Savaş ve Barış I. Cilt. Лев Толстой
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Savaş ve Barış I. Cilt - Лев Толстой страница 30
“Çok ilginçti.”
Anna Mihailovna’ya şöyle bir göz ucuyla baktı Kontes. Prenses hemen kavradı, bu delikanlıyla meşgul olması istenmekteydi. Piyer’in yanı başına oturup Kont Bezuhof hakkında konuşmaya başladı. Gelgelelim Piyer, tıpkı Kontes’e olduğu gibi ona da baştan savma cevaplar verecekti.
Konuklar kendi aralarında koyu bir sohbete dalmıştı. Rusça-Fransızca karışımı cümleler yükseliyordu salonun dört köşesinden:
“Les Razoumovsky…”182
“Ç’a été charmant…”183
“Vous êtes bien bonne…”184
“La Comtesse Apraksine…”185
Kontes ayağa kalkıp balo salonuna doğru ilerledi. Çok geçmeden de sesi yükseldi oradan:
“Mariya Dmitriyevna?”
Kalın bir kadın sesi cevap verdi Kontes’e:
“Bizzat kendisi.”
Ve Mariya Dmitriyevna salona girdi. Bütün genç kızlar hep birden ayağa kalkmıştı. Onlara, yaşlıların dışında kalan hanımlar da katıldı.
Salon kapısının eşiğinde durmuştu Mariya Dmitriyevna. Ellilik şişman gövdesinin üzerindeki, ağarmış bukleli saçlarıyla bir kat daha haşmet kazanan başını dimdik tutmuş; giysisinin geniş kollarını sanki kıvırmak üzere acele etmeden toplayarak salondakileri süzüyordu teker teker. Bütün gürültüleri bastıran davudi sesiyle her zamanki gibi sadece Rusça konuştu:
“Ev sahibemiz ve çocuklarının şenlikleri bol olsun!”
Elini öpmekte olan Kont’a bakarak ekledi sonra:
“Sana gelince iflah olmaz günahkâr… Moskova’da sıkılıyorsun değil mi? Ava tazı salamıyorsun çünkü değil mi burada?”
Genç kontesleri eliyle işaret ederek tamamladı sözlerini:
“N’eylersin azizim, bunlar büyüyor işte! Ve tabii ister istemez birer nişanlı bulmak gerekiyor küçük hanımlara…”
Elini öpmek üzere neşe içinde yaklaşan Nataşa’yı okşayarak sordu:
“Nasılsın bakalım, kazak süvarisi?”
Çevresinde döndü:
“Dikkafalı yaramaz bir kız bu, bilmez değilim. Ama ne yapayım ki her hâliyle hoşuma gidiyor…”
Ve kocaman bir çantadan çekip çıkardığı armut şeklindeki sarı yakut küpeleri sevinç ve heyecandan kıpkırmızı kesilen Nataşa’ya doğum günü armağanı olarak uzattıktan sonra, hiç beklemeksizin Piyer’e dönüp yalancıktan ince ve yumuşak bir sesle “Evet dostum, sıra sende!” dedi. “Yaklaş bakalım, yaklaş hele, yaklaş! Yanıma gel şöyle…”
Bunları söylerken tehditkâr bir edayla giysisinin kollarını daha da yukarı çekmişti.
Gözlüklerinin ardından bir çocuk ürkekliğiyle ona bakarak yavaş yavaş ilerledi Piyer. Mariya Dmitriyevna aynı tavırla devam etti:
“Yaklaş azizim; korkma, yaklaş! Babana bile yeri geldiğinde hakikati dobra dobra söyleyen, sadece ben oldum. Şimdi de senin yüzüne karşı söyleyeceğim. Bu bir Tanrı buyruğu!”
Söyleyeceklerinin önemini arttırmak amacıyla durdu bir an. Salondaki herkes, bunun sadece bir girişten ibaret olduğunu sezmiş ve âdeta kulak kesilmişti.
