Sefiller I. Cilt. Виктор Мари Гюго

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Sefiller I. Cilt - Виктор Мари Гюго страница 31

Жанр:
Серия:
Издательство:
Sefiller I. Cilt - Виктор Мари Гюго

Скачать книгу

Valjean’ın ardışık ve inatçı kaçış girişimleri, yasanın insan ruhu üzerindeki bu garip davranış işleyişini kanıtlamak için tek başına yeterliydi işte. Jean Valjean’ın bu girişimleri ne kadar yararsız ve aptalca olsalar da karşısına ne kadar fırsat çıkarsa çıksın, daha önceki deneyimlerinden sonucunu hiç düşünmeden duygularına yenilerek hayvani içgüdüleriyle hareket etmesine neden olmuştu. Kafesini açık bulan bir kurt gibi aceleyle kaçışı seçmişti. İçgüdüleri ona “Kaç!” diyor, mantığı ise “kalmasını” telkin ediyordu. Ama vahşi düşünceleri ve baskın çıkan kötülük duygusu onu öylesine ayartıyordu ki sonunda mantığı tamamen kaybolmuş, varoluşunda içgüdülerinden başka hiçbir şey kalmamıştı. Canavarlar her zaman tek başına hareket ederdi. Tekrar yakalandığında yaşadığı tüm işkenceler ve acılar, onu sadece daha da vahşi hâle getirmekten başka bir işe yaramıyordu.

      Bu noktada anlatmamız gereken çok önemli bir ayrıntı daha vardı. Jean Valjean, bedensel olarak öylesine sağlam bir yapıya sahipti ki hükümlüler arasında hiçbirinin kendisine yaklaşamadığı büyük bir fiziksel gücü vardı. Kaldıramayacağı hiçbir şey yoktu, en ağır yükleri bile taşıyabilirdi. Gücü neredeyse dört iri yarı adama eş değerdi. Hapishanedeki arkadaşları inanılmaz ağırlıkları kaldırabilmesinden dolayı ona “Vinç Jean” lakabını takmışlardı. Bir seferinde Toulon’daki belediye binasının balkonu tamir edildiği sırada, balkonu destekleyen kolonlardan biri gevşemiş ve Valjean o kolonun yerine geçerek işçiler gelene kadar balkonu desteklemişti.

      İri ve güçlü olmak, bulunduğu yerde en büyük üstünlüktü. Çünkü mahkûmlar arasında böylesine büyük bir güce sahip olan kişilerin zindandan kaçması çok kolaydı. Bu tür mahkûmlar bedenlerini kuvvetlendirmek için her gün idman yaparlardı. Dikey bir yüzeye tırmanmak ve neredeyse hiçbir iz düşümünde görünmeyen destek noktaları bulmak, Jean Valjean için çocuk oyunuydu. Sırtının ve bacaklarının gerginliği sayesinde, dirsek ve topuklarıyla pürüzsüz taşın üzerinde duvara belli bir açı vererek sanki sihirli bir şekilde üçüncü kata kadar yükselebilirdi. Hatta bazen hapishanenin çatısına bile bu şekilde ulaşabiliyordu.

      Çok konuşkan biri değildi, çok nadiren gülerdi. Yılda bir veya iki kez, o mahkûmun bir iblisin kahkahasının yankısı gibi olan o hüzünlü kahkahasını kendisinden koparmak için aşırı bir duygu yüklemesi gerekiyordu. Sürekli olarak düşüncelere dalar, sanki korkunç bir şeyin sürekli olarak tefekkür edilmesiyle meşgul gibi görünürdü.

      Eksik bir doğanın ve ezilmiş bir zekânın sağlıksız algılarına karşı korkunç bir şeyin üzerinde durduğunun, kafası karışmış bir şekilde bilincindeydi. İçinde süründüğü o karanlık ve solgun gölgede, boynunu her çevirdiğinde ve bakışını kaldırmaya çalıştığında, bir şeyden müthiş derecede korkuyor; dehşet ve öfke karışımı bir duyguya kapılıyordu. Bu duygu onun uykularını kaçırıyor, üzerine kâbus gibi çöküyor ya da tepesinde yükseliyordu. Ana hatları gözünden kaçan ve onu dehşete düşüren şey, uygarlık dediğimiz o harikulade piramitten başka bir şey değildi. Yasalar, ön yargılar, insanlar ve eylemler; tüm bunların üzerinde onu, insanlara karşı büyük bir haksızlık olarak görüyordu. Onu kaynayan ve biçimsiz bir yığının içinde, kimi zaman yakınında kimi zaman çok uzaklarda, bazen erişemeyeceği sofralarda, canlı biçimde aydınlatılmış bir grubun içinde, tek bir ayrıntı olarak görüyordu. Bu tür konuları öylesine çok düşünüyordu ki düşünceler onu büsbütün eziyor, hayal ile gerçek arasında bir yere sürükleniyordu. Olası tüm talihsizliklerin dibine düşmüş ruhlar, artık kimsenin bakmadığı o arafların en diplerinde kaybolmuş mutsuz insanlar, yasanın azarladığı bu insan toplumunun tüm ağırlığını üzerlerinde hissederlerdi. İşte o da bu insan toplumunun tüm ağırlığını çok ürkütücü biçimde üzerinde hissediyordu. Bu durumlarda Jean Valjean, etrafındaki her şeyi unutarak sadece düşüncelere dalıyordu. Değirmen taşının altındaki darı tanesinin düşünceleri olsaydı, kuşkusuz Jean Valjean’ın düşündüğüyle aynı şeyi düşünürdü.

