Sefiller I. Cilt. Виктор Мари Гюго
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Sefiller I. Cilt - Виктор Мари Гюго страница 23
“Tanrı aşkına, en azından bir bardak su verin.” dedi yabancı.
“Ancak silahımdan bir kurşun alırsın!” dedi adam nefretle.
Sonra büyük bir öfkeyle kapıyı kapattı ve Jean Valjean adamın içeriden iki büyük sürgüyü de çektiğini duydu. Hemen ardından da pencerenin kepenkleri kapandı ve pencereye karşı yerleştirilmiş bir demir çubuğun sesi duyuldu dışarıdan.
Soğuk gece enikonu kendisini hissettirmeye, Alplerden de soğuk rüzgârlar esmeye başlamıştı. Sokağın bittiği köşede, bahçelerle çevrili çimenlik bir alanda, bir tür kulübe gibi görünen küçük bir yapıya rastladı. Tahta çitin üzerinden kararlılıkla tırmandı ve kendisini bahçeye attı. Kulübeye doğru yaklaştı, kapısı çok alçaktı ve kapı olarak sadece dar bir aralık vardı. Yol çalışması yapan işçilerin malzemelerini koydukları türden yapıları andırıyordu. O sırada bu kulübenin de kesinlikle bir yol işçisinin kulübesi olduğunu düşündü ama soğuktan ve açlıktan dolayı öylesine bitap durumdaydı ve öylesine acı çekiyordu ki en azından kendisini soğuktan koruyabilecek bir sığınak bulduğu için şükrediyordu. Bu tür kulübeler geceleri genellikle boş olurdu. Bu nedenle yüzüstü yere uzanarak, sürünerek kulübeden içeri girdi. En azından içerisi biraz olsun sıcaktı ve içeride biraz olsun rahat yatmasını sağlayacak bir saman yığını vardı. Bir an için kendisini sanki bir yatağa uzanmış gibi hissetmişti. Öylesine yorulmuştu ki hareket edecek gücü kalmamıştı. Sonra yanında taşıdığı çantasını bir yastık olarak kullanmak için şekil vermeye çalışırken bir anda olduğu yerde donup kaldı. Tam karşısında bir çift korkunç göz ona bakıyor ve vahşi bir hırlama duyuluyordu. Kulübenin girişinde, karanlıkta kocaman bir köpeğin başı görünüyordu. Girdiği yer bir köpek kulübesiydi.
Ne o köpekle ne de onun sahibiyle mücadele edecek gücü kalmıştı. Sopasını aldı, çantasını kendisine kalkan yaptı ve üzerindeki neredeyse paçavraya dönmüş kıyafetlerinin daha fazla yırtılmasına müsaade etmemek için, mümkün olduğunca sakin hareketlerle kulübeden çıktı.
Aynı şekilde bahçeyi de terk etti ancak köpeğin kendisine hamle yapmaması için geri geri ilerlemesi gerekiyordu, bu yüzden sopasından da destek alarak çiti araladı.
Herhangi bir sıkıntı yaşamadan çitlerin arasından geçtikten sonra, kendisini bir kez daha sokakta, tek başına, sığınağı olmadan, başının üzerinde bir çatısı olmadan, o saman yatağından ve hatta o sefil köpek kulübesinden bile kovulmuş hâlde yolda buldu. Yol kenarındaki bir taşın üzerinde oturmak yerine neredeyse düştü ve yoldan geçen biri onun bu sırada, iniltileri arasında, “Ben bir köpek dahi olamıyorum!” diye bağırdığını duydu.
Kısa bir süre sonra yeniden ayağa kalktı ve yürümeye devam etti. Tarlalarda kendisine barınacak bir yer sağlayabilecek bir ağaç ya da samanlık bulmayı umarak etrafta dolaşmaya başladı.
Bir süre böyle başı öne eğik yürümeye devam etti. Tüm insanlardan uzaklaştığını hissettiği bir yerde gözlerini kaldırdı ve etrafına bakındı. Bir arazi üzerindeydi. Önünde, hasattan sonra balyalar hâlinde toplanarak istiflenmiş, anızlarla kaplı alçak tepelerden biri vardı.
