İşitilmedik Hikâyeler. Эдгар Аллан По

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İşitilmedik Hikâyeler - Эдгар Аллан По страница 5

Жанр:
Серия:
Издательство:
İşitilmedik Hikâyeler - Эдгар Аллан По

Скачать книгу

Hülasa ben hakiki hiçbir matematikçi görmedim ki karekökleriyle eşitliklerinin haricinde kendisine itimat caiz olsun. Bir tek matematikçi görmedim ki ‘Px+x2’nin kati ve bila şart ‘q’ya eşit olduğuna gizlice iman etmiş olmasın. Eğer hoşunuza giderse tecrübe için bu efendilerden birisine ‘Px+x2’nin behemehâl ‘q’ya eşit olmaması ihtimali olduğuna inandığınızı söyleyiniz ve ne söylemek istediğinizi ona anlattığınız zaman onun kolunun yetişeceği yerden mümkün olduğu kadar süratle uzaklaşınız çünkü şüphesiz sizi tepelemeye çalışacaktır.’ ”

      Son mülahazaları üzerine gülmemi zapt etmeye gayret ettiğim sırada Dupin sözüne devam ederek dedi ki:

      “Demek istiyorum ki eğer nazır bir matematikçi olsaydı polis müdürü bana verdiği senedi imza etmeye mecbur olmazdı. Ben nazırı bir matematikçi ve bir şair olarak tanıyordum. Onun için nazırın bulunduğu hâl ve mevkiyi nazar-ı itibara alarak onun kabiliyetine göre tedbirlerimi aldım. Ben biliyordum ki bu bir saray adamı ve azimkâr bir entrikacıdır. Böyle bir adamın muhakkak surette polisin faaliyetini haber alacağını ve polisin kendine hazırladığı tuzağı tabii evvelden tahmin etmiş bulunacağını düşündüm. Hadiseler de bunu ispat etti. Kendi kendime ‘Evinde yapılacak araştırmaları da evvelden hesap etmiştir.’ dedim. Polis müdürünün gelecekte muvaffakiyetine yardımcı telakki ettiği o sık sık gece kaybolmalarına ben, polisin mektubun evde olmadığına kani olması için serbestçe araştırmaları kolaylaştırmak üzere yapılmış bir hile nazarıyla bakıyordum. Yine hissediyordum ki araştırmalar hâlinde polisin değişmeyen prensiplerine ilişkin bütün o düşünceler silsilesi -size bunu şimdi güçlükle anlatabilirim- işte bu düşünceler silsilesi tabiatıyla nazırın zihninden geçmişti. Bu hâlin onu, bütün bayağı ‘saklanacak yerlerden’ vazgeçmeye mecbur etmesi tabii idi. Bu adam, evindeki en karışık, en derin ‘saklanacak yerlerin’ polis müdürü tarafından kullanılan büyüteçler, burgular, sondalar karşısında, bir oda methali veya bir dolap kadar kolay keşfedilecek yerler olduğunu anlamayacak derecede akılsız olmayacağı şüphesizdi. Hülasa ben görüyordum ki onun, tabii bir meyle kapılmayınca gayet sade bir yol takip etmesi icap ederdi. Ben bu sırrın polis müdürünü bu kadar aciz bırakması ihtimal ki pek açık ve sade olmasından mütevellit olduğunu söylediğim zaman müdür nasıl bir kahkaha koparmıştı, hatırlarsınız.”

      Dedim ki:

      “Evet, kahkahasını pekâlâ hatırlıyorum. Hakikaten kendisine sinir nöbeti geliyor zannetmiştim.”

      Dupin devam etti:

      “Maddi âlem tamamı tamamına gayrı maddi âleme benzerliklerle doludur, işte bir istiare6 veya bir mukayesenin bir delili kuvvetlendireceği ve bir tavsifi güzelleştireceği hakkındaki edebî kanaate hakikat rengi veren de bundan başka bir şey değildir. Mesela: Atalet kuvveti prensibinin fizikî ve metafizikî mahiyetleri birbirinin aynıdır. Büyük cisimler küçük cisimlerden daha güç hareket ettirilir. Ve hareketin miktarı bu müşkülatla mütenasiptir. İşte şu söyleyeceğim misalde hareketin miktarı ne kadar müspetse, müşkülat da o kadar mümasildir: Büyük bir istidat sahibinin şuuru, o kadar istidadı olmayanların şuuruna nispetle daha şiddetli, daha sabit ve faaliyet itibarıyla daha arızalıdır. Hâlbuki istidadı az olanların şuurları, daha güçlükle faaliyete geçer ve daha ziyade tereddüt içinde bocalar. Diğer misal: Farkında mısınız? Mağaza levhaları içinde en ziyade nazarıdikkati celbeden hangileridir?”

      “Buna dikkat etmek hiç aklıma gelmedi.” dedim.

