İşitilmedik Hikâyeler. Эдгар Аллан По
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу İşitilmedik Hikâyeler - Эдгар Аллан По страница 7
“Niçin yarın sabah da bu akşam değil?”
Legrand dedi ki:
“Ah! Sizin burada olduğunuzu bilmiş olsaydım! Lakin sizi çoktan beri görmedim. Tam bu gece beni ziyaret edeceğinizi nasıl tahmin edebilirdim. Kulübeye gelirken İstihkâm Zabiti Mülazım G…’ye tesadüf ettim, büyük bir gafletle böceği ona ödünç olarak verdim. O suretle ki böceği yarın sabahtan önce görmeniz kabil olmayacak. Bu gece burada kalınız, sabah güneş doğar doğmaz Jüpiter’i gönderir, aldırırım; bu, Hakk’ın en büyüleyici bir mahluku.”
“Ne? Güneş doğar doğmaz mı?”
“Hayır, ah ne diyecektim! Hunfesa, parlak altın renginde, iri bir ceviz büyüklüğündedir, sırtının en nihayetinde siyah kehribar renginde iki leke var. Üçüncü bir leke de ötekine doğru uzanmış. Lamiselerine13 gelince…”
Jüpiter sözünü keserek dedi ki:
“Üzerinde kalay yok Mösyö Will! Hunfesa altın bir böcek. Bir ucundan öbür ucuna kadar som altın. Ben ömrümde bunun yarısı kadar bir hunfesa görmedim.”
Bana öyle geldi ki, Legrand vaziyetin icap ettiği dereceden daha sert bir tarzda cevap verdi:
“Pekâlâ! Tutalım ki haklısınız. Lakin bir pire için bir yorgan yakılır mı? Haşerenin rengi (bana dönerek) Jüpiter’in fikrini doğru telakki ettirebilir, siz bu hayvanın kanatlarındakinden daha ziyade madenî parlaklığı hiçbir yerde görmemişsinizdir. Lakin bunu ancak yarın anlayabilirsiniz. O vakte kadar haşerenin şekli hakkında bir fikir vermeye çalışacağım.”
Söz söylediği sırada küçük bir masanın önüne oturdu. Masanın üstünde kalem ve mürekkep vardı. Lakin kâğıt yoktu. Bir çekmecede kâğıt aradı fakat bulamadı.
Nihayet dedi ki:
“Ne ehemmiyeti var, bu kifayet eder.”
Yeleğinin cebinden bir şey çıkardı. Bu, bana çok pis bir parşömen parçası gibi geldi. Bunun üstüne kalemle kroki gibi bir şey yaptı. Bu esnada ben ateşin karşısındaki yerimden ayrılmadım. Çünkü hâlâ çok üşüyordum. Resmi bitince ayağa kalkmadan bana verdi. Krokiyi elinden alırken kuvvetli bir homurtu ve akabinde kapının tırmalandığı duyuldu. Jüpiter kapıyı açtı. Legrand’ın büyük ternöv cinsi iri köpeği içeri hücum etti, omuzlarıma sıçradı, beni nevazişleriyle14 ezdi. Çünkü evvelki ziyaretlerimde onunla çok meşgul olmuştum. Köpek yaltaklanmasını bitirdiği zaman kâğıda baktım. Doğrusunu söylemek lazım gelirse dostumun resmi beni oldukça şaşırttı.
Birkaç dakika resmi seyrettikten sonra dedim ki:
“Evet, bu garip bir hunfesa. İtiraf ederim ki benim için yeni bir şey… Ben buna benzer bir şey görmedim. Bu bir kafatasına veyahut bir ‘ölü başı’na benziyor. Bunlardan başka benim tetkik ettiğim haşerattan hiçbirisine benzetmek ihtimali yok.”
Legrand tekrar etti:
“Ah, evet, bir ‘ölü başı’… Kâğıttaki resimde ona benzeyen cihetler var. Anlıyorum. Üstteki iki siyah leke göz gibi duruyor. Daha alttaki uzunca leke bir ağız zannını veriyor, değil mi? Zaten umumi şekli de beyzidir.”15
Dedim ki:
“Bu belki böyledir. Lakin Legrand, korkarım ki sizin ressamlığınız da noksan olmasın. Ben haşereyi görünceye kadar bekleyeceğim, o zaman şekli hakkında tam bir fikir edinirim.”
Biraz canı sıkılarak dedi ki:
“Çok iyi. Bilmem nasıl oluyor. Ben oldukça güzel resim yaparım. Hiç olmazsa iyi resim yapmalıyım. Çünkü çok iyi üstatlardan ders aldım. Kendimin büsbütün kabiliyetsiz olduğumu da iddia edemem.”
