.”
“Benimle böyle konuşman hiç hoşuma gitmiyor.”
“Peki öyleyse bir daha yapmam. Tamam mı? Bağışla beni, Sonya!”
Nikolay, bunları söyler söylemez genç kızı kendisine çekip dudaklarından öpmüştü…
Nataşa, İşte bu güzel! dedi kendi kendine ve Sonya ile Nikolay’ın ardından dışarı çıkıp Boris’i çağırdı şeytani bir edayla.
“Benimle birlikte gelin, Boris. Size çok önemli bir şey söyleyeceğim…”
Böylece delikanlıyı kış bahçesinde tahta saksıların arasında gizlendiği yere doğru sürüklüyordu. Boris, hep gülümseyerek izlemekteydi onu. Nataşa durdu nihayet ve delikanlı sordu:
“Nedir söz konusu olan?”
Birden ne yapacağını şaşırmıştı Nataşa. Ne yapması gerektiğini kestiremeksizin çevresine bakındı. Saksılardan birinin üzerine gelişigüzel bırakılmış oyuncak bebeği gördü, uzanarak aldı ve Boris’e uzatarak “Öpün bebeği.” dedi.
Boris, küçük kızın heyecanla ürperen yüzünü dikkatli ve sevgi dolu bakışlarla süzüyordu hiç cevap vermeksizin.
“Demek ki istemiyorsunuz? Öyleyse buraya gelin…”
Bebeği atmış ve çiçeklerin arasına iyice sokulmuştu şimdi. Bir yandan da fısıldıyordu:
“Daha yakına, biraz daha yakınıma gelin!”
Üniformasının kol sırmasından tuttu genç subayı. Kıpkırmızı kesilen yüzünde dinî törenlere katılanlara özgü, korkuyla karışık bir ciddilik dalgalanıyordu. Heyecandan neredeyse ağlayacak bir hâlde ama yine de gülümseyerek güçlükle işitilebilen bir sesle fısıldadı:
“Peki ya beni? Beni de mi öpmek istemiyorsunuz?”
Kızarma sırası bu sefer Boris’teydi.
“Çok tuhafsınız!” diyebildi ancak.
Büsbütün kızarmıştı. Nataşa’ya doğru eğildi ve bekledi, hiçbir şey yapmaksızın…
Bunun üzerine Nataşa saksılardan birinin üzerine sıçradı. Boyu, Boris’inkini aşıyordu şimdi. Delikanlıya, ince çıplak kolları ensesinde birleşecek şekilde sarıldı ve saçlarını bir baş hareketiyle arkaya doğru savurup atarak doyasıya öptü onu dudaklarından.
Sonra da saksıların arasından süzülerek çiçeklerin öbür tarafına kaydı ve başını eğip durdu, bekledi.
“Nataşa…” dedi Boris. “Biliyorsunuz ki sizi seviyorum ama…”
Delikanlının sözünü kesti Nataşa:
“Yani bana âşık mısınız?”
“Evet, âşığım size ama çok rica ediyorum, yeniden başlamayalım her seferinde… Daha dört yıl var… Dört yıl sonra sizi resmen isteyeceğim.”
Nataşa düşündü bir an. Sonra da parmaklarıyla sayarak “On üç, on dört, on beş, on altı.” dedi. “Tamam! Kesin, değil mi?”
Aynı anda neşeli ve huzurlu bir gülümseyiş kaplamıştı yüzünü.
“Kesin.” dedi Boris.
Küçük kız yine sordu:
“Ebediyen, değil mi? Ölünceye kadar?”
Ve alabildiğine mutlu, delikanlının koluna girerek yandaki sigara içilen salona yöneldi.
XI
Aralıksız ziyaretlerden öylesine yorulmuştu ki Kontes, bundan böyle hiç kimseyi kabul etmemeye ve iyi dilek sunmak üzere gelecek ziyaretçileri akşam yemeğine beklediğini bildirtmekle yetinmeye karar vermişti. Bu kararın nedeni,