Sylvie ve Bruno. Льюис Кэрролл
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Sylvie ve Bruno - Льюис Кэрролл страница 12
Yaşlı adam, Sylvie’nin omzuna dokunup yanağına bir öpücük kondurdu ve “Burada güvendeyiz canlarım!” dedi. Sylvie endişeyle bir anda kendini geri çekti. Fakat sonra, “Babacığım!” diyerek çığlık attı ve kendini yaşlı adamın kollarına bıraktı.
Bruno da “Baba! Baba!” diye tekrar etti. Babası, mutlu olan çocuklarını kucaklayıp öperken ben de gözlerimi ovuşturarak “Bütün opejmürde kıyafetler de nereye gitti?” diye sordum kendi kendime. Çünkü yaşlı, fakir adam gitmiş, yerine muhteşem mücevherlerle parıldayan kıyafetler giymiş, başına da altın taç takmış bir adam gelmişti.
6.BÖLÜM
Sihirli Madalyon
Sylvie kollarını babasının boynuna dolamış, al yanağını sevgiyle onunkine dayamıştı. “Babacığım neredeyiz biz?” diye sordu.
“Elfdiyarı’ndayız tatlım. Peridiyarı’nın bir vilayeti.”
“İyi de ben Elfdiyarı’nın Dışdiyar’dan çok daha uzaklarda olduğunu düşünürdüm, oysa biz çok kısa zamanda geldik buraya.”
“Çünkü siz Kral Yolu’ndan geldiniz de ondan. Sadece damarlarında asil kan dolaşanlar bu yolu kullanabilirler. Siz de yaklaşık bir ay önce Elfdiyarı Kralı olduğumdan beri kraliyet ailesindensiniz. Kralları olmam için bana iletilmesi gereken davetlerinin bana ulaştığından emin olmak istedikleri için iki elçi gönderdiler. Bunlardan birisi Prens olduğu için, ben hariç kimseye görünmeden Kral Yolu’ndan geldi. Diğeri ise bir Baron’du ve normal yolu kullanmak zorunda kaldı. Bu yüzden de henüz gelemedi.”
Sylvie “Ne kadar yol geldik?” diye sordu.
“Bahçıvan kapıyı sizin için açtığından beri sadece bin mil kadar tatlım.”
Bruno şaşkınlıkla “Bin mil mi? Bir tane yiyebilir miyim?” diye sordu.
“Bir mil mi yiyeceksin, haylaz şey?”
“Hayır, meyvelerden bir tane yiyebilir miyim diye sordum.”
“Elbette yiyebilirsin. Böylece hazzın nasıl bir şey olduğunu anlayacaksın; çılgınca aradığımız ve kederle tadını çıkardığımız hazzın…”
Bruno heyecanla koşup muz şeklinde ama çilek renginde olan bir meyveyi kopardı.
Işıyan gözlerle meyveyi yemeye başladı fakat sonra gitgide mahzunlaştı. Bitirdiğinde ise boş gözlerle bakınıyordu.
“Hiç tadı yok!” diye yakındı. “Ağzımda hiçbir tat hissetmedim! Bu bir… Sylvie neydi şu zor kelime?”
“Phlizz!” diye ciddiyetle cevap verdi Sylvie. “Hepsi aynı mı babacığım?”
“Size göre hepsi böyle hayatım, çünkü siz henüz Elfdiyarı’na ait değilsiniz. Oysa benim için hepsi gerçek.”
Bruno kafası iyice karışmış gibi baktı. “Ben baffka meyfeleri deneyeceğim.” deyip Kral’ın kucağından yere atladı. “Şurada tıpkı gökkuşağı renginde çizgili şeyler var.” diyerek koştu.
