Kuzin Bette. Оноре де Бальзак
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kuzin Bette - Оноре де Бальзак страница 8
Baron Hulot d’Ervy güzel erkek kaldığı müddetçe, gönül eğlencelerinin serveti üzerinde hiçbir tesiri olmamıştı lakin elli yaşına varınca kesenin ağzını açmak icap etti. O yaşta ihtiyar erkeklerde aşk kötü bir huy hâlini alır; işe manasız bir kibir karışır. Bu yüzden, o sıralarda Adeline, kocasının saçlarını, zülüflerini boyamak, kemerle korse takmak suretiyle, inanılmayacak bir ısrarla tuvaletine düştüğünü de gördü. Ne pahasına olursa olsun, güzel erkek kalmak istiyordu. Bir vakitler kendisinin alayla karşıladığı bu güzelliğine aşırı düşkünlük kusurunu en had derecesine vardırdı. Sonunda Adeline, Baron’un metreslerinin evine akan büyük servetinin, kaynağını kendi evinden aldığını anladı. Sekiz yıldan beridir büyük bir servet israf edilmiş; hem öylesine esaslı bir şekilde israf edilmişti ki iki yıl önce oğlu Hulot’nun baş göz edilmesi sırasında, Baron bütün servetinin maaşlarından ibaret kaldığını karısına itiraf etmeye mecbur olmuştu. Adeline’in karşılığı “Bu bizi nereye vardıracak?” olmuştu. Devlet Müşaviri “Gönlün rahat olsun.” diye karşılık vermişti. “Makamımın maaşlarını size bırakıyorum, bazı işler yaparak Hortense’ın evlenmesi için lüzumlu parayı, yarınımızı sağlayacağım.” Bu kadının, kocasının kudretine ve yüksek kıymetine, dirayetine ve karakterine olan kuvvetli imanı bu gelip geçici tasayı yatıştırmıştı.
Crevel’in kalkıp gitmesinden sonra, Barones’in derin düşüncelere dalmasının sebebi ve ağlamaları artık tamamıyla anlaşılmış olmalıdır. Zavallı kadın iki yıldır kendini uçurumun dibinde biliyor lakin kendisini orada tek başına sanıyordu. Oğlunun evlenmesi nasıl olmuştu, bunu bilmiyordu; Hector’un doymak bilmez Josépha ile münasebetinden de haberi yoktu; nihayet, dünyada hiç kimsenin kendi ızdıraplarından haberi yoktur sanıyordu. Şayet Crevel, Baron’un zevküsefasından herkese böyle apaçık bir şekilde söz ediyorsa Hector kısa zamanda itibarını kaybedecek demekti. Öfkeli eski ıtriyatçının kaba sözleri arasında, genç avukatın evlenmesini doğuran kötü münasebeti sezmişti. Demek ki herhangi bir çilingir sofrasında, sarhoş iki ihtiyarın adi laubalilikleri arasında teklif edilen bu zifafın rahibeleri iki düşkün kız olmuştu; Barones kendi kendine “Demek Hortense’ı unutuyor!” diye söylendi. “Bununla beraber onu her gün görüyor, yoksa bu şırfıntıların evinde mi ona koca arayacak?” Şimdi, kadından daha kuvvetli olan anne tek başına konuşuyordu çünkü Hortense’ı Kuzin Bette’le birlikte o tasasız gençlik kahkahalarıyla gülerken görüyordu; biliyordu ki bu sinirli gülüşler, bahçede tek başına yapılan bir gezintinin ağlamaklı hülyalara ait alametlerinden çok daha korkunç alametlerdir.
