Erewhon’a İkinci Ziyaret. Samuel Butler

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Erewhon’a İkinci Ziyaret - Samuel Butler страница 5

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Erewhon’a İkinci Ziyaret - Samuel Butler

Скачать книгу

ganimetlerini metal bir kutunun içine koymaya karar vermiş olmalı; elbette kutunun üzerinde kuşları yıldıracak bir kilitle birlikte.

      Battaniyesini rulo yaptı ve omzuna yükledi; piposunu, tütününü, maşrapasını, kibritlerini, tuzunu ve biraz çay ile çörek alıp gitti. Her şeyi olabildiği kadar gönlünce düzenleyip son kez saatine baktı, ona göre birkaç hafta geçmiş gibiydi ama satin yedi civarında olduğunu gördü.

      Saatini yıllar önce ona ne dertler açtığını hatırlayarak heybelerini indirip tekrar açtı ve içine koydu. Sonra da heykelleri görmüş olduğu sırta doğru dağ yamacına tırmanmak üzere yola koyuldu.

      3. Bölüm

      Babam Kamp Yaparken Profesör Hanky ve Panky Tarafından Görülür

      Babamın, tırmanışı hatırladığından daha yorucuydu. Dediğine göre tırmanış sorunsuzdu ve artık saati olmadığından tahminine göre yaklaşık dört beş saatini aldı ama zorluk sayılabilecek pek bir şey olmadı. Sırttan gelen su yolu yeterli bir rehberdi; bir iki şelale vardı ama onu fazla oyalamadılar.

      Üç bin fit kadar tırmandıktan sonra heykellerden gelecek sesler için dikkat kesildi; ama hiçbir şey duymadı ve sonra taze kar yağışına rastlayıncaya kadar zorlukla ilerledi. Bunun, önceki gün dağların zirvelerini beyazlattığını gördüğü kar yağışınının bir kısmı olduğunu biliyordu; böylece sırta yaklaşıyor olması gerektiğini anladı. Kar hızla derinleşmeye başladı ve heykellere ulaştığında iki üç inç derinliğe ulaştı.

      Heykelleri beklediğinden daha küçük buldu. Kitabında onları gördükten epey ay sonra normal hayattakinin yaklaşık altı katı kadar büyüklükte olduklarını yazmıştı ama şimdi anca dört beş katı büyüklükte olabileceklerini düşündü. Ağızları karla kapanmıştı, bu yüzden güçlü rüzgâr olsaydı bile -ki yoktu-uğuldayamazlardı. Diğer açılardan da onları ilk gördüğü zamankinden daha etkileyici bulmadı. Biraz etraflarında dolaştıktan sonra yola devam etti.

      Kar çok fazla devam etmedi ama babam kısa sürede yoğun bir bulut grubunun arasına girdi ve geçiş yolundan çıkan nehir boyunca yolunu, tedbirli bir şekilde etrafı yoklayarak bulmak zorunda kaldı. Temiz havaya çıktığında yaklaşık iki saat geçmişti. Kendisini yosunlanmış eski bir gölün yatağında buldu. İnişin bu tarafını tamamen unutmuştu -belki de bulutlar tepede asılı kalacaktı- ancak aşağı bakıp da zeminin kekliklerden biraz küçük olan bıldırcınlarla dolu olduğunu görünce çok sevindi. Bu bıldırcınların çokluğu onu şaşırttı çünkü Erewhon’daki dağlardan başka yerde bu kadar bol bulunduklarını hatırlamıyordu.

      Erewhon’daki bıldırcınlar, nesli tükenmiş Yeni Zelanda bıldırcınları gibi ardı ardına birkaç metrelik üç başarılı uçuş yapabilirdi ama sonra yorulurlardı; bu yüzden bıldırcınlar hiç ateş yakılmayan ve vahşi hayvanların onları sıkıştıramayacağı yerlede bulunurdu. Avrupa medeniyetlerinde insanlara eşlik eden kediler ve köpekler yakında onları yok edeceklerdi; bu yüzden babam etrafta hâlâ herhangi bir köy olmadığı sonucuna vardı.

      Ayrıca hiç koyun ya da keçi pisliği göremedi ve eskiden bundan çok daha fazla koyun izi bulmuş olduğunu hatırladığından bu onu şaşırttı. Şüphesiz kitabımı yazdığımda inişin ne kadar uzun sürdüğünü unutmuşum,diye düşündü. Ama bu tuhaftı, çünkü çimen yeterince iyi bir besindi ve bolca olması gerekirdi.

      Yemek yemek için bile durmadı, sadece yürürken çörek yedi ve ardından tırmanmaktan yorgun düşmüş bir hâlde kendisine uzun bir dinlenme çekti. Gece kamp yaptığı zamanlar yemek üzere iki düzine bıldırcın avladı.

