İşitilmedik Hikâyeler. Эдгар Аллан По
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу İşitilmedik Hikâyeler - Эдгар Аллан По страница 9
“Ne o! Hunfesayı mı? Mösyö, ben hunfesa işine elimi sürmek istemem, siz onu kendiniz alınız.”
Bunun üzerine Legrand ağır ve azametli bir tavırla kalktı, böceği cam bir fanus altından aldı. Bu, o devirde tabiat âlimlerince bilinmeyen ve ilim bakımından büyük bir kıymeti olmak lazım gelen fevkalade bir hunfesa idi. Sırtının bir ucunda siyah ve yuvarlak iki leke vardı. Öbür ucunda uzunca diğer bir leke görülüyordu. Üst kanatları son derece sert ve parlaktı. Hakikaten esmerleşmiş altın manzarasında idi. Haşere şayanı dikkat bir derecede ağırdı. Ben her şeyi düşündükten sonra Jüpiter’i kanaatinden dolayı hataya düşmüş addedemezdim. Lakin Legrand bu hususta aynı fikirde bulunuyordu. İşte buna anlamak benim için kabil değildi. Hayatımı hasretsem bu muammayı halledemezdim.
Ben haşereyi tetkik edip bitirdiğim zaman o, azametli bir tavırla dedi ki:
“Ben nasihat almak için adam gönderip sizi çağırdım. Böcek hakkında yapılacak şeyler için sizin yardımınızı istiyorum.”
Sözünü keserek bağırdım:
“Azizim Legrand, siz şüphesiz rahatsızsınız, rahatsızlığa karşı tedbirler alsanız çok daha iyi edersiniz! Hemen yatağa giriniz, siz iyi oluncaya kadar, birkaç gün ben sizi beklerim. Nöbetiniz var ve…”
“Nabzıma bakınız.” dedi.
Nabzına baktım, doğrusu en ufak bir hararet alameti bulamadım.
“Lakin hararetiniz olmaksızın da hasta olabilirsiniz. Bu defalık olsun bana müsaade ediniz, size hekimlik edeyim. Her şeyden evvel hemen yatağa giriniz, sonra…”
Sözümü kesti:
“Aldanıyorsunuz, geçirdiğim şu heyecan zamanında bir insanda ne kadar iyilik tasavvur edilebilirse ben de o kadar iyiyim. Eğer siz beni tamamıyla iyi etmek isterseniz bu heyecanı teskin edersiniz.”
“Bunun için ne yapmalı?”
“Gayet kolay. Jüpiter’le ben karada, tepeler arasında bir tetkik gezintisine çıkıyoruz, katiyen itimat edebileceğimiz bir kimsenin yardımına ihtiyacımız var. İtimadımız olan yegâne adam sizsiniz. Teşebbüsümüz ister muvaffak olsun ister olmasın bende gördüğünüz coşkunluk sükûn bulacaktır.”
Cevap verdim:
“Her şeyde size hizmet etmek en büyük emelimdir. Sakin tepeler arasındaki dolaşmanızın bu uğursuz böcekle münasebeti olduğunu mu söylemek istiyorsunuz?”
“Şüphesiz evet.”
“O hâlde Legrand! Böyle, tamamıyla manasız bir teşebbüste sizinle birlikte çalışmak benim için kabil değildir.”
“Teessüf ederim, teessüf ederim! Çünkü işi görmeye yalnız başımıza teşebbüs etmek lazım geliyor.”
“Yalnız başınıza mı! Ah! Hiç şüphe yok bedbaht aklını kaçırdı. Lakin bana bakın, yokluğunuz ne kadar zaman sürecek?”
“Belki bütün gece, hemen hareket edeceğiz, herhâlde güneş doğmadan evvel dönmüş bulunuruz.”
“Şerefiniz üzerine bana vadeder misiniz ki bu heves geçtikten ve böcek işi halledildikten sonra eve döneceksiniz ve evde sizin tabibiniz gibi benim tavsiyelerimi dinleyeceksiniz?”
“Size vadederim. Şimdi hareket edelim. Çünkü kaybedecek vaktimiz yoktur.”
