Savaş ve Barış I. Cilt. Лев Толстой
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Savaş ve Barış I. Cilt - Лев Толстой страница 33
Daha fazla konuşamadı genç kız ve yeniden elleriyle yüzünü örtüp başını kuş tüyü yastığa gömdü. Bu arada Nataşa yavaş yavaş durulmuş, toparlanmıştı. Şimdi yüzünde, arkadaşının üzüntüsünün derinliğini tam anlamıyla kavradığını gösteren bir ifade vardı. Sonya’nın içini kemiren gerçek derdi sezinler gibi oldu birden ve sordu:
“Dinle, Sonya… Vera yemekten sonra gelip seninle konuştu mu hiç? Saklama boşuna, konuştu değil mi? Söyle hadi!”
Ağır ağır konuşmaya başladı Sonya:
“Evet…” dedi. “Nikolay yazmıştı şiirleri. Ben de başka şiirler kopya etmiştim. Bütün hepsini masamın üzerinde bulmuş Vera. Anneme göstereceğini söyledi. Ayrıca da ‘Nankörsün!’ dedi bana! Nikolay’ın benimle evlenmesine annemin asla razı olmayacağını söyledi… Sonra da… Sonra da Nikolay’ın ancak Jülia ile evlenebileceğini, benim avucumu yalayacağımı söyledi!.. Nikolay’ın bütün gün Jülia’ya ne kadar yakın davrandığına bakılırsa haksız da sayılmaz!.. Peki ama neden bütün bunlar böyle oluyor, Nataşa? Neden ama neden?..”
Daha fazla ağlıyordu şimdi Sonya. Nataşa, arkadaşını hafifçe kendine çekerek kollarının arasına aldı ve yatıştırmaya çalıştı:
“Sakın ona inanayım deme Sonyacığım!” dedi gülümseyerek. “Deli misin sen ona inanacak kadar! Hatırla sonra; sen, ben ve Nikolay oturma odasında neler konuştuk. Akşam yemeğinden sonra yaptığımız konuşmayı söylüyorum hani?.. Her şeyin nasıl olup biteceğini tartışmış ve karara bağlamıştık, unutmadın herhâlde? Şu anda tam hatırlamıyorum neler tasarladığımızı. Ama çok iyi biliyorum ki her şey tam istediğimiz gibi olacak… Şinşin amcanın kardeşi de bir akrabasının kızıyla evli. Üstelik onlar kardeş çocuğu. Bizse kardeş çocuklarının çocuklarıyız. Boris de böyle bir şeyin pekâlâ mümkün olabileceğini söylüyor, biliyor musun? Ben ona bütün her şeyi anlattım çünkü… Bilemezsin Sonya; öylesine akıllı, öylesine iyi bir insan ki Boris, hakikaten bilemezsin!..”
Bir yandan da gülerek arkadaşını öpüyordu Nataşa. Güven verici bir içtenlikle devam etti:
“Ağlama ne olur; Sonya, biricik sevgili kardeşim benim! Canım Sonyacığım, ağlama! Vera kötü yürekli bir kızdır, bilmez misin? Bir gün elbet cezasını çekecek bütün bu yaptıklarının; hiçbiri yanına kâr kalmayacak, göreceksin. Ve yine göreceksin ki bizim için her şey düzelecek. Bunu da anneme Vera değil, doğrudan doğruya Nikolay kendisi söyleyecek! Anlıyor musun? Sonra, inan bana, Nikolay aklının ucundan bile geçirmiyor Jülia’yı…”
Arkadaşının başını öpüyordu durmadan. Sonya doğruldu nihayet. Kedi yavrusu birden canlanmış, gözleri ışıldamıştı. Neredeyse kuyruğunu sallayıp minik ayaklarını hareketlendirerek koşup zıplamaya ya da ilk bulduğu bir yumakla oynamaya başlayacaktı. Bir kedi yavrusuna yaraşan da bu değil miydi zaten?
Genç kız, saçlarını düzeltirken ve üstüne başına çekidüzen verirken bir yandan da Nataşa’ya soruyordu heyecan ve merakla:
“Gerçekten böyle mi düşünüyorsun? Ne olur, doğru söyle! Peki, yemin eder misin?”