Dedim ki:
“O hâlde aziz arkadaşım! Siz latife ediyorsunuz. Bu oldukça iyi bir kafatası resmidir. Hatta teşrihteki16 kemik bahsinin bu kısmı hakkında almış olduğum fikirlere nazaran mükemmel bir kafatası diyebilirim. Sizin hunfesa ise dünyadaki hunfesaların en garibidir. Eğer buna benziyorsa bunun üzerine heyecan verici bir hurafe tesis edebiliriz. Ben tahmin ediyorum ki siz haşerenize ‘scaraboeus caput hominis’ [insan başı şeklinde hunfesa] ismini vereceksiniz. Yahut buna yakın bir isim koyacaksınız. Tabii bilimler kitaplarında bu neviden birçok isimler vardır. Lakin bahsettiğiniz lamiseler nerede?”
Anlaşılmaz surette kızışan Legrand dedi ki:
“Lamiseler mi? Sizin, lamiseleri behemehâl görmeniz lazım. Ben buna eminim. Ben onları aslındaki kadar göze çarpacak bir tarzda yaptım.”
Dedim ki:
“Hele şükür! Lamiseleri yaptığınızı kabul edelim. Lakin doğrusu ben onları göremiyorum.”
Onun sabrını tüketmemek için bir söz ilave etmeyerek kâğıdı kendisine uzattım. İşin aldığı şekilden dolayı pek mütehayyirdim. Haşere krokisine gelince: Hakikaten görünürde lamise yoktu. Heyet-i umumiyesi şüphesiz alelade bir ölü başına benziyordu.
Canı sıkılmış bir tavırla kâğıdı aldı. Buruşturdu, şüphesiz sobaya atmak üzere iken tesadüfen gözü resme ilişti ve oraya dikildi, kaldı. Bir müddet yüzü kıpkırmızı oldu, sonra bembeyaz kesildi. Birkaç dakika yerinden kımıldamadı, resmi inceden inceye tetkike koyuldu. Sonra ayağa kalktı. Masanın üstünden bir şamdan aldı, gitti, odanın öbür ucunda bir sandığın üstüne oturdu. Orada kâğıdı evire çevire merakla tekrar tetkike başladı. Bununla beraber hiçbir şey söylemiyor ve hareketi benim son derece hayretimi mucip oluyordu. Lakin gittikçe artan hiddetini yeni bir tefsir ile ifrata vardırmamak için ihtiyatlı davranıyordum. Nihayet elbisesinin cebinden bir cüzdan çıkardı. Kâğıdı dikkatle cüzdana yerleştirdi ve hepsini bir yazıhaneye koydu ve anahtarla kilitledi. O andan itibaren hâli daha sakinleşti. İlk heyecanı tamamıyla kayboldu. Kendinde bir dargındık hâlinden ziyade bir toplanış hâli vardı. Gecenin saatleri ilerledikçe hayallerine bir kat daha dalıyordu. Hiçbir söz onu bu dalgınlıktan ayıramadı. O gece, gecemi kulübede geçirmek niyetinde idim. Bunu birçok kereler yapmıştım. Lakin ev sahibinin hâlini gördükten sonra müsaade almayı daha muvafık buldum. Beni alıkoymak için hiçbir harekette bulunmadı. Mutattan daha ziyade bir nezaketle elimi sıktı.
Bu sergüzeştten takriben bir ay sonra -bu müddet zarfında Legrand’dan bahsedildiğini bile duymadım- Charleston’da, hizmetçisi Jüpiter beni ziyarete geldi. Ben bu iyi kalpli ihtiyar zenciyi hiç bu kadar meyus, bu kadar düşkün görmemiştim. O anda dostumun ciddi bir felakete uğramış olmasından korkmaya başladım.
Dedim ki:
“Hoş geldin Jüp! Yeni bir şey mi var? Efendin nasıldır?”
“Vallahi doğrusunu söylemek lazım gelirse sıhhati istenildiği kadar iyi değil.”
“İyi
13
Haşeratın başında avamın boynuz dedikleri bu lamise uzuvlarına Fransızca “anten” derler. Diğer taraftan aynı lisanda “eten” kalay demektir. Bu iki kelime arasındaki benzeyiş zenciyi yanıltmıştır.
14
Nevaziş: İltifat, gönül alma, okşama. (e.n.)
15
Beyzi: Yumurta biçiminde, söbe, oval.
16
Teşrih: Bir sorunu veya konuyu ele alıp en ince noktalarına kadar gözden geçirerek anlatma, açımlama. (e.n.)