Etraf kapkaranlıktı. Bu sadece gecenin karanlığı da değildi, tepenin üzerinde duruyormuş gibi görünen ve tüm gökyüzünü dolduran yoğun bulut tabakalarından kaynaklanan bir karanlıktı. Bu arada, ay yükselmek üzereyken ve zirvede hâlâ alaca karanlığın parlaklığından bir kalıntı varken bu bulutlar gökyüzünün zirvesinde bir tür beyazımsı kemer oluşturmuş ve buradan bir ışık parıltısı toprağa düşmüştü.
Çok şiddetli bir rüzgâr esmeye, şimşekler çakmaya başlamış ve böylece yeryüzü, özellikle uğursuz bir etki yaratan gökyüzünden daha iyi aydınlatılır hâle gelmişti. Kasvetli, ıssız, korkunç ve karanlık bir geceydi. Arazide ya da tepelerin bulunduğu kısımlarda ise sarsılan ve titreyen solmuş bir ağaçtan başka hiçbir şey yoktu.
Jean Valjean, elbette ki insani şeylerin gizemli yönlerine duyarlı olan o hassas zekâ ve ruh alışkanlıklarına sahip olmaktan çok uzak bir adamdı. Yine de böyle bir gecede korkmamak, ümitsizliğe kapılmamak hiç kolay değildi. Bir an olduğu yerde hareketsiz kaldıktan sonra, her ne olursa olsun geceyi şehirde geçirmesi gerektiğine karar vererek kararlı adımlarla geri döndü. Doğanın insanlara düşmanca göründüğü anlar vardı ve o, bu havada böylesine ıssız bir yerde kalmak istemiyordu.
Hızlı adımlarla yürümeye başladı, Digne’nin kapıları kapatılmıştı. Dinî savaşlar sırasında kuşatmalara devam eden Digne kasabası, 1815’te hâlâ yıkılmış kare kuleleri olan eski surlarla çevriliydi. Jean Valjean, bu surların arasında oluşan bir gedikten geçerek tekrar şehre girdi.
Saat gece sekiz olmalıydı. Sokakları tanımadığı için rastgele yürümeye devam etti.
Önce Hükûmet Konağının, ardından da Papaz Okulunun önünden geçerek Katedral Meydanı’na ulaşmıştı. Öfke dolu gözlerle kiliseye bakarak yumruğunu savurdu.
Bu meydanın köşesinde, İmparatorluk Muhafızları adına Elba Adası’ndan getirilen ve Napolyon’un bizzat dikte ettirdiği duyuruların ilk kez orada basıldığı bir matbaa vardı.
Yorgunluktan bitkin düşmüş ve artık hiçbir umudu kalmamıştı. Böylece matbaanın kapısının önünde duran taş bir sıraya uzandı.
O sırada, adamın taş sıranın üzerine uzandığını fark eden yaşlı bir kadın, kiliseden çıktı. “Orada ne yapıyorsun, dostum?” diye seslendi.
Jean Valjean sert ve öfkeli bir şekilde karşılık verdi: “Gördüğün gibi hanımefendi, yatıyorum.” Aslında imalı bir şekilde hanımefendi dediği o kadın, Markiz de R.’den başkası değildi.
“Bu bankta mı?” dedi şaşkınlıkla kadın.
“On dokuz yıl boyunca tahta bir zemin üzerinde yattım.” dedi adam. “Bugün de bir taş üzerinde yatayım, ne çıkar.”
“Asker miydin?”
“Evet hanımefendi, bir askerdim.”
“Neden hana gitmiyorsun?”
“Çünkü param yok.”
“Yüce Tanrı’m!” dedi Markiz de R. “Çantamda sadece birkaç santimim var.”
“Hepsini bana ver.”
Adam onun elindeki birkaç santimi aldı. Markiz de R. konuşmaya devam etti: “Bu kadarcık para senin handa kalmanı sağlamaz ama sen yine de şansını bir dene. Belki işe yarar. Geceyi bu şekilde taş üzerinde geçirmen imkânsız. Üşümüşsün ve belli ki açsın. Birileri mutlaka sana acıyıp yatacak yer verecektir.”
“Bütün kapıları çaldım.”
“Ah, öyle mi?”
“Her yerden de kovuldum.”
Hanımefendi şefkatle adamın koluna dokundu ve ona sokağın diğer tarafındaki küçük, alçak