Kuzin Bette. Оноре де Бальзак
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kuzin Bette - Оноре де Бальзак страница 12
“Bunu nerede paraya değiştirtebiliriz?” diye Kuzin Bette sordu. “Güneşten istifade etmek, çok toprak ister.”
Birbiri ardından söylenen, akla gelecek çılgınlıkları peşinden sürükleyen bu şakalar, Barones’e kızının istikbalini, onu yaşının bütün neşesine kendini kapıp koyvermiş gördüğü bugünüyle mukayese ettirerek dertlerini iki kat arttırmış olan o gülmeleri doğuruyordu.
Bu mücevherle derin düşüncelere sürüklenen Hortense, “Ama altı aylık bir emek isteyen mücevherler hediye etmesi için onun sana karşı büyük minnetler beslemiş olması lazım değil mi?” diye sordu.
“Yo, sen bir solukta lüzumundan fazla şeyler öğrenmek istiyorsun!” diye Kuzin Bette karşılık verdi. “Ama dinle… Bak, seni bir komploya sokacağım.”
“Âşığınla birlik mi olacağım?”
“Ah! Onu pek görmek isterdin, bilirim! Ama anlarsın ya, beş yıldır bir âşığı elinde tutmasını bilen Bette’iniz gibi ihtiyar bir kız onu iyi de saklar… Onun için bizi rahat bırak. Görüyorsun ya, benim ne kedim ne kanaryam ne köpeğim ne de papağanım var; benim gibi kart bir dişi keçinin sevecek, hırpalayacak küçük bir şeyi olmalı. İşte! Ben de kendime bir Polonyalı buldum.”
“Bıyıkları var mı?”
Bette, sırma iplik sarılı bir iği göstererek “Bunun gibi uzun.” dedi.
Kuzin Bette işini daima şehre yanında götürür, akşam yemeğini beklerken iş işlerdi.
“Durmadan bana böyle birtakım sorular sorarsan, hiçbir şey öğrenemezsin.” diye devam etti. “Daha yirmi iki yaşındasın ama kırk ikisinde, hatta kırk üçünde olan benden daha çenebazsın.”
“Dinliyorum, ses çıkarmayacağım…” dedi Hortense.
“Âşığım on iki parmak yüksekliğinde bronzdan bir heykel yaptı.” diye konuştu Kuzin Bette. “Bu, bir arslanı parçalayan Samson’u tasvir ediyor; onu şimdi, Samson kadar eski olduğuna herkesi inandırmak için gömdü, paslandırdı. Bu şaheser, Carrousel Meydanı’ndaki dükkânlardan, benim evime yakın binbir çeşit mağazalardan birinde teşhir edilmiştir. Şayet ticaret ve Ziraat Nazırı Mösyö Popinot’yu veya Kont de Rastignac’ı tanıyan baban onlara, gözüne ilişmiş güzel bir şaheser diye bu heykelin sözünü edebilse anlaşılan o büyük şahsiyetler bizim püsküllerle uğraşacak yerde, bu metaya ehemmiyet verirlermiş; şayet bu maskara bakır parçasını satın alırlar veya görmeye gelirlerse âşığım servet sahibi olacakmış. Oğlancağız bu ehemmiyetsiz şeyin antika sanılacağını, ona pek yüksek fiyat verileceğini iddia ediyor. Şimdilik, nazırlardan biri heykeli alacak olursa kendisi gidip huzura çıkacak, eseri yapan olduğunu ispat edecek, zafere de kavuşacak! Oh, kendini göklerde sanıyor, delikanlıda iki yeni kontun gururu var.”
“Bu Michel-Ange’ın taklidi ama o âşık olmasına rağmen aklını oynatmamış…” dedi Hortense. “Peki ne kadar istiyor?”
“Bin beş yüz frank!.. Tacir bronzu daha aşağıya vermeyecek çünkü o da komisyon alacak.”
“Babam…” dedi Hortense. “Şimdi krallık levazımındadır; iki nazırı her gün Mecliste görüyor, işini yapacak, ben üstüme alıyorum. Zengin olacaksınız, Madam la Kontes Steinbock!”
“Yo, erkeğim pek hem de pek tembeldir; bütün haftalarını kırmızı bal mumunu mıncıklamakla geçiriyor, hiç iş üretmiyor. Ah! Ah! Louvre’da, Bibliotheque’te estamplara bakmak, bunları çizmekle ömrünü geçiriyor. Senin anlayacağın, aylağın biri.”
