Sefiller I. Cilt. Виктор Мари Гюго

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Sefiller I. Cilt - Виктор Мари Гюго страница 26

Жанр:
Серия:
Издательство:
Sefiller I. Cilt - Виктор Мари Гюго

Скачать книгу

odada hepimiz onun üç tarafına sıralanmıştık. Çok iyi göremiyorduk. O ise konuşmaya devam ediyordu ama konuştukları bizden çok uzaktı ve onu dinlemiyorduk. İşte bizim piskopos olarak düşündüğümüz kişi böyle biriydi.”

      Adam konuşmasını sürdürürken Piskopos gidip ardına kadar açık olan kapıyı kapatmıştı.

      Bu sırada Madam Magloire yemek odasına geri dönerek masanın üzerine gümüş yemek takımını yerleştirdi.

      “Madam Magloire.” dedi Piskopos. “Onları mümkün olduğunca ateşin yakınına koyun.” Sonra misafire dönerek “Alplerde gece rüzgârları oldukça serttir. Üşümüş olmalısınız, efendim.” dedi.

      Nazik ve sevecen tavrıyla efendim dediği her seferinde, adamın yüzü mutlulukla aydınlanıyordu. Monsenyör, bir mahkûm için çölde kendisine sunulmuş bir bardak su kadar değerliydi. Alçak gönüllülük, gerçekten dikkate alınması gereken bir özlemdi.

      “Bu lamba çok kötü ışık veriyor.” dedi Piskopos.

      Madam Magloire onun ne demek istediğini hemen anlamıştı ve Monsenyör’ün yatak odasına giderek dolaba yerleştirdiği iki gümüş şamdanı aldı ve yakılmış hâlde masanın üzerine koydu.

      “Sayın Piskopos…” dedi adam. “Siz ne kadar iyi bir adamsınız, beni hiç küçümsemediniz. Evinize kabul ettiniz. Benim için mumlar yaktınız. Size her şeyi anlatıp nereden geldiğimi söylememe rağmen bana çok büyük bir iyilik yapıyorsunuz.”

      Onun yakınında oturan Piskopos, nazikçe adamın eline dokundu. “Bana kim olduğunuzu söylemenize gerek yoktu. Burası aslında benim evim değil, aksine İsa Mesih’in evidir. Bu kapı, içeriye girenlerin kim olduklarıyla değil; nasıl bir kederde olduklarıyla ilgilenir, Tanrı’nın evidir. Acı çekiyorsunuz, aç ve susuzsunuz; bu yüzden de Tanrı’nın evine hoş geldiniz. Bana teşekkür etmenize ve sizi evime kabul ettiğim için minnettar olduğunuzu söylemenize gerek yok. Sığınacak bir yuvaya ihtiyacı olandan başka kimseye yer yoktur burada. Yoldan geçen herkese hep aynı şeyi söylüyorum, burası benden çok sizlerin evidir. Buradaki her şey sizindir. Adınızın ne olduğunu, kim olduğunuzu bilmeme gerek yoktur. Ayrıca, siz bana söylemeden önce de ben kim olduğunuzu biliyordum zaten.”

      Adam şaşkınlıkla gözlerini Piskopos’a yöneltti. “Gerçekten mi? Bana ne denildiğini biliyor muydunuz?”

      “Evet.” diye yanıtladı Piskopos. “Bir ‘kardeştir’ denildi.”

      “Durun, Saygıdeğer Monsenyör.” diye haykırdı adam. “Buraya girdiğimde öylesine acıkmıştım ki! Ancak siz öylesine iyi yüreklisiniz ki artık bana neler olduğunu anlayamıyorum. Bana karşı insanca tutumunuz açlığımı unutturdu.”

      Piskopos şefkatle ona baktı ve şöyle dedi: “Çok mu acı çektiniz?”

      “Ah, üzerimde kırmızı mahkûm kıyafetleri, ayak bileklerimde prangalar, uyumak için sadece sert bir tahta, soğuk zindanlar, hükümlüler, dayaklar, zincire vurulmalar, tek kişilik rutubetli hücreler, hastalıklar, ayaklarıma bağlanılan ağır ve kalın zincirler, korkunç bir zaman… Köpekler, köpekler bile benden çok daha mutludur! On dokuz yıl! Kırk altı yaşındayım ve bunca çileli yılın ardından, işte bu sarı pasaportun sahibiyim.”