      İnsanlar ona nasıl yaşadığını sorduklarında -ki kesin soracaklardı- ne diyecekti? Kişisel eşyalarından birazını satmanın güvenli bir yolunu bulana kadar kendisini idare edecek Erewhon parasını nereden bulacaktı?

      Balona bindiklerinde yanında biraz Erewhon parası vardı ancak onları da balon denize yaklaştığında el yazmaları ve giysileri dışındaki her şeyle beraber atmıştı. Yanında, satmaya cesaret edebileceği hiçbir şey yoktu ve bir sürü altını olduğu hâlde gerçekte beş parasızdı.

      Derken bıldırcınları gördüğünde tekrar dost bir ruh yolunu kolaylaştırıyormuş geldi ona. Bıldırcınlar Coldharbour (hapsedildiği şehir)’da sevilen yiyecekler olduğundan ve ona İngiliz şilini değerinde biraz Erewhon parası kazandıracaklarını düşündüğünden bıldırcın yakalayıp orada satmaya karara verdi.

      İki düzine bıldırcın yakalaması iki üç saat sürdü. Yeterli olduğuna inandığı zaman bacaklarını sazlarla birbirine bağladı ve bütün hepsinin içinden sağlam bir çubuk geçirdi. Hemen ardından bodur çam ormanına geldi. Fazla olmasa da yine de korunak yapmasına ve kendisi için iyi bir ateş yakmasına yetecek kadar çalı vardı. Günler uzun olduğundan durumu idare edebilirdi ancak güneş batar batmaz hava serinleyip dondurucu olmaya başladı.

      Geceyi burada geçirmeye karar verdi. Ağaçların en sık olduğu yeri seçti, ateşini yaktı, dört tane bıldırcın yoldu ve temizledi. Şiddetli akıntıda tenceresini suyla doldurdu, maşrapasında çay yaptı ve kuşlardan iki tanesini közleyip yedi. Bunları yaptıktan sonra piposunu yaktı ve olanları düşünmeye başladı.Şimdiye kadar her şey iyi,dedi kendi kendine. Ama kelimeleri zor seçiyordu. Sonra hâlâ belli bir mesafeden gelen ama kendisine doğru ilerliyormuş gibi çıkan seslerle şaşkına döndü.

      Tenceresini, maşrapasını, çayını, çöreğini, battaniyesini ve ertesi sabah atmak üzere saklamış olduğu şeyleri anında toparladı; kendisini ele verebilecek her şeyi aceleyle ormanda birkaç metre uzağa, seslerin geldiği yönün tam tersine taşıdı ama bıldırcınları olduğu yerde bıraktı, purosunu ve tütününü de cebine koydu.

      Sesler gitgide yaklaştı. Neler konuşulduğunu duyana kadar babamın tek yapabildiği geri gidip ateşin başında masumca oturmak oldu.

      Konuşanlardan biri “Tanrı’ya şükür sonunda birilerini bulduk galiba. Umarım kaçak avcı değildir, dikkatli olsak iyi olur.” dedi (Tabii ki Erewhon dilinde.).

      Diğeri, “Saçmalık! Koruculardan biri olmalı. Kimse kaçak avlanırken kralın topraklarında ateş yakmaya cesaret edemez. Saat kaç olmuş?” diye cevap verdi.

      “Dokuz buçuk.”

      Karanlıktan parıldayan ateşin ışığına çıkıp konuşan kişinin elinde bir saat vardı. Babam bakınca onun yaklaşık yirmi yıl önce Erewhon’a girerken taktığı saatin tıpatıp aynısı olduğunu gördü. Hadi saat neyse de bu iki adamın giysileri çok daha şaşırtıcıydı.

      Erewhon giysileri içinde değillerdi. Biri İngiliz gibi ya da neredeyse İngiliz gibi giyinmişken diğeri aynı giysileri tersten giymişti ki yüzü babama bakarken vücudu ona arkası dönükmüş gibi görünüyordu. Aslında adamın kafası ters olarak vidalanmış gibiydi ama belli ki soyunmuş olsaydı normal insanlar gibi görünecekti.

      Bütün bunlar ne demek oluyordu? Adamlar elli yaş civarındaydı. Hâli vakti yerinde insanlardı; iyi giyimli, iyi beslenmiş ve babamın içgüdüsel olarak akademik sınıfa mensup olduklarını hissettiği insanlardı. Fark edilir şekilde İngiliz gibi giyinmiş olanı da babamı en az saat takmış olan kadar korkuttu. Sanki akıl hastanesinden yeni kaçmış gibi

Скачать книгу