Bu arada, Sylvie ve Peri-Kral aralarında sessiz sessiz konuşmaya devam ettiler. Çok sessiz konuştukları için ne dediklerini pek anlayamadım, bu yüzden ben de bir tat alma umuduyla tek tek meyveleri tadan Bruno’yu takip ettim. Bu arada ben de bir tane meyve koparıp denedim ama bu, hava yutmak gibi bir şeydi; kısa sürede denemekten bıkıp Sylvie’nin yanına döndüm.
“Buna bir bak tatlım ve beğenip beğenmediğini söyle bana.”
Sylvie sevinçle “Çok güzel! Bruno gel de şuna bak!” deyip Bruno nasıl parladığını görebilsin diye kalp şeklindeki madalyonu havaya kaldırdı. Altın bir zincire takılıydı; görünüşe göre masmavi değerli bir taştan yapılmıştı madalyon.
Bruno “Çok güzel!” deyip üzerinde yazılı olan kelimeleri heceleye heceleye okumaya başladı. “Herkes-Sylvie’yi-sevecek.” diye okudu. “Ve gerçekten öyle!” diyerek Sylvie’nin boynuna sarıldı. “Herkes Sylvie’yi seviyor zaten!” diye bağırdı.
Bunun üzerine Kral, madalyonu alıp “Ama en çok biz seviyoruz, öyle değil mi Bruno?” diye sordu. “Evet Sylvie, şimdi buna bak.” deyip avcunun içindeki altın zincire takılı, mavi olanla aynı şekildeki fakat kıpkırmızı madalyonu gösterdi.
Sylvie, sevinçle ellerini çırpıp “Birbirinden güzeller!” diye bağırdı. “Bak Bruno!”
Bruno “Bak bunda da yazı var. Sylvie-herkesi-sevecek.” dedi.
İhtiyar adam “Farkı görebiliyor musunuz? Farklı renkler ve farklı yazılar. Birini seç canım. En çok hangisini beğendiysen onu sana vereceğim.” dedi.
Sylvie kelimeleri düşünceli düşünceli birkaç defa sessizce tekrar etti ve en sonunda kararını verdi: “Sevilmek çok güzel ama diğer insanları sevmek daha güzel. Kırmızıyı alabilir miyim babacığım?”
İhtiyar adam hiçbir şey demedi ama eğilip, çok sevdiği kızını alnından öperken, gözlerinin yaşlarla dolduğunu gördüm. Sonra zinciri açıp boynuna nasıl takacağını ve elbisesinin altına nasıl gizleyeceğini gösterdi. “O senin taşıman için biliyorsun, başkalarının görmesi için değil.” dedi alçak sesle, sonra ekledi: “Onu nasıl kullanacağını hatırlar mısın?”
Sylvie “Evet, hatırlarım.” diye karşılık verdi.
“Evet canlarım, haydi artık gidin siz yoksa merak ederler. Hem Bahçıvan da sizin yüzünüzden zor durumda kalmasın!”
O an tekrar nasıl geri döneceğimiz endişesi zihnimde belirdi – çocuklar nereye giderse gitsin ben de onları takip etmeyi kabullendiğimden – ama çocuklar babalarını kucaklayıp öperken ve defalarca “Hoşça kal babacığım!” derlerken böyle bir endişenin gölgesi bile akıllarından geçmemişti. Sonra ansızın üzerimize alaca karanlık çöktü ve karanlığın içinden tuhaf, vahşi bir şarkı duyuldu:
Şöminenin üzerinde
Bir Bufalo gördüğünü sandı:
Bir daha dönüp baktığında,
Kız Kardeşinin Kocasının Yeğeni olduğunu anladı.
“Eğer bu evi terk etmezsen.” dedi.
“Çağıracağım Polisi!”
Biz yolda beklerken, kapı aralığından bize bakarak “O bendim!” diye ekledi. “Ben de olsam öyle yapardım – patatesin turp olmadığı kadar kesin – eğer o kendi çıkmamış olsaydı! Ama ben ebeveynlerimi daima her şeyden çok severim.”
“Kim ki senin ebeveynin?” diye sordu Bruno.
“Benim velinimetim tabii ki!”