Savaş ve Barış I. Cilt. Лев Толстой
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Savaş ve Barış I. Cilt - Лев Толстой страница 65
“Ben…”
Başka bir şey söylemedi Telyanin. Korkulu, solgun yüzünün bütün kasları titremeye başlamıştı. Gözleri yine oradan oraya kayıyor ama bir türlü Rostof’un yüzüne bakamıyordu. Sonra hıçkırıklar arasında kaybolan sesi işitildi:
“Kont! Bir genci mahvetmeyin, ne olur!.. Alın bu paraları… Bu Tanrı’nın belası paraları… Alın bunları!”
Masanın üzerine fırlattı paraları.
“Benim yaşlı bir babam bir de anam var!” diye hıçkırdı.
Rostof paraları aldı. Telyanin’in yüzüne bakmaksızın ve tek bir şey söylemeksizin çıktı odadan. Çıkar çıkmaz da durdu ve hemen geri döndü. Gözlerinde yaşlar vardı.
“Ey Tanrı’m!” dedi. “Nasıl… Ama nasıl yapabildiniz bunu?”
Telyanin genç adama yaklaşıp elini uzatarak “Kont!” dedi.
Devam edecekti belki ama Rostof buna meydan vermedi. Geri geri çekilirken “Elinizi sürmeyin bana!” diyebildi ancak. “İhtiyacınız varsa alın bu paraları!”
Cüzdanı ona fırlatmış ve koşarak çıkmıştı meyhaneden.
V
Aynı günün akşamı Denisof’un evinde toplanan süvari bölüğü subayları arasında hararetli ve bir hayli çekişmeli bir konuşma oluyordu.
Uzun boylu, saçları ağarmaya yüz tutmuş, pala bıyıklı, buruşuk yüzünün çizgileri kalın Kurmay Yüzbaşı, heyecandan kıpkırmızı kesilen Rostof’a dönmüş, şunları söylemekteydi:
“Ben size diyorum ki Alay Komutanı’ndan özür dilemeniz gerekir Rostof!”
Kurmay Süvari Yüzbaşı Kirsten’di bu. İki kez yüz kızartıcı davranışlardan dolayı rütbesi indirilip erliğe döndürülmüştü ama her iki seferinde de başarı göstererek yeniden kazanmıştı rütbesini.
Rostof, “Hiç kimsenin yalan söylediğimi ileri sürmesine izin veremem!” diye bağırdı. “Apaçık bir durum var ortada! O bana ‘Yalan söylüyorsun!’ dedi, ben de ‘Siz yalan söylüyorsunuz!’ dedim ona. Hepsi bu kadar işte! Her şey apaçık! Şimdi… İstediği takdirde beni Tanrı’nın her günü nöbete koyabilir, beni hapse de atabilir. Ama ondan özür dilemeye beni bu dünyada hiç kimse mecbur edemez! Mademki o bir Alay Komutanı olarak bana tatmin edici bir cevap vermeyi onuruna yediremiyor…”
Kurmay Süvari Yüzbaşı, uzun bıyıklarını sakin sakin düzelterek kaim sesiyle “Canım, durun biraz, heyecanlanmayın hemen, beni dinleyin…” diye sözünü kesti Rostof’un. “Siz orada başka birtakım subayların da bulunduğuna bakmadan kalkmış; Alay Komutanı’na, bir subayın hırsızlık ettiğini söylemişsiniz, öyle değil mi?..”
“Konuşma başka birtakım subayların yanında olduysa suç benim mi? Belki onların yanında konuşmamam gerekirdi ama ben diplomat değilim ki! Zaten Süvari Alayı’na da burada böyle incelikler göstermek gerekmez sandığım için girdim. O da tutmuş, ‘Yalan söylüyorsun!’ diyor bana! Bu durumda özür dilemesi gereken birisi varsa o kişi herhâlde ben değilim, kendisi!..”
“Bütün bu söyledikleriniz iyi güzel, aslanım. Burada hiç kimse de size bir ödlek gözüyle bakmıyor… Mesele başka… Hele sorun bakalım Denisof’a: Bir subay adayı, Alay Komutanı’nın kendisinden özür dilemesini isteyebilir mi?”
