Savaş ve Barış I. Cilt. Лев Толстой
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Savaş ve Barış I. Cilt - Лев Толстой страница 66
Sonra da Nikolay’a dönerek ekledi:
“Haydi Rostof! Haydi, kabul et şunu!”
Öbür subaylar da ısrar etmeye başlamışlardı. Rostof kızarıp bozarmakta, bir subaydan öbürüne çevirmekteydi bakışlarını. Kekeleyerek dert anlatmaya çalışıyordu:
“Hayır baylar, olamaz… Sanmayın ki ben… Gayet iyi anlıyorum ama benim hakkımda böyle düşünmekte haksızsınız… Ben… Benim için… Bir alayın şerefi uğruna… Konuşmak boşuna olur!.. Davranışlarımla ispatlayacağım ki benim için de sancağın şerefi… Evet evet, uzatmaya gerek yok, suç bende!”
Genç adamın gözlerine yaş dolmuştu.
“Tamam, suçluyum!” diye haykırdı. “Bütün suç bende, diyorum. Daha ne istiyorsunuz?”
Kurmay Süvari Yüzbaşı ona döndü ve kocaman eliyle delikanlının omuzuna vurarak “İşte bunu sevdim kont!” dedi.
Denisof bağırdı:
“Ben sana demedim mi mert çocuktur o!..”
Kurmay Yüzbaşı, genç adamın kontluk unvanını sanki Rostov o itirafı yaptığı için tekrarlıyormuş gibi “Evet, doğrusu buydu Kont!” dedi. “Şimdi artık gidip kumandandan özür dileyebilirsiniz Eksalans.”
Âdeta yalvaran bir sesle konuştu Rostof:
“Bakınız, baylar! İstediğiniz her şeyi yapmaya hazırım. İçinizden hiçbiri benden bir tek şikâyet dahi işitmeyecektir! Ama özür dileyemem! İnanın, elimden gelmez bu… İstediğinizi söyleyebilirsiniz ama gerçek böyle, ne yapayım! Gidip de küçücük bir çocuk gibi nasıl özür dilerim ben? Nasıl, hiç suçum yokken beni bağışlamalarını isterim? Yapamam bunu! Hayır, yapamam…”
Denisof gülmeye başlamıştı.
Kirsten, “Zararı bana değil, size…” dedi. “Bogdaniç kin güder. Korkarım, bu inatçılığınız size pahalıya patlayacak!”
Rostof, çeresizlik içinde ellerini yana açtı.
“Bunun inatçılık olmadığına sizi nasıl inandırabilirim, bilmem ki! Anlatamıyorum.”
Üstelemedi artık Yüzbaşı.
“Eh, artık orasını siz bilirsiniz yavrucuğum.” demekle yetindi.
Sonra Denisof’a dönerek sordu:
“O alçak herif nerede peki?”
Denisof’un öfkesi tazelenmişti. Dişlerinin arasından ıslık gibi çıkan bir sesle “Hasta olduğunu bildirmiş…” dedi. “Yarın izinli sayılacakmış.”
Kurmay Yüzbaşı acı acı gülümseyerek “Gerçekten de bir hastalıktan başka bir şey değil onunki…” dedi. “Başka türlü izah edilemez.”
Denisof yumruklarını sıkmıştı.
“Hastalık mı değil mi orasını bilmem artık!” diye homurdandı. “Ama gözüme görünmesin, yoksa gebertirim onu!”
Tam o sırada Jerkof girdi odaya. Subaylar onun çevresini aldılar. Biri merakla sordu:
“Seni hangi rüzgâr attı buraya?”
Genç subay telaşla “Yarın sefere çıkıyoruz baylar!” dedi. “Mack ve ordusu korkunç bir yenilgiye uğradı!”
“Şaka yapmıyorsun ya?”
“Adamı gözlerimle gördüm!”
“Ne? Mack’in kendisini mi gördün?”
“Sağ salim miydi yani?”
“Ellerinle dokundun mu? Yokladın mı bir güzel?”
“Sefere çıkıyoruz, sefere! Harekât başlıyor! Hadi bu güzel haber için bir şişe votka ikram edin ona!”
“Peki sen nasıl oldu da buraya düştün Jerkof?”
“O Tanrı’nın belası Mack yüzünden alaya geri verdiler! Mack cepheden sağ salim döndü diye kutladığım Avusturyalı General beni şikâyet etmiş, anlıyorsun ya…”
Gözü Rostof’a takılmıştı birden.
“Senin neyin var Rostof?” diye sordu. “Hamamdan çıkmış gibisin?”
Delikanlı kızararak cevap verdi:
“Sorma birader! İki gündür burada işler öylesine arapsaçına dönmüş durumda ki!”
Emir subayı içeri girdi o sırada ve Jerkof’un getirdiği haberin doğru olduğunu bildirdi. Emir vardı: Ertesi gün, harekât başlıyordu.
Bir heyecan dalgalandı havada:
“Sefere çıkıyoruz arkadaşlar, sefere!”
“Aman ne güzel! Küflenip kalacaktık yoksa burada!”
VI
Kutuzof, (Braunau’daki) İnn ve (Linz’deki) Traum ırmakları üzerinde kurulu köprüleri yıkarak Viyana’ya doğru geri çekilmekteydi. 23 Ekim günü Enns Irmağı’nı geçiyordu Rus orduları. Öğleden sonra ırmağın iki yakasına yayılmış olan kent, baştan başa Rus askerleriyle dolmuş bulunmaktaydı.
Ilık ve yağmurlu bir sonbahar günüydü. Köprüyü koruyan Rus bataryalarının durduğu tepenin üzerinden bakıldığında alabildiğine görünen manzara, bazen birdenbire eğri eğri yağmaya başlayan yağmurun tül gibi incecik perdesi altında âdeta silinip kayboluyor; bazen de perde güneş ışınlarının altında açılıverdiğinde ta uzaklara kadar parıldıyordu.
Aşağıda, tepenin altında küçük kent; beyaz evleri, kırmızı damları, kilisesi ve köprüsüyle olduğu gibi görünmekte; köprünün iki ucunda da gelen ve giden Rus birlikleri bir ırmak gibi uzanmaktaydı. Tuna’nın kıvrıldığı yerde gemiler, bir ada ve parkla çevrili bir şato vardı. Parkın iki tarafından Enns Irmağı’nın Tuna’ya dökülen suları akıyor; Tuna’nın çam ormanlarıyla örtülü kayalık sol kıyısının arkasında ta uzaklarda esrarlı yeşil tepeler, maviye çalan dar geçitler fark ediliyordu. Balta girmemiş duygusu uyandıran sık ormanın ortasında yükselen manastırın kuleleriyle ileride, Enns’in karşı yakasında, iyice uzaklarda, tepede, düşman devriyeleri görülmekteydi.
Yükseklerde, topların arasında, artçı kuvvetlerin komutanı olan bir generalle maiyet subayı, ellerinde uzun birer dürbünle araziyi incelemekteydiler. Biraz geride, bir topun kundağı üzerinde, Başkomutan tarafından artçı kuvvetlerin komutanına gönderilmiş olan Nesvitski oturuyordu.
Nesvitski’ye yol arkadaşlığı etmiş olan kazak, küçük bir çanta ile bir matara uzattı ona: Nesvitski, oradaki subaylara Rus böreği ile Alman şarabı ikram ediyordu. Kimi yere diz çökmüş kimi