Hürrem Sultan. M. Turhan Tan
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Hürrem Sultan - M. Turhan Tan страница 4
Ve hızlı hızlı yürüdü, odadan çıktı, kendi dairesine doğru gitmeye koyuldu. Dalgındı, farkında olmadan boyuna şu beyti tekrar ediyordu:
Eğerçi yeryüzü hurremdir, ey dost
Velî sensiz gönül pürgamdır ey dost! 6
Yatak odasının eşiği önünde bu terennüm dudaklarından silindi, kelimelerin yerine geniş bir tebessüm geldi ve için için söylendi:
“Küçüğü korumak için büyüğü avutmalı, böyle yapmazsak gülü dalında kuruturlar, yüreğime dert düşürürler.”
Bu söylenişi müteakip odaya girmekten vazgeçti, adımlarını Mahidevran’ın dairesine çevirdi ve onu küçük şehzadenin yanında buldu. Ana, gürbüz yavrusunu dizine yatırmıştı, saçlannı okşuyordu. Karşısında el pençe divan duran başkalfa da alı al, moru mor bir çehreyle bir şeyler anlatıyordu.
Genç hükümdarın odaya girmesiyle beraber kalfanın dili tutuldu, yüzünün rengi değişti, dizlerine titreme geldi. Bayılacak ve bulunduğu yere düşüp yığılacak gibiydi. Süleyman, cürmümeşhut hâlinde yakalanmışa benzeyen bu kadının acıklı telaşını sezmemiş gibi göründü, yavrusunu kucaklayıp yerinden sıçrayan hasekinin yanına gitti:
“Gönlüm…” dedi. “Seni özledi, geldim. Mustafa’yı validemin yanına yolla, biraz baş başa kalalım.”
Ve onun cevabını beklemeden kalfaya çocuğu gösterdi:
“Bunu al götür, soframın da burada kurulmasını kilerci kadına söyle.”
Bir lahza sonra odada yalnız kalmışlardı ve genç hükümdar, on yıllık gözdesinin yanı başına oturarak tatlı tatlı konuşmaya girişmişti. Daha beş dakika önce, Rus halayık için verilen emri haber almış ve ruhundan yaralanmış olan haseki, şu ziyaretin kendini avutmak maksadıyla yapıldığını sezmekle beraber -uyuşturucu ilaç almış bir hasta gibi- ızdıraptan sıyrılıyor, yavaş yavaş neşeleniyordu. Milyonlarca insanın hayatını, mukadderatını tasarruf eden, bir tek sözüyle dilediği adamı alçaltan veya yükselten bu kudretli mahlukun riyali bir hesaba müstenit de olsa -kendi dizinin dibinde- sevgiden, vefakârlıktan bahsetmesi hoşuna gidiyor ve bu yalandan bahtiyar oluyordu.
Hünkâr da gerçekten canlı ve heyecanlı konuşuyordu. Şairliği feveran hâlindeydi, boyuna nükteler sıralıyor ve birbiri ardınca kıvrak beyitler okuyordu. Bir aralık bu heyecan son haddini buldu ve genç tâcidar, Mahidevran’ın ellerini yakaladı, “İnan kadın, inan!” diye bağırdıktan sonra sesini birden yavaşlattı, dudaklarını onun kulağına yaklaştırdı, bayıltgan bir ahenkle fısıldadı:
Harimi cenneti hüsnün yeter penâh hana
Harâmdır dahi bir gayri secdegâh bana
Mahidevran, iç yaralarından tamamıyla kurtulmuştu, beyni döne döne ve kalbi eriye eriye efendisine sarılıyordu. Bu, bir yıkılıştı, bir harap oluştu. Fakat onun için bir saadetti ve birkaç saatten beri çektiği ıstırap hep bu saadeti elden kaçırmamak korkusundan doğuyordu. Hünkâr, muhtemel densizliklerinin önüne geçmek için avutmak istediği kadının -uzun günler ayılamayacak kadar sarhoş olduğunu görünce- yavaş yavaş ciddiyetini ve sertliğini takındı, parmaklarını güzel hasekinin saçlarından ayırmamakla beraber sesine başka bir ahenk verdi:
“Mahidevran!” dedi. “Yüreğimin içini görebiliyor musun?”