      Tüm bu yaşadıklarının sonunda hayaletlerle dolu gerçekler, gerçeklerle dolu hayaller neredeyse tarif edilemez bir tür içsel durum yaratmıştı. Zaman zaman mahkûm olduğu fikrinden tamamen uzaklaşır, etrafındaki her şeyi unutarak düşüncelere dalardı. Aynı anda hem eskisinden daha olgun hem de sıkıntılı olan mantığına isyan ettiği zamanlar da olurdu. Başına gelen her şey ona saçma geliyordu, onu çevreleyen her şey ise imkânsız görünüyordu. Kendi kendine bunun bir rüya olabileceğini söylüyordu. Ondan birkaç adım uzaktaki gardiyanlara baktığında onları sanki bir hayaletmiş gibi tasvir ediyordu. Sanki o hayaletler, kendisine gelmesi için sopasıyla dürterek onu uyandırıyordu.

      Görünür anlamdaki gerçek doğanın varlığı, onun açısından sanki yok gibiydi. Jean Valjean açısından ne güneş ne güzel yaz günleri ne parlak gökyüzü ne de taze nisan sabahları sanki yokmuş gibiydi. Onun ruhunu aydınlatabilmek için gerekli olan temiz havayı nereden bulduğunu gerçekten bilmiyordum.

      Sonuç olarak durumu özetlememiz gerekirse az önce özet hâlinde bahsettiğimiz ve kimi zaman olumlu sonuçlara sebebiyet verebilecek şeyler; Toulon’un heybetli mahkûmu, Faverolles’ün zararsız ağaç budayıcısı Jean Valjean’ın on dokuz yıl boyunca, zindanlarda kendisini farklı açılardan şekillendirmesine neden olmuş, böylece iki tür kötü eyleme muktedir hâle gelmişti. İlk olarak, maruz kaldığı kötülüğe karşı misilleme niteliğinde sergilediği plansız, atılgan, tamamen içgüdüsel kötülük benliğini sarmış; ikinci olarak ise yaşamış olduğu tüm bu talihsizliklerin sonunda bilinçli olarak tartışılan ve önceden tasarlanmış kötücül eylemlerini yanlış fikirlere kapılarak kabullenmişti. Kasıtlı olarak tüm benliğiyle benimsediği kötücül eylemleri; akıl yürütme, irade ve azim duygularıyla üç ardışık aşamadan geçiyordu. Her an harekete geçirmek için hazır durumda olan nefreti, nefsinin yaşadığı acılardan doğan öfkesi, yıllar boyunca yaşadığı derin aşağılanma duygusu; onun iyilere, masumlara ve adalete karşı tepki göstermesine neden oluyordu. Tüm düşüncelerinin çıkış noktası, tıpkı varış noktasında olduğu gibi insanoğluna karşı beslediği büyük nefretti. Tanrısal inançlarının tümüyle zayıflamış olması nedeniyle, bunca yılın ardından kim olursa olsun bazı canlılara zarar vermek için aralıksız ve acımasız bir arzu duyuyor; topluma, insanlığa ve yaratılışa karşı büyük nefretini bu arzularıyla besliyordu. İşte bütün bunların sonunda, Jean Valjean’ın pasaportuna işlenen “Çok tehlikeli bir adamdır.” yaftası; onun, içi kin ve kötülük dolu bir varlık olarak yeniden doğmasına neden olmuştu. Geçirdiği on dokuz yılın ardından içindeki iyilik duyguları tamamen kurumuştu. Kalp kuruduğunda insanın tüm duygularını belirgin hâle getiren gözler de kururdu. Hapishaneden ayrıldığında gözyaşı dökmeyeli on dokuz yıl olmuştu.

      VIII

      Dev Dalgalar ve Gölgeler

      Denizde bir adam var!

      Bunun ne önemi var ki? Geminin durmaya hiç niyeti yok. Rüzgâr esiyor. O kasvetli geminin takip etmek zorunda olduğu bir rotası var, gelip geçiyor.

      Denize düşen adam kayboluyor, sonra yeniden ortaya çıkıyor, dalıyor, tekrar yüzeye çıkıyor; boğulmamak için çabalarken bağırıyor, kollarını uzatıyor ama kimse onun sesini duymuyordu. Kasırga altında titreyen gemi tamamen kendi işine odaklanmış, yolculuğuna devam ediyordu. Yolcular, denizde boğulmak üzere olan adamı görmüyorlardı bile; zavallının kafası, engin denizin ortasında, korkunç dalgaların arasında bir su damlasından

Скачать книгу