Arkadaşının örgüsünden dışarı taşmış bir tutam saçı düzeltirken cevap verdi Nataşa:
“Yemin ederim ki doğru söylüyorum!” İkisi de keyifle kıkırdadılar.
“Şimdi artık gidip Pınar’ı söyleyebiliriz.” dedi Nataşa.
“Hadi öyleyse gidelim.”
Küçük kız son anda bir şey hatırlayarak durakladı birden, Sonya’yı da kolundan çekip durdurmuştu.
“Bak, ne diyeceğim… Hani o şişman Piyer var ya! Canım şu, yemekte karşımda oturan… Öyle matrak adam ki! Bilemezsin bugün nasıl eğlendiğimi!”
Koridorda koşmaya başlamıştı bile…
Saçlarına yapışmış tüyleri eliyle silkeledi Sonya; şiirleri, hafif çıkık göğüs kemiklerinin arasına sokup koynuna gizledi. Sonra o da Nataşa’nın ardından uçarı, şen bir hâlde koridorda koşmaya başladı. Yüzü yine kıpkırmızıydı oturma salonuna girdiğinde…
Konukların arzusu üzerine gençler, hemen bir dörtlü oluşturup herkesin bayıldığı bir şarkı olan Pınar’ı söylediler.
Ardından da Nikolay, onlara, yeni öğrenmiş olduğu bir şarkıyı okudu:
Ne güzeldir ah! Ne güzeldir, ay ışığında
Heyecandan tatlı tatlı ürpererek:
“Tanrı’nın en sevgili kuluyum artık ben,
Çünkü beni bir düşünen var.” diyebilmek…
Bir arpın tellerinde ağır ağır
Gezinen iki süt beyazı el
Coşkun bir havayla ortalığı çınlatır
Ve sarhoş eder beni çağrısıyla:
Mutlu günlere evet can ve gönülden,
Yeter ki hep yanımda kal sen!
Nikolay şarkının son dizelerini okurken salondaki gençler dansa hazırlanıyorlardı. Balkondaki yerlerini alan orkestra üyelerinin ayak tıkırtıları ve öksürük sesleri kaplamıştı salonu…
Piyer salonda oturmaktaydı. Yurt dışından henüz dönmüş bulunan Şinşin; çok geçmeden başka konukların da katıldığı, politika hakkında bir konuşmaya girişmişti delikanlıyla. Ama sıkılıyordu Piyer.
Tam o sırada müzik başladı. Müzik başlar başlamaz da Nataşa girdi salona ve dosdoğru Piyer’e ilerledi… Yanakları al aldı ama gözlerinin içi gülüyordu.
“Annem sizi dansa davet etmemi söyledi…” dedi.
“Figürleri birbirine karıştırmaktan korkarım…” diye cevap verdi Piyer. “Ama bana öğretmenlik etmek lütfunda bulunursanız…”
Bir yandan da iri kolunu küçük kıza uzatmıştı. Çiftler yerlerini almamışlardı henüz, çalgıcılar da aletlerini akort etmeye yeni başlamışlardı. Ayakta beklemektense yeni damıyla birlikte bir yere oturdu Piyer. Nataşa mutluluktan uçuyordu. Nasıl uçmasın ki yurt dışından gelmiş olan büyük biriyle dans edecekti! Nitekim herkesin onları görebileceği bir yere sürüklemişti Piyer’i ve delikanlıyla artık büyümüş genç bir kız gibi konuşuyordu. Konuk bir kızın bir süre için ona emanet ettiği yelpaze vardı elinde. İşin güzeli, bu tür şeyleri ne zaman ve nasıl öğrendiği bilinmez ancak yüksek sosyete hanımlarına yaraşır bir tavır takınmıştı. Hafif hafif sallıyordu yelpazeyi, sonra da kavalyesiyle sohbet ederken gülümseyince onun ardına gizleniyordu.
Tam o sırada salonu katetmekte olan yaşlı Kontes, kızının hâlini görünce ilkin şaşırdı