Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt. Ahmet Cevdet Paşa

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt - Ahmet Cevdet Paşa страница 23

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt - Ahmet Cevdet Paşa

Скачать книгу

Ali İbni Tahir onun tarafından vekillikle işlerin idaresine kalkışmış olduğundan Memun, Abdullah İbni Tahir’i Mısır’dan getirterek Mısır ve Şam eyaletlerini kardeşi Mutasım İbni Reşid’e, El-Cezire ve Avâsım eyaletlerini kendi oğlu Abbas’a verdi. Babek-i Hürremî üzerine gönderilen gruplar perişan olunca Abdullah İbni Tahir’i onun üzerine memur etti. Fakat Abdullah, Dinever’de askerin techizatı ile meşgulken Sabur’da ihlal zuhur ettiğinden, Memun’un emriyle Abdullah hemen Horasan’a gitmiştir. Memun da ileride anlatılacağı üzere Bizans şehirlerine sefer etmiştir.

      Hicret’in İki Yüz On Beşinci Yılındaki Olaylar

      Memun Bizans’a gaza etmek üzere iki yüz on beş senesi muharreminde Bağdat’tan çıktı. Merhum Tahir İbni Hüseyin’in amcasının oğlu olan İshak İbni İbrahim İbni Mus’ab’ı Bağdat kaymakamı olarak atadı. Tikrit’e geldiğinde halkın teveccühüne mazhar olan Muhammed İbni Ali Rıza gelip Memun ile görüştü. Memun ona ikram ve ihtiram ederek pek çok hediye ihsan etti ve önceden nikâh etmiş olduğu kızı Ümmü’l-Fadl ile evlenme işlerini yaptı. Bundan sonra Tikrit’ten hareket edip Musul, Menbic, Antakya, Massîsa yoluyla Tarsus’a geldi. Oradan cemaziyelevvel ayı içinde Bizans’a girdi. Pek çok kale fethettikten sonra döndü.

      İki yüz on altı yılında Memun yine Anadolu’ya gaza etti. Ganimetle dönerek Keysûm üzerinden Şam’a ve oradan Mısır’a gitti.

      Geçen sene pek çok eserin sahibi meşhur Esmai ve bu sene Emin’in annesi olan Seyyide Zübeyde vefat etmişlerdir. Rahmetullahi aleyhima.

      Memun’un Mısır’a ulaşması iki yüz on yedi yılı muharreminde idi. Bazı icraatlardan sonra dönerek yine Anadolu’ya gaza etti. Kayser, barış istediği için onunla haberleşildiyse de barış karara bağlanamadı.

      İki yüz on sekiz yılında Memun, Bağdat’taki kaymakamı İshak İbni İbrahim’e emirname gönderdi, Kadılar ve fakihleri toplayarak onları imtihan et, Kur’an mahluk-i muhdestir6 diye ikrar edenleri serbest bırak, kabul etmeyenlerin söylediklerini kayda alıp bana gönder, diye emretti. İshak, hemen kadıların başı Beşir İbni Velidi’l-Kindi, Mukaatil, Ahmed İbni Hanbel, Kuteybe ile diğer kadıları toplayıp getirerek, Memun’un emirnamesini onlara okudu. Ondan sonra Beşir İbni’l-Velid’e, “Kur’an hakkında ne dersin?” dediğinde Beşir, “Kur’an-ı Kerim kelamullahtır.” dedi ve İshak, “Ben onu sormuyorum. Mahluk mudur diyorum.” dediğinde yine başka mana veren cevaplar verip açıkça “Kur’an mahluktur.” sözünü söylemekten çekindi. İshak, kâtibe emredip onun sözlerini zapt ettirdi. Diğerlerine sordu. Onlar da bu yolda tevilli cevaplar verdiler.

      Fakat Ahmed İbni Hanbel’e, “Kur’an hakkında ne dersin?” diye sorduğunda, “Kelamullah’tır.” dedi ve “Mahluk mudur?” dediğinde, “Kelamullahtır diyorum, fazla söz katamam.” dedikten sonra İshak, “Semi ve Basar’ın manası nasıldır?” diye sordu. Ahmed bin Han-bel, “Cenabıhak kendini nasıl vasfettiyse öyledir.” diye cevap verdi ve İshak, “Peki ya manası nedir?” dediğinde yine evvelki sözünü tekrar etti. Daha sonra İshak diğerlerine sorduğunda her biri birer tevilli şekil ile konuyu uzattılar. İshak hepsinin ifadesini kayda alarak Memun’a arz etti. Memun’dan gelen cevapta, “Halk-ı Kur’an’a ikna olmayanları zincire vurulmuş oldukları hâlde, muhafaza altında bana gönder.” diye emretti.

      İshak, onları toplayarak durumu ifade ettikten sonra çoğu çaresiz olarak Kur’an’ın mahluk olduğunu ikrar etti. Ancak İmam Ahmed İbni Hanbel, Muhammed İbni Nuh, Secâve ve Kavâriri bunu ikrar etmediklerinden İshak dördünü de zincire vurdu. Tekrar sorduğunda Secâve ile Kavâriri, halk-ı Kur’an’a ikna olunca İshak onları salıverdi. Ama İmam Ahmed ile Muhammed İbni Nuh sözlerinde ısrar edince onları zincire vurulmuş oldukları hâlde Tarsus tarafına gönderdi. Fakat Rakka’ya geldiklerinde Memun’un vefatı haberi gelince Bağdat’a geri dönmüşlerdir.

