Kuzin Bette. Оноре де Бальзак

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kuzin Bette - Оноре де Бальзак страница 15

Жанр:
Серия:
Издательство:
Kuzin Bette - Оноре де Бальзак

Скачать книгу

ayrılırken:

      “Bu, bizim dairedeki müdür Baron Hulot’nun ta kendisi!” diye bağırdı.

      “Peki, Marneffe, avlu dibindeki üçüncü katta şu delikanlı ile yaşayan ihtiyar kız onun kuzini mi? Bunu ancak bugün, o da tesadüfen öğrenmemiz pek garip değil mi?”

      “Matmazel Fischer bir delikanlı ile yaşasın!..” diye memur tekrarladı. “Bunlar birtakım kapıcı kadın dedikoduları. Nezarette her istediğini yapan bir Devlet Müşaviri’nin kuzininden böylesine hafiflikle söz etmeyelim. Haydi, sofraya otur. Saat dörtten beri seni bekliyorum!”

      Napolyon’un meşhur muavinlerinden birinin, Kont de Montcornet’nin gayrimeşru kızı dilber Madam Marneffe, yirmi bin franklık bir drahoma sayesinde Harbiye Nezaretinin küçük bir memuruyla evlenmişti. Hayatının son altı ayında Fransa mareşali olan ünlü korgeneralin itibarı sayesinde bu pısırık, umulmadık bir şekilde kendi bürosunun birinci kâtibi mevkisine nail olmuştu ama şef muavini olacağı bir sırada mareşalin ölümü, Marneffe’le karısının umutlarını tamamen suya düşürmüştü. Gerek borçlarını ödemek, gerek yeni ev açan bir bekâra lüzumlu şeyler ve bilhassa ana evinde alıştığı eğlencelerden vazgeçmek istemeyen güzel bir kadının aşırı istekleriyle Matmazel Valérie Fortin’in drahomasını çoktan eriten Marneffe Efendi’nin servetinin azlığı, aileyi kiradan tasarruf etmeye zorlamıştı. Harbiye Nezaretinden ve Paris’in göbeğinden az uzak olan Doyenné Sokağı’nın mevkisi, aşağı yukarı dört yıldır Matmazel Fischer’le aynı evde oturan Mösyö ve Madam Marneffe’in işlerine geldi.

      Jean-Paul-Stanislas Marneffe Efendi, ahlak bozukluğunun verdiği o bir tür kudret sayesinde alıklaşmaya, aptallaşmaya dayanan o memur soyundandır. Saçları, sakalı seyrek, solgun, sarı, kırışık olduğu kadar da yorgun yüzlü, göz kapakları hafif kızarık ve gözlüklü, miskin tavırlı ve daha da miskin kıyafetli bu zayıf, ufak tefek adam, herkesin adaba mugayir suçlardan dolayı ağır ceza mahkemesine sürüklenebileceğini tasavvur ettiği bir tip yaratıyordu.

      Birçok Parisli aile ocaklarının örneği olan ve bu aile tarafından işgal edilen apartman, nice evlerde hüküm süren o sahte lüksün aldatıcı görünüşlerini arz ederdi. Salonda, pamuğu bozulmuş kadifelerle kaplı mobilyalar; kötü işlenmiş, kaba bir şekilde boyanmış, Floransa taklidi alçıdan heykelcikler; dökme kristalden avize; ucuzluğu, içine katıştırılmış ve çıplak gözle görünür hâle gelmiş pamuk miktarıyla sonradan anlaşılan halı… Her şey, yünden damasko kumaşının üç yıllık bir şaşaası bile olmadığını anlatan perdelere varıncaya kadar her şey, kilise önündeki üstü başı partal bir fukara gibi sefaleti terennüm ederdi. Tek bir kadın hizmetçi tarafından az bir itina gören yemek salonu, taşra otellerindeki yemek salonlarının mide bulandıran manzarasını veriyordu; orada her şey kirli, her şey bakımsızdır.

      Mösyönün bir talebe odasına pek benzeyen, kendisi gibi solmuş, yıpranmış, haftada bir düzeltilen bekâr yatağı, bekâr mobilyası ile döşeli odası; her şeyin öteye beriye atıldığı, eski çorapların çiçekleri tozla resmedilmiş gibi göze görünen, kıldan, yırtılarak patlamış ve kılları çıkmış sandalyeler üstünde asılı durduğu bu korkunç oda, evine karşı lakayt, ömrünü dışarıda, kumarda, kahvelerde veya başka yerlerde geçiren bir adamı pekâlâ ilan ediyordu.

