Tanrı İnsanlar. Герберт Джордж Уэллс
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Tanrı İnsanlar - Герберт Джордж Уэллс страница 4
“Maidenhead Yolu gibi görünmüyor.” diye cevap verdi ona Bay Barnstaple.
“Doğru ama gördüklerimize göre mi karar vermeliyiz yoksa deneyimlerimizin doğrultusunda mı? Maidenhead Yolu bu yola doğru ilerliyordu, bu yolun devamıydı, o hâlde bulunduğumuz yer Maidenhead Yolu olmalı.”
“Peki şu dağlar?” diye sordu Bay Barnstaple.
“Windsor Kalesi o yönde olmalı.” dedi adam, kumarda bir el kaybetmiş biri gibi.
“Beş dakika öncesinde oradaydı.” diye düzeltti Bay Barnstaple.
“O hâlde belli ki bu dağlar bir tür kamuflaj.” dedi uzun boylu adam kendinden emin bir şekilde. “Ve tüm bu etrafımızda gördüklerimiz, bugünlerde söyledikleri gibi sadece düzmece!”
“Dikkate değer derecede iyi bir düzmece!” dedi Bay Barnstaple.
Kısa süren bir sessizlik anında Bay Barnstaple uzun boylu adamın yanındakileri de inceleme fırsatını buldu. Uzun boylu adamı fazlasıyla iyi tanıyordu. Onu defalarca toplantılarda ve yemeklerde görmüştü. Bay Cecil Burleigh’nin ta kendisiydi, muhafazakârların büyük başkanı. Sadece bir siyasetçi değil, aynı zamanda saygın bir beyefendi, bir filozof ve evrensel dehaya sahip biriydi. Onun arkasında Bay Barnstaple’ın tanımadığı, gözlükleri yüzündeki düşmanca ifadeyi daha da belirginleştiren, kısa boylu, tıknaz, orta yaşlı bir adam duruyordu. Küçük grubun üçüncü üyesi de yine tanıdık bir simaydı ama Bay Barnstaple bir süre bu adamın kim olduğunu tam olarak çıkaramadı. Düzgün tıraşlı, yuvarlak hatlıydı; temiz ve parlak yüzünden iyi beslendiği ve sağlığının yerinde olduğu anlaşılıyordu; kıyafetlerine bakılırsa ya Yüksek Kilise’ye bağlı bir vaiz ya da Roma Katoliklerinden bir rahipti.
Bu sırada gözlüklü olan, cılız ve tiz bir ses tonuyla konuştu: “Bu yoldan Taplow Court’a geleli daha bir ay bile olmadı; o zaman buna benzer bir şey görmediğime eminim.”
“Ortada birtakım sıkıntılar olduğunu kabul ediyorum.” dedi Bay Burleigh. “Ortada bazı dikkate değer sıkıntılar olduğunu kabul ediyorum. Yine de ilk önermemin hâlâ geçerli olduğu konusunda ısrar edeceğim.”
“Bunun Maidenhead Yolu olduğunu düşünmüyorsunuz ya?” diye sordu gözlüklü adam.
“Yapay olamayacak kadar mükemmel görünüyor!” dedi Bay Barnstaple sesinde hafif bir kararlılıkla.
“Ama sevgili dostum!” diye itiraz etti Bay Burleigh. “Bu yol fidanlıkçıları ile ünlüdür; bunlar bazen yeteneklerini olağanüstü güzellikteki sergilerle teşhir ederler. Reklam amaçlı olarak.”
“O zaman neden dümdüz ilerleyip Taplow Court’a gitmiyoruz?” diye sordu gözlüklü adam.
“Çünkü…” dedi Bay Burleigh, açıkça bilinen ama inatla görmezden gelinen bir gerçeği bir kez daha anlatmaya çalışan birinin doğal sertliğiyle, “Rupert başka bir dünyada olduğumuz konusunda ısrar ediyor. Ve devam etmek istemiyor. İşte bu yüzden. Her zaman gereğinden fazla hayal gücüne sahipti. Gerçekte olmayan şeylerin var olabileceğini düşünüyor. Şimdi de kendini bir tür bilimsel romansın içinde, bizim dünyamızın tamamen dışında sanıyor; başka bir boyutta. Bazen düşünüyorum da Rupert hayallerinin içinde yaşamak yerine onları yazmaya başlasa bu hepimiz için daha iyi olurdu. Eğer siz, sekreteri olarak, onu öğle yemeğine kadar Taplow Malikânesi’ne gitmeye ikna edebileceğinizi düşünüyorsanız…”
Bay Burleigh kelimelerin yetersiz kaldığı bu anda eliyle bir hareket yaparak cümlesini tamamladı.