      Çünkü iki yüz on sekiz senesinin cemaziyelahirinin ortalarında Memun, Anadolu’da bulunan Bedendun Irmağı kenarında iken hasta olup recebin on sekizinde vefat etmiştir. Kardeşi Mutasım ile oğlu Abbas onu Tarsus’a götürüp orada defnettiler. Hilafet süresi yirmi sene, beş ay, küsur gündür. Vefatında yaşı kırk sekize varmıştı. Aleviliğe meyletmişti, hatta Fedec köyü gelirini evlad-ı Fatıma’ya tahsis etmiş ve evlad-ı Fatıma’dan müstahak olanlara pay etmek üzere onu Yahya İbni Hasan İbni Zeyd İbni Ali İbni Hüseyin İbni Ali İbni Ebu Talib’e teslim etmişti.

      Memun, çok düzgün konuşan biri idi. Abbasi halifelerinin en bilgini idi. İmam-ı Suyûti der ki: “Memun, kesin karar sahibi, azim, sabır, ilim, heybet, şecaat, efendilik, cömertlik, görüş ve zekâca Beni Abbas’ın efdali olup, çok güzel tarafları vardı, halk-ı Kur’an konusuyla insanların başına bela olmasaydı…”

      Âlimlerin en büyüklerinden ve Memun’un nedimlerinden meşhur Yahya İbni Ektem demiş ki: “Memun gibi ekmel ve ekrem bir adam görmedim.” Afaallahu anhu ve gufireleh.

      Memun, yukarıda olduğu gibi vefat edince vasiyeti gereğince kardeşi Mutasım Tarsus’ta hilafet ve saltanat tahtına oturduktan sonra oradan hareketle ramazanın ilk gününde Bağdat’a vardı. İki yüz on dokuz yılında Muhammed İbni Kasım İbni Ömer İbni Ali İbni’l-Hüseyin İbni Ali İbni Ebu Talib, Horasan’da Tâlikan nahiyesinde ortaya çıkıp, Şia halkı arasında bilinen “Âl-i Muhammed’de rızaya biat…” şeklindeki belirsiz ibareyle davet etti. Başına pek çok halk toplandı. Horasan Valisi Abdullah İbni Tahir’in askerleriyle pek çok muharebe etti. Fakat sonunda topluluğu dağıldı. Kendisi de tutuldu, Bağdat’a gönderildi. Mutasım onu “Büyük Mesrûr” diye bilinen Hâdim’in yanında hapsetti. Fakat Ramazan Bayramı gecesi firar ederek kayboldu.

      Mutasım’ın ilmi yoktu. Lakin itikatta kardeşi Memun’u taklit ederdi. Bu yıl İmam Ahmed İbni Hanbel Hazretleri’ni getirip imtihan etti. İmam Hazretleri, Kur’an’ın mahlukiyyetine ikna olmadığından, Mu-tasım onu o kadar dövdürdü ki mecalsiz kaldı. Etleri parça parça oldu. Yine sözünde sabit kaldı, o hâlde Mutasım onu hapsettirdi.

      Daha önce açıklandığı üzere Mansur zamanında Acemlere ve Türklere çok itibar edilir oldu. Memun’un annesi Türk asıllı bir cariye olduğundan, Türklere daha çok itibar ediyor, onlar da kendisini kız kardeşlerinin oğlu bilerek uğrunda canlarını ve başlarını feda ediyorlardı. Mutasım ise Mısır’da bir sınıf asker hazırlayarak onlara “Megâribe” ismini verdiği gibi Semerkant halkından, Eşrûsene ve Fergana’dan bir sınıf asker hazırlayarak onlara da “Ferâgine” ismini verip askerî birliklerin sayısını arttırdı. Beş altı bin kadar Türk kölesi salınmış, bunlar sokaklarda çekinmeden at koşturup ara sıra çocuk ve kadınlara çarptıklarından insanlar da onları tutup döverlerdi. Bu şekilde bazen dövüşme ve vuruşma gibi suçlar vuku bularak şikâyetler çoğaldı. Bağdat’ta bulunan askerî sınıflar ise onların aleyhinde olduklarından, bir gün bu kölemenlerin üzerine hücum edip saldırmalarından korkulur oldu. Bunun üzerine Mutasım iki yüz yirmi bir yılında “gören sevinir” anlamına gelen “Samerra” beldesinin imarına başlayıp, bitiminde kölemenlerini oraya nakletmiş ve bu şehir kendilerinden sonrakilere de başkent olmuştur.

      Türkler, valilik ve komutanlık gibi işlerde görevlendirilip halifenin divanına dâhil değillerken, Mutasım zamanında divana da dâhil olarak devlet büyükleri arasına geçtiler. Ondan sonra en mühim işlerde Türk isimleri söylenmeye başlanmıştır.

      Babekilerin

Скачать книгу


<p>6</p>

Sonradan yaratılmıştır.