Ölüler Yaşıyor mu?. Hüseyin Rahmi Gürpınar
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Ölüler Yaşıyor mu? - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 6
Bu garip olayı her kime anlattımsa alaycı bir imansızlıkla karşılandım. Bu mucizevi görüşüm sırasında bir şey dikkatimi çekmişti. Kız kardeşimin yüzünün sağ tarafında taze bir çizik, bir sıyrıntı görmüştüm. Bunu anlatınca annem haykıra haykıra bayıldı. Başına üşüştük. Ayılınca annem bu büyük üzüntüsünün nedenini bize şöyle anlattı:
‘Yavrucağımın cenaze tuvaletini yapıyordum. Acımın şiddetinden elim titredi. İğne ile yüzünü çizdim. Ve sonra bu sıyrıntıyı pudra ile örterek tamire uğraştım. Bunun benden başka kimse farkında değildir… Oğulcuğum, sözlerinin gerçek olduğuna şimdi inandım. Başka ispata hacet yok.’
Bir ölünün böyle garip bir biçimde görünmesi diriler için olacak bir ölüm olayına işaret sayılıyor. Gerçekten de çok sürmeden annem öldü.”
Mürebbiye okumayı bitirdikten sonra Talat Bey’in yüzüne bakarak: “İşte size cildiyle, sayfasıyla güvenilir bir kaynak göstererek olayı okudum. Ne dersiniz? Bilim ve gerçek adına saf kimseleri aldatmak için böyle yalanlar düzmeye tenezzül edenlerin olacağına inanıyor musunuz?”
Dayı bey düşünceli bir ağırlıkla bir cigara tazeleyerek cevap verdi:
“Her yalanın anlatıcısına ahlaksız denemez. Çünkü kendileri inanarak yalanı doğru sanıp da söyleyenler de vardır. Okuduğunuz olayın kaynağı ne kadar güvenilir olursa olsun bu garip şeye inanabilmek için işin içi ayıklanacak pürüzlerle doludur. Bir kız ölümünden dokuz yıl sonra daha dün ölmüş gibi yüzündeki taze çizgi ile görünüyor. Haydi buna peki diyelim. Lakin bir insan vücudunun nelerden meydana gelmiş olduğunu biliyoruz. Bir fantomunki incelemeye geliyor mu? Görünüyor, üstüne varılınca kayboluveriyor diyorlar. Gözle görülüp de elle tutulamayan bu hayalet nedir? Bunu seraba, gökkuşağına benzetmek pek doğru olamaz. Çünkü bu son ikisinin nasıl olduklarını fizik bize açıklıyor. Fantoma deneysel bilim usulü uygulanabilir mi? Hangi bilim, hangi teknoloji bunu inceleme gücündedir? Ölüm olayını incelemek, çözümlemek ve açıklamak için önümüzde organik yaşamı durmuş bir ceset vardır. Bu maddi varlığı bırakıp da ele avuca sığmaz madde dışı bir şeyin arkasından koşarak bu kuruntu üzerine sorunlar kurmak…”
“Beyefendi, fantomların, yani sizin hayalet dediğiniz şeylerin göründükleri muhakkaktır. Bunların vücutlarını kesinlikle inkâr etmekle bu çok nazik sorun çözümlenmiş olamaz. Hayat ve ölüm, bu iki olay arasındaki geçitte çok sır gizlidir. Cesedin maddi varlığından kurtulmuş bir ölünün ruhu henüz mahbesinde bulunan bir dirinin ruhuna görünemez mi? Yani bu veya şu biçimde herhangi bir yolla kendini ona duyuramaz mı?”
“Ne bileyim? Ruh denince düşüncem bir bilinmeyenle karşılaşıyor. Ölü, diri iki ruhun herhangi bir yolla birbirine kendilerini duyurabildikleri olayı çözümlenmiş olsa mesele bitmiş gibi oluyor. Göze görünenle görünmeyen arasındaki ilişkiyi tespit kabil olur mu?”