İki kuzin şakalaşmaya devam ettiler. Hortense, insanın kendini gülmeye zorladığı zamanki gibi gülüyordu çünkü her genç kıza musallat olan bir sevda içini bürüyordu; bilinmeyen adamın sevdası… Şüphe hâlinde ve düşünceleri tesadüfün önlerine attığı bir çehre etrafında toplayan bir sevda, tıpkı bir pencere kenarına rüzgârın savurduğu saman çöplerine takılan kar çiçekleri gibi! On aydır, annesi gibi o da kuzininin ezelî bekârlığına inanması yüzünden, ihtiyar kızın hayalî âşığından gerçek bir varlık yaratmıştı; sekiz günden beridir de bu hayalet Wenceslas Steinbock oluvermişti. Rüyanın bir nüfus cüzdanı vardı, buhar otuz yaşında bir delikanlı şeklinde tecessüm etmişti. Dehanın bir ışık gibi parlayışının bir nevi müjdesi olarak elinde tuttuğu mühür, bir tılsım kudreti kazandı. Hortense kendini o kadar mesut hissetmişti ki bu masalın uydurma olmasından kuşkulanmaya başladı; kanı kaynıyor, kuzinini aldatmak için deli gibi gülüyordu.
“Ama salonun kapısı açık gibime geliyor…” dedi Kuzin Bette. “Haydi, gidip bakalım, Mösyö Crevel gitmiş mi gitmemiş mi?”
“Annem iki gündür pek tasalı, bahis mevzusu olan evlenme şüphe yok ki suya düştü.”
“Yok canım! Yine yoluna girer, adam krallık temyiz mahkemesi mülazım azalarından biridir (bunu sana söyleyebilirim); mahkeme reisi karısı olmayı pek arzu eder miydin? Eh, şayet bu iş Mösyö Crevel’e bağlı ise herhâlde bana bazı şeyler söyleyecektir ümit var mı, yok mu, yarın öğreniriz.”
“Kuzin, mührü bırak bana…” dedi Hortense. “Kimseye göstermem. Annemin doğum gününe bir ay var, sabahına yine sana veririm.”
“Yo, ver bana mührü… Ona bir kutu lazım.”
“Ama babam işi bilerek nazıra açması için mührü görmeli çünkü büyük memurlar mesuliyet altına girmemelidirler.” dedi.
“Peki ama bunu annene gösterme, senden bütün ricam işte bu. Çünkü bir âşığım olduğunu bilse benimle yine alay eder.”
“Söz veriyorum, göstermem.”
Barones bayıldığı sırada iki kuzin oturma odasının kapısının önüne geldiler, Hortense’ın kopardığı bir çığlık kadının kendine gelmesine elverdi. Bette ruh aramaya gitti. Döndüğü zaman anayla kızı birbirlerinin kucağında, anayı kızının kuşkularını yatıştırır ve konuşur bir hâlde buldu.
“Hiçbir şey değil, sadece bir sinir nöbeti.” Baron’un zili çalış tarzını tanıyarak “İşte baban!” diye ilave etti. “Bilhassa ona bunun sözünü etme.”
Adeline akşam yemeği hazırlanıncaya kadar kocasını bahçeye götürmek, kendisine suya düşen evlenmenin sözünü etmek, istikbal hakkındaki fikirlerini anlamak, bazı niyetlerini öğrenmek emeliyle onu karşılamak için kalktı.
Baron Hector Hulot, parlamento azası, Napolyonvari kıyafetiyle göründü çünkü imparatorluk mensupları (İmparator’a bağlı kimseler) askerce göğsü kabarık tavırlarıyla, boğazlarına kadar ilikli altın düğmeli mavi elbiseleriyle, siyah taftadan kravatlarıyla, bulundukları süratli ahvalin zorladığı müstebit idare alışkanlıkları içinde kazandıkları fazla otoriteli yürüyüşlerinden kolayca fark edilir. Baron’da hiçbir şey, itiraf etmek lazımdır ki ihtiyar kokusunu vermiyordu. Gözleri hâlâ o derece kuvvetli idi ki gözlüksüz okurdu. Ne yazık ki simsiyah zülüflerle çerçevelenmiş uzunca güzel yüzü, kanlı mizaçlıların