Bay Barnstaple bu sırada, limuzinin yanındaki karmaşık çiçek kümelerini inceleyen, yavaş ve dikkatli bir şekilde hareket eden, buğday tenli, karikatüristler sayesinde oldukça aşina olduğu siyah bantlı silindir bir şapka takmış gri figürü fark etmişti. Bu, meşhur Rupert Catskill’dan başkası olamazdı; Savaş Bakanlığı sekreteri.
Bay Barnstaple ilk kez bu fazla maceracı politikacının fikirlerine katıldı. Bu başka bir dünyaydı. Arabasından çıkıp Bay Burleigh’ye hitap ederek konuşmaya başladı: “Bence, eğer yanmakta olan şu taş binayı incelersek nerede olduğumuza dair epey fikir edinebiliriz. Arka tarafında, yerde yatan birini gördüğümü sanıyorum. Eğer tüm bu aldatmacanın arkasındakilerden birini yakalayabilirsek…”
Cümlesini tamamlayamadı çünkü bunun bir aldatmaca olduğuna inanmıyordu. Bay Burleigh de son beş dakikadır onlarla aynı fikri paylaşmaya başlamıştı.
Dördü de üzerinden dumanlar tüten yıkıntılara doğru döndüler.
“Etrafta hiç kimsenin olmaması çok ilginç!” dedi gözleriyle ufku taramakta olan gözlüklü adam.
“Pekâlâ, şu yanan neymiş, öğrenmenin bir zararı olmayacak.” dedi Bay Burleigh ve zeki yüzünü devrilmiş ağaçlar arasındaki yıkıntılara doğru çevirerek önden yürümeye başladı.
Ancak çok fazla ilerleyemediler; çünkü tüm dikkatleri, hâlâ arabanın içinde oturmakta olan bayanın korku dolu çığlığı ile bir kez daha limuzine kaydı.
3. BÖLÜM
“Bu gerçekten de çok fazla!” diye öfkeyle bağıdı Bay Burleigh. “Böyle olayları önlemek için kanunlar olmalı!”
Gözlüklü adam “Gezici bir sirkten kaçmış olmalı.” dedi. “Ne yapmalıyız?”
Bay Burleigh “Uysal görünüyor.” diye cevap verdi ama bu teorisini test etmek için hiçbir girişimde bulunmadı.
“İnsanları çok ciddi bir şekilde korkutabilir!” dedikten sonra sesini biraz yükselterek bağırdı: “Paniğe kapılma Stella! Büyük ihtimalle ehlileştirilmiş ve zararsız. Şemsiyeyle onu ürkütme sakın. Sana saldırabilir. Stella!”
“O” son derece güzel ve büyük bir leopardı; gayet sakin bir şekilde çiçeklerin arasından çıkarak evcil bir kediymişçesine limuzinin yakınına, cam yolun ortasına uzanmıştı. Bu tür durumlarda hep yapıldığı gibi Bayan Stella olabildiğince hızlı bir şekilde şemsiyesini açıp kapatırken, hayvan da şaşkın şaşkın ve meraklı meraklı gözlerini kırpıştırarak ritmik bir şekilde başını iki yana sallıyordu. Şoför arabanın arkasına saklanmıştı. Hayvanın varlığından Bay Burleigh ve diğerlerini uyaran çığlık sayesinde haberdar olduğu anlaşılan Bay Rupert Catskill, dizlerine kadar gelen çiçeklerin arasında ayakta dikilmekteydi.
İlk hareket eden o oldu; böylece ne kadar kararlı biri olduğunu da gösterdi. Hem ihtiyatlı hem de cesur bir hareketti. “Şemsiyenizi sallamayı bırakın Bayan Stella!” dedi. “Onun dikkatini çekmeye çalışacağım.”
Hayvanın karşısına geçebilmek için arabanın etrafından dolandı. Sonra kısa bir an, orada olduğunu göstermek istiyorcasına kıpırdamaksızın bekledi; gri bir frak giymiş, siyah bantlı silindir şapkasıyla kendinden emin ufak tefek bir adam, hayvanı ürkütmemek için büyük bir dikkatle elini uzattı: “Gel pisicik!”
Leopar, Bayan Stella’nın