Kuzin Bette. Оноре де Бальзак
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kuzin Bette - Оноре де Бальзак страница 11
“Kabiliyetiyle.”
“Ders mi veriyor?”
“Yo…” demişti Kuzin Bette. “Asıl ona ders veriyorlar, hem de ne dersler…”
“Ya göbek adı, güzel mi bari?”
“Wenceslas!”
“İhtiyar kızların ne yaman muhayyileleri var!” diye Barones bağırmıştı. “Konuşuşuna bakınca insanın sana inanacağı geliyor Lisbeth.”
“Anlamıyor musunuz anne, bu öylesine kırbaçlanmış bir Polonyalı ki Bette ona memleketinin o narin tadını hatırlatıyor.”
Üçü de gülmeye başlamışlardı. Hortense, Ey Mathilde yerine Wenceslas Ruhumun Putu şarkısını söylemişti. Bir aralık mütarekemsi bir şey olmuştu. Kuzin Bette tekrar Hortense’ın yanına gelince ona bakarak “Şu küçük kızlar da…” demişti. “Yalnız kendilerinin sevilebileceklerini sanırlar.”
Hortense, kuzinle yalnız kalınca: “Öyle ise…” diye karşılık vermişti. “Wenceslas’ın bir masal olmadığını bana ispat et, sana sarı kaşmir şalımı veririm.”
“Canım, o bir kont!..”
“Polonyalıların hepsi de konttur!”
“İyi ama o Polonyalı değil ki Li… Va… Lithli.”
“Litvanya mı?”
“Hayır.”
“Livonya mı?”
“Hah, işte o!”
“Adı ne ama?”
“Bakalım, sır saklayıp saklayamayacağını bir öğreneyim.”
“Oh! Kuzin, dilsiz olacağım.”
“Bir balık gibi?”
“Bir balık gibi!”
“Evvel ahir bütün ömrünce mi?”
“Evvel ahir bütün ömrümce!”
“Hayır, yeryüzündeki saadetinin başı için mi?”
“Evet.”
“Peki öyleyse, adı Kont Wenceslas Steinbock’tur!”
“XII. Charles’ın generallerinden bu adda birisi vardı.”
“Onun büyük amcası! Kendi babası İsveç Kral’ının ölümünden sonra Livonya’da yerleşmiş lakin 1812 Seferi sıralarında bütün servetini kaybetmiş, çocukcağızı da sekiz yaşında beş parasız bırakarak ölmüş. Büyük Dük Constantin onu Steinbock adı hürmetine himayesine almış, bir mektebe yerleştirmiş…”
“Sözümden dönmüyorum.” diye Hortense karşılık vermişti. “Varlığının bir delilini göster, sarı şalıma konarsın! Ah! O renk esmerlerin düzgünüdür.”
“Sırrımı saklayacak mısın?”
“Ben de sana sırlarımı söylerim.
“Peki öyleyse, bir dahaki gelişimde delili getireceğim.”
“Ama delil âşığın kendisi olacak.” demişti Hortense.
Paris’e geleli beri kaşmir hayranlığı tamah derecesine varan Kuzin Bette, 1808’de Baron tarafından karısına verilen ve bazı ailelerin âdetince 1830’da anadan kıza geçmiş olan bu sarı kaşmiri ele geçirmek düşüncesiyle efsunlanmıştı. On yıldır şal epey eskimişti lakin daima sandal ağacından bir kutu içinde duran bu kıymetli dokuma, ihtiyar kızın gözüne Barones’in mobilyası gibi daima yeni görünüyordu. Bu sebeple, Barones’in doğum yıl dönümü için vermeyi hesapladığı, kendince de fantastik âşığın varlığını ispat edecek gülünç bir hediye getirmişti.
Bu hediye, sırt sırta verip yapraklara sarılı, küreyi sırtlamış üç figürden oluşan gümüş bir mühürden ibaretti. Bu üç şahıs imanı, umudu ve insanseverliği temsil ediyordu. Ayakları, birbirleriyle boğuşan ve aralarında sembolik yılanın kımıldadığı ejderlerin üstünde idi. 1846’da Matmazel de Fauveauların, Wagnerlerin, Jeanestlerin, Froment Meuricelerin ve Lienard gibi ağaç heykeltıraşlarının Benvenuto Cellini sanatına attırdıkları büyük adımdan sonra, bu şaheser kimseyi hayrete düşürmezdi ama şu anda, mücevhercilikte bilgili olan bir genç kız, Kuzin Bette’in kendisine “Bak, nasıl buluyorsun bunu?” diyerek uzattığı mührü evirip çevirirken şaşırıp kalacaktır. Figürler, desenler, elbiselerin dökümü ve hareketi bakımından Raphael Mektebine mensuptu. İşlenişi Donatelloların, Brunelleschilerin, Ghibertilerin, Benvenuto Cellinilerin, Jean de Bologneların ve sairin kurdukları Floransa Bronzcuları Mektebini hatırlatıyordu. Kötü ihtirasları temsil eden bu ejderlerden daha hayal mahsulü olanlarını Fransa’da Rönesans bile kıvıramamıştır. Faziletleri saran hurma dalları, eğrelti otları, sazlar, kamışlar, meslekten olanları yeise düşürecek bir tesirde, zevkte ve tertipte idiler. Üç baş birbirine bir şeritle bağlanmıştı, her iki baş arasındaki düzlüklerde de bir “W”, bir dağ keçisi ve fecit7 kelimesi görülüyordu.
“Kim yaptı bunu?” diye Hortense sordu.
“Kim olacak, âşığım tabii!” diye Kuzin Bette karşılık verdi. “Bunda on aylık emek var; bu kadar zamanda ben püskül yapsaydım, daha çok para kazanırdım… Bana dedi ki Steinbock, Almancada kayalıklar hayvanı veya dağ keçisi manasına gelirmiş. Eserlerine hep böyle imza atmayı kuruyor. Ah! Şalın benim olacak!”
“Nedenmiş o?”
“Böyle mücevheri ben satın alabilir miyim, ısmarlayabilir miyim? Bu imkânsız, demek ki birisi tarafından bana verildi. Bu türlü hediyeleri kim verebilir? Elbette ki bir âşık!”
Hortense, ruhları güzele karşı açık kimselerin kusursuz, tam, umulmadık bir şaheseri görünce duydukları o ani tesirle çarpılmışsa da eğer farkına varmış olsaydı Lisbeth Fischer’in ürkeceği bir mürailikle bütün hayranlığını ifade etmekten sakınmıştı.
“Doğrusu hoş bir şey.” dedi.
“Evet, hoş.” diye ihtiyar kız devam etti. “Ama portakal rengi bir kaşmiri daha çok severim. Ya, böyle işte yavrum, âşığım bu türlü şeylere emek sarf etmekle vaktini geçirir. Paris’e geleli beri bunun gibi üç veya dört ehemmiyetsiz şey yaptı; işte dört yıllık çalışmaların, emeklerin semeresi. Dökmecilerin, kalıpçıların, kuyumcuların yanında çıraklık etti… Ooo! Bu uğurda yüzlerce, binlerce frank harcadık. Mösyö bana diyor ki şimdi, birkaç ay içinde meşhur, zengin olacakmış.”
“Onu görüyorsun demek?”
“Bana bak! Masal mı anlatıyorum, sanıyorsun? Sana gülerek gerçeği söyledim.”
“Eee,
7
Latince, bir eseri yapan anlamına gelir.