Müteessir bir hâlde dostuma refakat ediyordum. Saat dörtte yola çıktık. Legrand, Jüpiter, köpek ve ben. Jüpiter orakla çapaları aldı. Anladığıma göre bu aletleri efendisinin eline bırakmaktan korktuğu için bunları kendisi yüklenmek istemişti. Jüpiter, köpek tabiatında idi: Bütün seyahat müddetince melun hunfesa kelimelerinden başka, ağzından söz çıkmıyordu. Benim elimde iki hırsız feneri vardı. Legrand’a gelince; yalnız hunfesayı almakla kanaat etmişti. Böceği bir sicimin ucuna bağlamış, düğmesine raptetmiş, yürürken sihirbaz tavrı takınıyor ve böceği bağladığı iplik vücuduna sarılıyordu. Ben dostumdaki kaçıklık alametini gördükçe gözyaşlarımı güçlükle zapt ediyordum. Bununla beraber kendisine karşı muvaffakiyetle neticelenebilecek müessir bazı tedbirler alıncaya kadar dostumun deliliklerine mümaşat18 etmeyi daha muvafık görüyordum. Lakin beyhude yere bu seyahatin hedefini anlamak için dostuma sualler yöneltmekten de geri kalmıyordum. Kendisine refakat hususunda beni ikna etmişti ve artık bu kadar ehemmiyetsiz bir mevzu üzerinde benimle konuşmak istemiyor görünüyordu. Bütün suallerime yalnız “Dur bakalım, görürüz.”den başka cevap vermeye tenezzül etmiyordu.
Adanın ucundaki köyden bir kayıkla karşıki sahilin dağlık kısmına geçtik ve dağları tırmanmaya başladık. Son derece vahşi ve çıplak bir yerden geçerek kuzeybatıya doğru yola düzüldük, burada bir insanın ayak izine tesadüf etmek kabil değildi. Legrand, yolu azim ile takip ediyor ve yalnız bundan evvel kendisinin buralarda bıraktığı bazı işaretleri vakit vakit tetkik etmek üzere duruyordu.
Böylece iki saat kadar yürüdük, güneş battığı sırada şimdiye kadar gördüğümüz yerlerden nispet kabul etmez derecede daha fena bir mıntıkaya vardık. Burası eteğinden tepesine kadar ormanla örtülü, son derece sarp bir dağın tepesinde bir nevi yayla idi. Yerde gayet büyük kaya parçaları karmakarışık bir surette serpilmiş bulunuyordu. Eğer bu kayaların dayandıkları ağaçlar olmasaydı, birçoğu behemehâl aşağıdaki vadiye yuvarlanırdı. Derin vadiler muhtelif istikametlerde şuai19 bir surette uzanıp gidiyorlar ve bu manzaraya bir kat daha ihtişam ve dehşet veriyorlardı.
Tırmandığımız düzlüğün üzeri o kadar derin bir surette çalılarla kaplıydı ki orak kullanmadan kendimize bir yol açmaya imkân yoktu. Jüpiter, efendisinden aldığı emir üzerine orakla bize yol açmaya başladı. Yolumuz, sekiz on meşe ağacıyla birlikte yükselen gayet büyük bir tulipie ağacının dibine kadar götürdü. Düzlük üzerinde gayet büyük bir tulipie ağacı, etrafındaki ağaçlardan başka o zamana kadar gördüğüm bütün ağaçların şekil ve yapraklarının güzelliği, dallarının son derece inkişafı ve umum manzarasının ihtişamı itibarıyla hepsine üstündü. Vakta ki ağacın altına vardık. Legrand, Jüpiter’e döndü ve bu ağaca tırmanmaya muktedir olup olmadığını sordu. Zavallı ihtiyar bu sual üzerine biraz şaşalamış göründü. Bir müddet cevap vermedi. Bununla beraber ağacın iri gövdesine yaklaştı. Ağır ağır gövdenin etrafını dolaştı ve inceden inceye tetkik ve muayene etti. Muayeneyi bitirdiği zaman gayet tabii bir tavırla dedi ki:
“Evet mösyö, Jüp tırmanamayacağı ağaç görmemiştir.”
“O hâlde tırman; haydi, haydi! Bir hamlede! Çünkü şimdi ortalık kararacak ve ne yaptığımızı göremeyeceğiz.”
Jüpiter sordu:
“Nereye kadar tırmanmak lazım mösyö?”
“Evvela gövdeye tırman, sonra takip edeceğin istikameti sana söylerim. Ah! Bir dakika dur. Bu hunfesayı da beraber al!”
Zenci dehşetle gürleyerek bağırdı:
18
Mümaşat: Başkalarının zarar vermeyen fikirlerine uyarcasına hareket etmek. (e.n.)
19
Şuai: Şuaya mensup, şua ile, ışınla, vektörle ilgili. (e.n.)