Süvari Yüzbaşı, sorusunu, Denisof’a bakarak tamamlamıştı.
Canı sıkılmış gibi bir tavırla, bıyığını ısırarak konuşmayı dinliyordu Denisof. Söze karışmak istemediği belliydi. Kurmay Süvari Yüzbaşı’nın sorusu üzerine, “hayır” anlamında başını sallamakla yetindi. Devam etti Kurmay Yüzbaşı:
“Siz tutmuş; Alay Kumandanı’na, orada başka birtakım subayların da bulunduğuna aldırış etmeksizin o pis işten söz açmışsınız. Bogdaniç de (Alay Komutanı’na Bogdaniç diyorlardı.) lafı ağzınıza tıkmış tabii…”
“Lafı ağzıma tıkmadı, yalan söylemekle suçladı beni…”
“Elbette öyle yapacak! Saçma sapan şeyler söylüyorsunuz adama… İşte bundan dolayı özür dilemeniz gerekir zaten!”
“Bunu katiyen yapmam.” dedi Rostof.
Kurmay Yüzbaşı ciddi ve sert bir tavra bürünmüştü şimdi:
“Doğrusu sizi anlamak güç yavrum…” diye başladı konuşmaya. “Özür dilemek istemiyorsunuz ama siz sadece ona karşı değil, bütün alaya karşı, ayrı ayrı her birimize karşı hem de her bakımdan suçlusunuz. Bu işte nasıl davranmak gerektiğini önceden biraz düşünseydiniz bari ya da bir bilene sorup danışsaydınız! Gelgelelim siz öyle yapmadınız. Ne yaptınız peki? Öbür subayların yanında, damdan düşer gibi içinizi dökmeye giriştiniz! Bu durumda Alay Komutanı ne yapsın? O subayı mahkemeye versin de koskoca alayın şerefine leke mi sürsün? Alçağın biri yüzünden bütün alayı hep utanç duyulacak bir duruma mı düşürsün? Söyleyin hadi! Sizce öyle mi yapsın yani?”
Yüzbaşı bir an sustu. Sonra da ciddileşerek “Bizler hiç de öyle düşünmüyoruz…” diye sürdürdü konuşmasını. “Bogdaniç’i kutlamak gerekiyor aslında! Doğrusu aşk olsun ona ki size, ‘Doğru söylemiyorsunuz…’ demiş! Hoşunuza gitmiyor ama siz kendiniz çanak tuttunuz yavrucuğum… Şimdi işi örtbas etmek istiyorlar. Sizse bilmem hangi saçma gerekçeye dayanarak özür dilemeye yanaşmıyor ve her şeyi ortaya dökme yoluna yöneliyorsunuz. Size nöbet tutturuyorlar diye alınıyor, yaşlı ve namuslu bir subaydan özür dilemeyi onurunuza yediremiyorsunuz! Çünkü Bogdaniç için ne denilirse denilsin, bir kere namuslu ve cesur bir albaydır. Öyleyken siz özür dilemeyi gururunuza yediremiyorsunuz. Ayrıca alayın lekelenmesi size vız geliyor!”
Kurmay Yüzbaşı’nın sesi titremeye başlamıştı:
“Siz alaya geleli, şunun şurasında kaç zaman oldu ki yavrucuğum? Bugün buradasınız, kabul ama yarın bir yaver olur, bilmem nereye gidersiniz… Böyle olduğu için de ‘Pavlograd subayları arasında hırsız var!’ denilmesi vız gelir size! Umurunuzda bile değildir bu, öyle değil mi? Hadi, söyleyin!”
Kurmay Süvari Yüzbaşı, delikanlının cevap vermesini beklemeden Denisof’a döndü:
“Öyle değil mi Denisof? Sen cevap ver. Yanılıyor muyum? Umurunda mı onun?”
Denisof hep susuyor, hiç kımıldamıyor; sadece arada bir, parlak siyah gözlerini Rostof’a çeviriyordu.
Yüzbaşı, Rostof’a döndü yeniden ve şöyle devam etti:
“Siz kendi bilmem neyinizi ön planda tutarak özür dilemek istemiyorsunuz. Alaya önem verdiğiniz falan yok! Oysa bizler… Bizim gibi alayda yetişmiş