Kadın, yarım kalmış tatlı bir rüyanın hasretini taşır gibi şaşkın ve muzdarip başını kaldırdı, efendisinin gözlerine baktı. Oradan, o iki sarı ela köşeden yol ve ışık alıp söylenilen yere, hünkârın kalbine inmek istedi. Fakat umduğu, aradığı yolu ve ışığı bulamadı, sarı ela gözlerde kumral bir çehrenin, beyaz bir endamın yerleştiğini görür gibi oldu, sendeledi ve inledi.
“Yüreğinde o Rus kızı oturuyor!”
Süleyman güldü:
“Demek ki sen bana bakıp onu görüyorsun!”
Ve iki uzun buse arasında ilave etti:
“Ben sana bakıp onu unutmak istiyorum. Buna inanmalısın!”
Tam bu sırada kilerci kadın içeri girdi, sofra kurmaya girişti. Mahidevran, yine füturla ümit arasında sallanıyordu. Fakat yemekten sonra ümit yıkıldı, fütur başladı. Çünkü hünkâr, “İşim var, artık ayrılalım.” deyip dairesine çekilivermişti.
Bu görüşmenin, bu baş başa kalışın son bir telaki olduğunu acaba tahmin etseler böyle mi ayrılırlardı?
ATEŞ HATTINDA AŞK
Sadrazam Piri Paşa, yeri öpüp geri çekildi. Hünkârın yüzünü biraz solgun gördüğü için endişelenmişti, önüne bakar gibi davranarak gizlice bu soluk çehrenin sakladığı düşünceleri araştırıyordu. Süleyman, uzunca bir lahza sessiz kaldıktan sonra eliyle, odanın bir kenarında serili duran Bursa ihramını gösterdi:
“Otur lala.” dedi. “Ayakta durma.”
Piri Paşa, yere kadar eğildi ve telaşla cevap verdi:
“Estağfurullah efendim. Kul haddini bilir.”
“Uzun etme lala otur. Çünkü konuşmamız hayli uzun sürecek. Yorulur, rahatsız olursun.”
Sadrazam bu sefer, “El’emrü fevkaledeb.”7 dedi, işaret olunan yere oturdu ve hünkârın sorduğu soru üzerine anlatmaya koyuldu:
“Kurtoğlu, Rodos işini dilinden düşürmez oldu, hakkı da yok değil. Mısır’a gidip gelecek gemilerimizin emniyeti için adanın alınması gerek.”
Hünkâr, sadrazamın sözünü kesti:
“Eski hıncı çıkarmak için de bu işi başarmak lazım.”
“Doğrudur şevketli hünkâr. Hınç meselesi de var. Fakat biz öç almak için değil, Akdeniz’i de Türk yapmak için Rodos’a el atmak isteriz. Şövalyeler yolkesenlik ediyorlar, şu koyda, bu koyda pusu kurup silahsız yolcuları yakalıyorlar, küreğe koyuyorlar. Hainlerin elinde binden fazla tutsak bulunduğunu sanıyorum. Onlar, bizim yardıma koşmamızı bekliyorlar.”
“İyi ya, hemen yürüyelim. Ne bekliyoruz böyle?”
“Kurtoğlu kulun da öyle diyor, Vezir Mustafa kölense oturamaz oldu, elinden gelse tek başına Rodos’a koşacak. ”8
Hünkârın kaşları çatıldı:
“Ben de telaş içindeyim, bir ayak önce savaşa girişmek istiyorum. Fakat sen, yalnız sen, bıyık falından ayrılmıyorsun.”
“Merhamet buyur hünkârım, celallenme. Maslahat büyüktür, düşünmek ve çok düşünmek ister. Makamı cennet olsun, pederiniz merhum gibi bir sahipkıran Rodos üzerine
6
Bu beyit, Sirozlu olup Cem Sultan’ın kâtipliğinde ve nişancılığında bulunan, o talihsiz prensle Avrupa’da dolaşan ve bir aralık derviş kıyafetinde İstanbul’a gelmişken tanınarak Galata’da çuvala konulup denize atılan Sadi’nin bir gazelindendir, gazelin bütünü de şudur:
Sadi on beşinci asrın kuvvetli şairlerindendir. Veliyeddin oğlunu taklit eder gibi görünürse de üslubunda -hele sadelik ve tabiilik itibariyle- yine bir hususiyet vardır.
7
El’emrü fevkaledeb: Emir, edepten üstündür. (e.n.)
8
Kurtoğlu o sırada donanma amirali olup Sultan Süleyman’ın tahta çıkar çıkmaz başını kestirttiği Cafer Bey’in yerine bu işe tayin olunmuştu.