Hortense annesine benzerdi lakin onun altın sarısı, kendinden kıvırcık, hayret verecek kadar gür saçları vardı. Parlaklığı sedef parlaklığını andırırdı. Herkes onda şerefli bir evlenmenin, asil, bütün kuvvetiyle saf bir aşkın meyvesini görürdü. Bu, çehrede ihtiraslı bir hareket, hatlarda bir neşe, bir gençlik cazibesi, bir hayat tazeliği, kendi dışında titreşen ve elektrik ışınları vücuda getiren bir sıhhat zenginliği idi. Hortense bakışı kendine çekerdi. Masumluğun döküldüğü o mayi içinde yüzen açık deniz mavisi gözleri, geçen bir kimsenin üzerine takılınca o kimse elinde olmadan ürperirdi. Bundan başka, yaldızlı sarışınlarda o süt beyazlıklarına pahalıya oturan kula renkli lekelerle de tenini bozmuş değildi. İri ve balık etinde vücudu, asaleti, annesininkiyle boy ölçüşen sülün endamı onu, eski devir muharrirlerinde pek israf edilen ilahe unvanına layık hâle getirmişti. Bu sebeple, Hortense’ı kim sokakta görse hayretini, “Aman Tanrı’m! Ne güzel kız!” cümlesiyle anlatmaktan kendini alamazdı. Genç kızın öylesine gerçek bir masumluğu vardı ki eve dönerken “Anne, niçin bunlar sen benimle beraberken ‘güzel kız’ diye bağırıyorlar? Sen benden daha güzel değil misin?” derdi. Gerçekten de kırk yedi yaşında olmasına rağmen Barones, güneşin batışına meraklı olanlarca kızına değişilebilirdi çünkü kadınların dedikleri gibi, o XVII. asırda çirkinlerin payını öylesine gasbetmiş gibi görünen Ninon’un skandala yol açtığı bilhassa Paris’teki o nadir hadiselerden biri sayesinde güzellikteki önceliklerinden hiçbirini kaybetmemişti.
Kızını düşünerek Barones, kocasına dönüyor onu günden güne içtimai batağın içine gömülmüş, belki de bir gün mevkisinden kovulmuş görüyor. Putunun, Crevel’in kehanet savurduğu belirsiz felaketler hayaletiyle birlikle düşüş tasavvuru kadıncağız için öyle korkunç oldu ki vecde dalan insanlar gibi kendinden geçip bayıldı.
Hortense ile bahçede konuşan Kuzin Bette, ne vakit salona dönebileceklerini anlamak için zaman zaman bakıyordu lakin Barones camekânlı kapıyı açtığı sırada genç kuzini onu sorgularıyla o derece fazla taciz etmişti ki bu açılışı fark etmedi.
Madam Hulot’dan beş yaş küçük olmakla beraber, Fischerlerden en büyüğünün kızı olan Lisbeth Fischer, kuzini kadar güzel olmaktan çok uzaktı; bu sebeple Adeline’i bir o kadar da kıskanırdı. Kıskançlık, İngilizler tarafından küçük ailelerin değil; asıl büyük ailelerin deliliklerini anlatmak için bulunmuş kelime ile taşkınlıklarla dolu bu karakterin esasını teşkil ederdi. Kelimenin bütün manasıyla Vosgesların köylü kızı; kuru, esmer, parlak saçlar, kalın ve çatık kaşlar, uzun kuvvetli kollar, kocaman ayaklar, uzun ve maymunu andıran yüzünde siğiller… İşte bu kızoğlankızın kısaca portresi.
Birlikte yaşayan aile, kaba kızı güzel kıza, ham meyveyi açılmış çiçeğe kurban etmişti. Kuzini nazlı büyütülürken Lisbeth tarlada çalıştırıldı; bir gün Adeline’i yalnız bulunca burnunu, ihtiyar kadınların hayranı oldukları gerçek Yunan burnunu koparmak istemişti. Bu kötü hareketi yüzünden dövülmüşse de imtiyazlı kızın elbiselerini yırtmaktan, küçük yakalıklarını bozmaktan geri durmadı.
Kuzininin hiç umulmadık evlenmesi sırasında Lisbeth kaderin bu cilvesi önünde, Napolyon’un erkek ve kız kardeşlerinin tahtın şaşaası ve komutanın azameti önünde eğilişleri gibi eğilmişti. Fevkalade iyi yürekli ve munis olan Adeline, Paris’te Lisbeth’i hatırladı. 1809’da onu evlendirerek sefaletten kurtarmak niyetiyle Paris’e getirtti. Adeline’in dilediği gibi onu derhâl evlendirmek imkânsızlığı içinde Baron, bu kara gözlü, kömür kaşlı, okuma yazma bilmez kızı bir işe yerleştirmekle işe başladı; Lisbeth’i, imparator sarayının nakışçıları olan, meşhur Pons Kardeşler’in yanına çırak olarak yerleştirdi.
Kısaltılarak Bette adı verilen kuzin altın ve gümüş sırmakeş işçisi olmuş, dağlılara has gayretiyle okumayı, hesap yapmayı ve yazmayı öğrenmek dirayetini göstermişti çünkü eniştesi Baron, bir sırmakeş müessesesini işletmek için bu bilgilere sahip olmanın lüzumunu ona anlatmıştı. Servet sahibi olmak istiyordu, iki yıl içinde bambaşka bir insan oluverdi. 1811’de köylü kızı epey kibar, epey becerikli, zeki bir atölye şefi olmuştu.
Altın