Mariya Dmitriyevna ağır ağır konuştu:
“Doğrusu hoş delikanlı! Hoşluğuna diyecek yok! Düşünceli de üstelik!.. Babası ölümle pençeleşirken o da iş yokluğundan ayının sırtına jandarma bağlayıp gezdiriyormuş! Ayıptır oğlum, ayıptır! Utanır insan! Canın dövüşmek istiyorsa savaşa yollan!”
Dönüp gülmemek için kendisini güç zapt eden Kont’a kolunu uzatırken “Sanırım artık yemeğe oturabiliriz.” dedi.
Kont’la Mariya Dmitriyevna, kol kola sofraya doğru yürüdüler. Onların hemen ardından, Hafif Süvari Alayı Kumandanı’nın kolunda Kontes Rostof ilerliyordu. Onları da Anna Mihailovna ile Şinşin ve Berg’le Vera izlemekteydi. Güler yüzlü Jülia Karagina, Nikolay’la birlikteydi. Daha sonra da salon boyunca öbür çiftler, onların ardından çocuklar, eğitmenler ve dadılar yürüdüler.
Uşaklar hareketlenmiş, konuşmaya koyulmuşlardı şimdi. Geri çekilip itilen sandalyelerin gıcırtısı kaplamıştı ortalığı. Çok geçmeden de Kont’un balkonda hazır bekleyen özel orkestrası çalmaya başlayacak ve konuklar yerlerini alacaktı.
Müziğin ilk nağmelerine bıçak ve çatalların şıkırtısı karışmakta; onlar da konuşmaların, uşakların ayak seslerinin uğultusu içinde eriyip gitmekteydi.
Masanın bir ucunda Kontes yer almıştı. Sağında Mariya Dmitriyevna, solunda Anna Mihailovna vardı. Onları öbür hanımlar izliyordu.
Masanın öbür ucunda ise sağında Hafif Süvari Alayı Kumandanı, solunda Şinşin olmak üzere Kont oturuyordu. Daha sonra da erkek konuklar sıralanmışlardı.
Daha ileride, uzun masanın bir yanında, başta Vera ile Berg ve Boris’le Piyer olmak üzere gençler; öbür yanında da çocuklar, dadılar ve eğitmenler oturmaktaydı.
Kont, bir yandan konuklarına ve tabii kendisine de içki koyarken bir yandan da billur kadehlerin, sürahilerin ve meyve tabaklarının arasından başına gök mavisi şeritlerle süslü uzun bir hotoz geçirmiş olan karısını seyretmekten geri durmuyordu. Kontes de bir yandan ev sahibesi görevlerini yerine getirirken öte yandan da ananasların ardından kocasına anlamlı bakışlar atmakta; Kont’un kıpkırmızı olmuş dazlak kafası ve çehresiyle ağarmış saçları arasındaki karşıtlığın bu akşam daha da belirginleştiğini düşünmekteydi…
Kadınlar tarafında düzenli şekilde süregelen bir gevezelik, inişsiz çıkışsız bir şırıltı hâlinde akıp gidiyordu. Erkekler tarafında ise sesler gittikçe biraz daha yükselmekteydi. Özellikle de Kont tarafından öbür konuklara örnek olarak sunuldukça yiyip içen, yiyip içtikçe de heyecanlanıp kızaran Hafif Süvari Alayı Albayı’nın sesi…
Berg, sevgi dolu bir gülümseyişle aşkın dünyevi değil uhrevi bir duygu olduğunu söylemekteydi Vera’ya. Boris, yeni dostu Piyer’e konukların adlarını sıralamakta; aynı zamanda da tam karşısında oturan Nataşa’yla bakışmaktaydı. Piyer az konuşuyor, karşısındaki yeni yüzleri inceliyor ve çok yiyordu. Nitekim â la tortue186 çorbadan balıklı böreğe ve dağ tavuğu kızartmasına kadar bütün yemeklerden aldığı gibi yemeklerin yanı sıra sunulan şarapların da hiçbirini geri çevirmemişti. Gerçekten de Piyer,
182
“Razumovskiler…”
183
“O kadar güzeldi ki…”
184
“Çok lütüfkârsınız…”
185
“Kontes Apraksin…”
186
Kaplumbağalı.