Savaş ve Barış I. Cilt. Лев Толстой
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Savaş ve Barış I. Cilt - Лев Толстой страница 64
Gözlerini Denisof’un gözlerinden kaçırarak ceketinin düğmelerini iliklemeye başlamıştı Rostof. Kılıcını beline taktı, kasketini geçirdi başına, gitmeye hazırlandı.
Bu arada Denisof, Lavruşka’yı omuzlarından sımsıkı yakalamış; sarsa sarsa duvara doğru itmekteydi.
“Sana söylüyorum! O cüzdan bulunacak, anlıyor musun! O cüzdan hemen şimdi bulunacak!”
Rostof kapıya yaklaştı. Gözlerini kaldırmadan “Bırak onu Deni-sof…” dedi. “Ben kimin aldığını biliyorum.”
Denisof, arkadaşının sözünü kavrayamamıştı ilkin. Durakladı bir an, düşündü. Sonra birden atılıp Rostof’u kolundan yakaladı sımsıkı.
“Saçma!”
Öyle bir bağırmıştı ki boynundaki ve alnındaki damarlar ip gibi kabarmıştı. Aynı şiddetle devam etti:
“Saçma diyorum! Çıldırmışsın sen! Böyle bir şeye katiyen izin vermem! Cüzdan burada, biliyorum! Ve derisini yüzeceğim bu alçağın!”
Korkudan tir tir titreyen Lavruşka’yı gösteriyordu.
“İşte o zaman göreceksin ki cüzdan hemen bulunur!”
Alçak ama heyecanlı bir sesle tekrarladı Rostof:
“Ben kimin aldığını biliyorum.”
Denisof, atılıp elini yakaladı Rostof’un.
“Sana söylüyorum…” dedi. “Bunu yapamazsın!”
Ama delikanlı şiddetle çekip kurtarmıştı elini. En büyük düşmanıyla karşı karşıyaymış gibi sınırsız bir öfkeyle baktı Denisof’un gözlerinin içine. Titrek bir sesle “Sen ne dediğinin farkında değilsin!” dedi. “Düşün: Bu odada benden başka kimse yoktu! Demek ki o değilse…”
“Tüh! Tanrı senin de hepinizin de belasını versin!”
Rostof’un evden çıkarken işittiği son söz bu olmuştu.
Dosdoğru Telyanin’in evine gitti Rostof. Teğmen’in emir eri karşıladı kendisini.
“Efendim evde yoklar…” dedi. “Karargâha gittiler.”
Sonra, genç subay adayının yüzündeki üzgün ifadeye şaşkın şaşkın bakarak sordu:
“Ters bir şey mi oldu yoksa?”
Kendisini hemen toparladı Rostof:
“Hayır, bir şey yok.” dedi.
Emir eri, “Hemen bir iki dakika önce gelmiş olsaydınız görüşebilirdiniz.” diye bir açıklamada bulundu.
Rostof hızla uzaklaştı.
Karargâh, Salzeneck’ten üç verst uzaktaydı. Eve dönmeden bir at alıp doğru oraya gitti Rostof. Karargâhın bulunduğu köyde, subayların devamlı gittikleri bir meyhane vardı. Telyanin’in atı da meyhanenin önünde bağlı duruyordu.
Meyhanenin ikinci odasındaydı Teğmen, önünde koca bir tabak dolusu sosis ve bir şişe şarapla oturmaktaydı. Rostof’un içeri girdiğini görünce kaşlarını olabildiği kadar yukarıya kaldırıp gülümsemeye çalışarak “Demek siz de buraya geldiniz, delikanlı!” dedi.
Rostof, “Evet.” diyebildi sadece.
Adama bu kadarcık bir şey söylemek bile ona çok zor geliyordu sanki. İlerleyip Teğmen’in yanındaki masaya oturdu.
İkisi de susuyordu şimdi. Odada onlardan başka iki Alman, bir de Rus subayı vardı. Hiç kimse konuşmuyor, tabaklara sürtülen bıçakların sesiyle Teğmen’in ağız şapırtısından başka ses işitilmiyordu.
Telyanin yemeğini bitirince iki gözlü bir cüzdan çıkardı; uçları hafifçe yukarıya doğru kıvrık, kısa, beyaz parmaklarıyla halkalarını açtı cüzdanın; içinden bir altın alıp çıkardı ve kaşlarını kaldırarak garsona uzatıp emreden bir sesle “Çabuk ol, lütfen.” dedi.
Altın, yeniydi. Rostof yerinden kalktı ve Telyanin’in oturduğu masaya yöneldi. Bir rüyada hareket eder gibiydi. Hemen hemen işitilmeyecek kadar alçak bir sesle konuştu:
“Cüzdanınıza bakabilir miyim?”
Telyanin, gözlerini her zamanki gibi oradan oraya kaydırarak ama kalkık kaşlarını indirmeksizin uzattı cüzdanını.
“Güzel cüzdandır, neme lazım…” dedi. “Evet, evet…”
Sonra birden sarardı nedense ve ekledi: “Buyurun bakın, delikanlı.”
Sadece eline almış olduğu cüzdana değil, içindeki paraya ve Telyanin’e de baktı Rostof. Teğmen, alışkanlığına uygun olarak, sürekli çevresine bakınmaktaydı. Aşırı şekilde neşeleneceği tuttu birden:
“Bir Viyana’ya gitsek de hepsini orada harcasam!” dedi. “Şimdi ise bu pis kasabalarda bunları gönül rahatlığıyla harcayabileceğin bir yer dahi yok!”
Sustu bir an. Sonra Rostof’un yüzüne bakmaksızın “Eh, verin bakalım delikanlı…” dedi. “Ben artık yavaş yavaş gideyim.”
Rostof cüzdanı elinde tutuyor ve susuyordu. Telyanin devam etti:
“Peki siz niye buraya geldiniz kuzum? Siz de yemek mi yiyeceksiniz yoksa? Eğer öyleyse hemen söyleyeyim, buranın yemekleri hiç de fena değil; sanırım beğeneceksiniz…”
Uzanıp cüzdanı tuttu.
“Şunu versenize lütfen…”
Rostof cüzdanı bırakmıştı. Telyanin’se onu pantolonunun cebine sokmaya çalışıyordu şimdi. Kaşları kayıtsız bir ifadeyle yukarı kalkmış, ağzı hafifçe açılmıştı. Bu hâliyle “Ne olmuş yani, cüzdanımı cebime yerleştiriyorum işte ve bu, çok basit bir iş, üstelik de hiç kimseyi ilgilendirmez!” der gibiydi etrafındakilere. İçini çekerek kalkık kaşlarının altından Rostof’un gözlerinin içine baktıktan sonra, “Eh, ne var ne yok delikanlı?” diye sordu.
Garip bir ışık, bir elektrik kıvılcımının hızıyla, Telyanin’in gözlerinden Rostof’un gözlerine, sonra da Rostof’un gözlerinden Telyanin’in gözlerine aktı. Bir anda olup bitmişti bu, bir an ya sürmüş ya sürmemişti. Ve Rostof, Telyanin’in elini yakaladı.
“Buraya gelin!”
Neredeyse sürükleyerek pencereye doğru götürdü onu. Bir an yüzüne baktıktan sonra kulağına eğilip “Bu paralar Denisof’un…” diye fısıldadı. “Onun paralarını hangi hakla aldınız?”
Telyanin itiraz edecek oldu önce:
“Ne? Ne?.. Nasıl