“Göze görünenle görünmeyen, gene oraya geldik. Görünen, görünmeyen, bu ne demektir? Şimdi ona bakalım. Maddi varlıkla madde dışı varlık… Göze görünen, tartıya, dokunmaya gelen madde dediğimiz şey, göze görünmeyen, dokunmaya tartıya gelemeyen fantomların birikintisinden meydana gelir. Gözlere görünen aynı madde birkaç dakika içinde görünmez olabilir. Yaz gününde bir bulutun meydana gelişini ve sonra mavi gökte kayboluşunu inceleyiniz. Bir biçim değiştirme yani bir dönüşüm olayı karşısında bulunduğunuzu anlarsınız. Ateş, bir madde kitlesini buhara, yani görünmez, tartılmaz moleküller hâline getiriyor. Su, hava, karbon, azot ve başka elementler meydana getirdikleri sağ vücutlarda ve inorganik cisimlerde dokunulabilirdirler. Bizim gözlerimiz ve duygularımız için bir mermer, bir demir parçası, bir insan, bir ağaç; katı, yoğun ve dayanıklıdır. Elektrik akımı için hava direnç gösterir. Metal bir parça ise elektriği geçirir. Bize üstün ve bunun için de öteki duygu ve kabiliyetleri olan ruhlara bu katı madde gerçek dışı görünebilir. Ve buna karşılık ‘düşünce’ incelenmesi mümkün bir gerçek, bir varlık biçimini alabilir. Bu söylediklerim ulu orta sözlerden sayılmasın. Doğrudan doğruya duygularımıza çarpan dünya ile ilgili olaylarda, hayvanlar âleminde ve özellikle yaratılış tabakasında kendimizden aşağı saydığımız böceklerin hayatında çok gariplikler görmekteyiz. Böcekler bazı geçiş duygularında bizden üstündürler. Bizimkilerden başka türlü, anlaşılmaz, şaşırtıcı duygularıyla entomologiste’leri hayretlere düşürmektedirler.
Talat Bey hâlâ yüzünde sürüp giden inançsızlık gülümsemesiyle:
“Madam, bulutun tabii ne olduğunu biliyoruz. Yoğunluğu azala azala bu havai şey sonunda gözlere görünmez olur. Biz bir atmosfer banyosu içinde yaşıyoruz. Ciğerlerimiz, gözeneklerimiz daima bununla alışveriş hâlindedir. Bir dakika onsuz kalsak ölürüz. Fakat sissiz, bulutsuz, kuru havalarda etrafımızda hiçbir şey göremiyoruz. Havanın yoğunluk ve saydamlığından fantomların yaratılışları üstüne bir kıyas çıkarmayı hiç doğru bulamıyorum. Böceklerin bazı konularda bize üstün kavramaları olabilir. Ama bu hâl beyince gelişme eseri değil, büsbütün içgüdüsel bir şeydir. Böceğin dirisi, ölüsü bir mikroskop, bir neşter altında incelenebilir. Fantomların erilir, tutulur yerleri yoktur. Bunlar üstüne söylenenler benim için bir masal garipliğinden farklı değildir.”
“Mösyö, öteki dünya ile ilgili olayları böyle dünya ile ilgili duygularınızın yardımıyla ölçüp biçmekte inat ederseniz mezarın öbür yanında olanlardan hiçbir şey anlayamazsınız. Ruhlar, görmek için göze, işitmek için kulağa vb. bizdeki kaba duyu organlarına muhtaç değildirler.”
“Ne kadar kaba sayarsanız sayınız madam, etrafımda olup bitenleri doğanın bana vermiş olduğu beş duygu ile ölçüp biçmeye mecburum. Bir zamanlar ortaya altıncı, yedinci duygu modası çıkarıldı ama benim beş organıma yeniden bir şey eklenmediği için bu iddianın aslının ne olduğunu anlayamıyorum.”
VII
ŞEYH BATTAL’IN FANTOMU
Odada bu tartışma sürüp giderken dışarıdan koşuşmalar, çığlıklar işitildi. Ufak birer helecanla kulak verdiler. Ne oluyordu? Yangın mı? Hırsız mı? Beklenmedik bir kaza mı? Yarım dakika sürmeden oda kapısı hızla açıldı. Leman, kaçık bir benizle içeriye girdi. Titreye titreye kendini annesinin kucağına attı.
Hanımefendi şaşırarak: “Ne oldun kızım? Nedir bu korku? Bu telaş? Bu helecan?”
Leman sönük gözlerle kapıya doğru bakarak: “Geliyorlar mı?”
“Kim?”
“Fantom.”
“Nasıl fantom?”
Gene oda kapısı açıldı. Önde Dilaver, arkada anası Çeşmifettan kadın kendilerini içeriye attılar.
Çeşmifettan, çocukların dadısıdır. Çok zaman önce azat edilmiş, evlendirilmiş, bir oğlu olduktan sonra kocası öldüğünden tekrar konağa dönmüştür. Dilaver on yedi yaşında, komik mizaçlı, zeki bir çocuktur.
Hanımefendi: “Dilaver, ne oldunuz?”
Dilaver