      Madamın odası, perdelerin dumandan ve tozdan sarardığı, tabiatıyla kendi hâline bırakılmış çocuğun her yerde oyuncaklarını sürdüğü, apartmanı lekeleyen zilletli bakımsızlık ortasında bir istisna teşkil ediyordu. Valérie’nin, sokak üzerine bina edilmiş eve yalnız bir taraftan avlu nihayetindeki komşu bina ile yaslanmış parçasına bağlayan cephedeki, zarif bir şekilde Acem halısı kaplı, pelesenk ağacından mobilyalı odası ve küçük tuvalet odasında, güzel kadın, daha doğrusu metres kokusu vardı. Ocağın kadifeden saçak perdesi üstünde zamane modası bir saat yükseliyordu. Oldukça iyi süslenmiş bir Dunkerque dolap, lüks bir şekilde yapılmış Çin porseleninden çiçeklikler görünüyordu. Yatak, tuvalet, aynalı dolap, iki kişilik kanepe, lüzumlu cici bici eşya, günün zevklerine ve fantezilerine işaret ediyordu.

      Her ne kadar bunlar zenginlik, zarafet bakımından üçüncü derece, buradaki her şey üç yıl önceye ait idiyse de bir züppe, bu lüks için burjuva damgası taşıdığını söylemekten başka edecek söz bulamazdı. Zevkin kendisine mal etmeyi bildiği şeylerden doğan sanattan, zarafetten burada katiyen eser yoktu. Bir içtimai ilimler doktoru bunların, evli bir kadının evinde daima mevcut olmayan, her zaman o yarım ilahtan gelme ufak tefek mücevherler olduğunu anlardı.

      Karı kocanın ve çocuklarının yedikleri, dört saat geciken akşam yemeği bu ailenin geçirdiği geçim sıkıntısını izaha kâfiydi çünkü yemek sofrası Paris evlerinde servetin en emniyetli termometresidir. Fasulye suyuyla yapılmış karışık sebzeli çorba, et suyu yerine su ile yapılmış patatesli bir dana eti parçası, en aşağılığından bir tabak kuru fasulyeyle kiraz. Hepsi de gümüş alaşımı, tok sesli, kasvetli takımlarla, kenarları kırık tabaklarda, kaplarla hazırlanan ve yenen bütün bu yemekler, bu kadına layık bir yemek listesi miydi? Baron bu hâli görse kederinden ağlardı. Kirli sürahiler bile köşe başındaki şarapçıdan litre ile satın alınan açık şarabın rengini gizleyemiyordu. Peçeteler bir haftadır kullanılıyordu. Nihayet, her şey haysiyetsiz bir sefaleti, karı ile kocanın aileye karşı kayıtsızlığını açığa vuruyordu. En alelade bir müşahit, onları görünce kendi kendine, bu iki mahlukun yaşamak zaruretinin artık mesut bir dolandırıcılığa başvuracak o uğursuz ana ulaştıklarını görürdü.

      Valérie tarafından kocasına söylenen ilk cümle, akşam yemeğinin maruz kaldığı, belki de aşçı kadının Valérie’nin çıkarına olan fedakârlığından doğan gecikmeyi esasen izah edecekti:

      “Samanon senetlerini ancak yüzde elli ile kırmak istiyor, teminat olarak da maaşların için bir vekâlet istiyor.”

      İkramiyeler hariç, yirmi dört bin franklık bir maaşı olan Harbiye Nezareti müdürünün evinde henüz gizli olan sefalet, memurun evinde son haddine varmıştı.

      Koca, karısına bakarak, “Müdürü mü kafesledin?” dedi.

      Kadın, kulis argosundan alınma bu sözden hiç alınmaksızın “Sanırım.” diye karşılık verdi.

      “Hâlimiz ne olacak?” diye Marneffe devam etti. “Ev sahibi yarın hacze gelecek. Vasiyetini yapmadan ölüp giden şu baban yok mu? Namusum hakkı için şu imparatorluk adamlarının hepsi de kendilerini imparatorlukları gibi ölmez sanıyorlar.”

      “Zavallı baba…” dedi kadın. “Çocuğu olarak bir ben vardım, beni pek severdi. Vasiyetname bırakmış olsaydı bile Kontes onu yakardı ki o adamın ara sıra bize üç veya dört bin franklık kaimeler verdiği olurdu!”

      “Dört taksit, on beş bin frank borcumuz var! Mobilyamız bu kadar eder mi? That is the question!8 demiş Shakespeare.”

      Hizmetçi kadının Cezayir’den dönmüş yiğit bir asker için suyunu ayırdığı dana etinden ancak birkaç lokma almış olan Valérie, “Haydi, Allah’a ısmarladık, kedim!” dedi. “Büyük dertlere büyük derman!”

      Marneffe kapıda karısının önüne geçerek “Valérie! Nereye gidiyorsun?” diye bağırdı.

      O,

Скачать книгу


<p>8</p>

İşte mesele bu!