      “Evet.” diye devam etti Piskopos. “Gerçekten çok acı çektiğiniz bir yerden geldiniz. Dinleyin. Cennette, tövbe eden bir günahkârın gözyaşlarıyla ıslanmış yüzü, yüzlerce masum adamın çehresinden daha büyük bir memnuniyetle karşılanır. Bunca acı çekmenize rağmen yine de o insanlara karşı kin duymayın, onlardan nefret etmeyin. Siz de merhamet edilmeyi hak ediyorsunuz. İyi niyetli ve sabırlı davranacak olursanız, hepimizden çok daha değerli bir insan olursunuz.”

      Bu arada Madam Magloire akşam yemeğini hazırlamıştı. Su, yağ, ekmek ve tuzla yapılan bir çorba, biraz domuz pastırması, biraz koyun eti, incir, taze peynir ve büyük bir somun çavdar ekmeği. Piskopos’un masasına, misafir günlerine mahsus bir şişe eski şarap da eklenmişti.

      Piskopos’un yüzü, konuksever tabiatlara özgü o neşeli ifadeyle aydınlandı. “Haydi, yemeğe geçelim!” dedi coşkuyla. Bir yabancı onunla yemek yerken âdeti olduğu üzere, adamı sağına oturttu. Son derece naif ve insancıl olan Matmazel Baptistine, onun solunda yerini aldı.

      Piskopos öncelikle bir yemek duası yapılmasını istedi, sonrasında âdeti olduğu üzere çorbayı ilk önce misafirine ikram etti. Adam büyük bir iştahla yemeye başladı.

      Piskopos, birden durarak “Bana öyle geliyor ki bu masada eksik bir şey var.” dedi.

      Madam Magloire, aslında gerekli olduğu üzere masaya sadece üç takım çatal ve kaşığı yerleştirmişti. Ancak Piskopos akşam yemeklerinde misafiri olduğu zaman, mutlak surette masaya altı gümüş takımın yerleştirilmesini isterdi. Bu, onun açısından tamamen masumane bir gösterişti. Bir nevi lüksün zarif görüntüsü olan bu takımlar, onun yoksul hanesinde sahip olduğu en büyük eğlencesiydi.

      Madam Magloire; onun bu sözüyle ne demek istediğini hemen anlamış, tek kelime etmeden dışarı fırlamış ve kısa bir süre sonra Piskopos’un kastettiği geri kalan üç takım gümüş çatal kaşık ile geri dönerek onları masanın üzerine simetrik olarak yerleştirmişti.

      IV

      Pontarlier’nin Peynir Fabrikaları ile İlgili Ayrıntılar

      Şimdi o masada geçenler hakkında sizlere bir fikir vermek adına, Matmazel Baptistine’in Matmazel Boischevron’a yazdığı mektuplardan birinden, hükümlü ile Piskopos arasındaki konuşmanın ustaca bir incelikle anlatıldığı pasajı aktarmak istiyorum.

      …Bu adam sofrada kimsenin yüzüne bakmıyordu. Büyük bir açgözlülükle yemeğini yemeye odaklanmıştı. Ama yemekten sonra şöyle dedi: “Tanrı’nın bahşettiği Saygıdeğer Monsenyör, hazırlamış olduğunuz bu yemekler benim açımdan elbette ki yeterli ancak yemek yememe izin vermeyen o arabacıların sizden çok daha mükellef bir sofraya sahip olduklarını söyleyebilirim.” Aramızda kalsın ama bu sözleri beni gerçekten sinirlendirmişti. Kardeşim ona şöyle cevap verdi: “Onlar benden çok daha yorgun olduklarındandır.” “Hayır.” diye yanıtladı adam. “Onların daha fazla parası olduğu için. Siz fakirsiniz, bunu açıkça görebiliyorum. Hatta belki de bir papaz bile değilsinizdir. Yoksa sadece bir köy papazı mısınız? Ah, şayet Tanrı adaletli olsaydı, sizin kesinlikle bir papaz olmanız gerekirdi!”

      “Yüce Tanrı adaletli olmaktan çok daha fazlasıdır.” dedi ona kardeşim. Sonra hemen ekledi: “Mösyö Jean Valjean, Pontarlier’ye mi gidiyorsunuz?”

      “Oraya gitmek zorundayım.”

      Adam sanırım buna benzer bir şey söylemişti. Sonra şöyle devam etti: “Yarın gün ağardığında yeniden yola koyulmalıyım. Yolculuk çok güç oluyor. Geceler ne kadar soğuksa gündüzler de bir o kadar sıcak oluyor.”

      “Güzel topraklara gidiyorsunuz.” dedi ona kardeşim. “Devrim sırasında ailem dağıldığında ben de önce Franche-Comte’a sığınmıştım ve bir süreliğine orada çalışarak nafakamı çıkardım. Güçlü ve sağlıklı bir adamdım.

Скачать книгу