      Dupin devam etti:

      “Bir ‘bulmaca’ oyunu vardır. Bu, bir coğrafya haritasıyla oynanır. Oyunculardan biri diğerine herhangi bir kelime, mesela bir şehir, bir nehir, bir hükûmet veya bir imparatorluk ismi tutmasını rica eder. Hülasa haritanın rengârenk ve karışık sahası içinde herhangi bir kelime tutulur. Oyunun acemisi olan bir kimse genellikle karşısındakinin kolay bulamaması için haritada en küçük harflerle yazılmış isimleri tutar. Hâlbuki oyunda mahir olanlar haritanın bir ucundan öbür ucuna kadar uzanan büyük harflerle yazılmış kelimeleri seçerler. İşte büyük harflerle yapılan ilanlar gibi bu harflerle yazılan kelimeler de son derece meydanda olmaları dolayısıyla gözden kaçarlar. Burada da maddi unutkanlık; müptezel ve göze girecek kadar meydanda ve el ile tutulacak bir hâlde olan mülahazaları gözden kaçıran bir fikrin manevi dikkatsizliğine tamamıyla mümasildir. Lakin öyle görünür ki bu durum polis müdürünün zekâsının biraz altında veya üstünde bir durumdur. O, nazırın mektubunu, herhangi bir şahsın görmesine mâni olmak için herkesin gözüne sokacağını hiçbir zaman imkân ve ihtimal dâhilinde zannetmedi.

      Lakin ben D…’nin cüretkâr, seçkin ve parlak fikrini ve mektubu istediği zaman kullanmak üzere daima el altında bulundurmak mecburiyetinde olduğunu ve polis müdürünün bize verdiği kati tafsilat üzerine mektubun alelade ve usulü dairesinde yapılan araştırmalar sahasında olmamasının tabii bulunduğunu ne kadar düşündümse o kadar kani oldum ki nazır mektubunu gizlemek için dünyanın en mahirce, en geniş bir çaresine tevessül ederek onu saklamak teşebbüsünde bile bulunmayacaktır.

      Bu düşünceler üzerine gözüme yeşil camlı bir gözlük uydurdum ve bir sabah bir tesadüf eseri imiş gibi nazırın konağına gittim. D…’yi evinde buldum. Esniyor, avare avare dolaşıyor ve son derece canı sıkıldığını iddia ediyordu. D… belki bugünün hakikaten en kudretli adamlarından biridir. Lakin bu kudret kendisini kimsenin görmediğine emin bulunduğu zamana mahsustur.

      Ondan geri kalmamak için gözlerimin zaafından ve gözlük takmak mecburiyetinde bulunduğumdan şikâyet ettim. Lakin gözlük camlarının arkasından bütün apartmanı dikkatle ve inceden inceye teftiş ediyor, aynı zamanda ev sahibi ile konuşmaya dalmış gibi görünüyordum. Bilhassa onun önünde oturduğu geniş bir yazı masasına dikkat ediyordum. Bu, masanın üstünde birtakım mektuplar, kâğıtlar karmakarışık duruyor ve bir de bir iki musiki aleti ve birkaç kitap bulunuyordu. Uzun bir tetkikten sonra burada şüphelerimi uyandıracak hususi hiçbir şey görmedim.

      Nihayet odayı gözden geçirirken gözüm dantele ile süslenmiş pek adi bir kart cüzdanına ilişti. Bu, kart cüzdanı kirli bir mavi kurdele ile ocak siperinin üstünde küçük bir düğmeye asılmıştı. Üç dört gözü olan bu kart cüzdanının gözlerinde beş altı kartvizit ve tek bir mektup vardı. Bu mektup pek ziyade buruşmuş, kirlenmiş ve sanki kıymetsiz bir şey imiş de önce yırtılıp atılmak istenmiş lakin sonra vazgeçilmiş gibi ortasından ikiye ayrılacak derecede yırtılmıştı. Mektubun üzerinde gayet aşikâr görünen ‘D…’ markasıyla geniş bir siyah mühür vardı. Adres nazıra hitaben yazılmıştı. Yazı gayet ince bir kadın yazısı idi. Sanki ehemmiyetsiz bir şeymiş gibi gelişigüzel kart cüzdanının üst gözüne atılıvermişti.

      Gözüme ilişir ilişmez aradığım mektubun bu olduğuna hükmettim. Görünüşte tabii polis müdürünün bize o kadar inceden inceye tarifini okuduğu şekilden büsbütün başka idi. Burada mühür geniş ve siyah ve aynı zamanda ‘D…’ markasını taşıyordu. Öteki tarifte ise mühür küçük, kırmızı ve dukalığın aile markası olan ‘S…’ harfini taşıyor olması lazımdı. Burada adres gayet ince bir kadın yazısıyla nazıra yazılmıştı. Tarifte ise cüretli, azimkâr bir el ile bir haşmetpenaha yazılmış bulunacaktı. İki mektup yalnız ebat itibarıyla birbirine benziyordu. Lakin neticede esas olan bu mübalağalı fark, yani kâğıdın kirliliği ve hazin hâli, buruşukluğu ve yırtıklığı D…’nin o kadar intizamperver olan hâliyle bir tezat teşkil ediyordu ve gösteriyordu

Скачать книгу


<p>6</p>

İstiare: Bir kelimenin manasını muvakkaten başka manada kullanmak veya herhangi bir varlığa, ya da mefhuma asıl adını değil de benzediği başka bir varlığın adını verme sanatına istiare denir. Cesur ve kuvvetli bir insana “aslan”, kurnaz bir kimseye “tilki” demekle istiare yapmış oluruz. (e.n.)