Sefiller I. Cilt. Виктор Мари Гюго

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Sefiller I. Cilt - Виктор Мари Гюго страница 24

Жанр:
Серия:
Издательство:
Sefiller I. Cilt - Виктор Мари Гюго

Скачать книгу

gün boyu kasabada yaptığı gezintiden sonra, geç saatlere kadar odasına kapanmış; bir süreden beri yazmakta olduğu kitap üzerinde çalışıyordu. Bu kitapta, papazlarla doktorların görevleriyle ilgili önemli hususları dikkatle derliyordu. Kitabını iki bölüme ayırmıştı: İlk bölümde hepsinin görevlerini en ince detaylarına kadar ele alıyor, ikinci bölümünde ise her bireyin ait olduğu sınıfa göre görevlerini ayrıştırıyordu. Bu görevlerin hepsi, kendi alanlarında büyük görevlerdi. Her zamanki gibi sevgiden ve yardımlaşmadan söz ederek Aziz Matta’nın gösterdiği; Tanrı’ya karşı görevler (Matta, VI), kişinin kendine karşı görevleri (Matta, V, 29-30), komşuya karşı görevleri (Matta, VII, 12) ve hayvanlara karşı görevleri (Matta, VI, 20-25) olarak bu konuyu dört farklı gruba ayrıştırıyordu. Piskopos bu görevlerin yanı sıra, başkaca görevlerin farklı yerlerde belirtildiğini ve reçete edildiğini de gördü. Romalıların hükümdarlarına ve tebaalarına yazılan dizelerde yargıçlara, eşlere, annelere, genç erkeklere, Aziz Petrus tarafından yazılmış olan birçok nasihat vardı. Efesliler yazıtlarında kocalara, babalara, çocuklara ve hizmetkârlara nasihatlerde bulunuyordu. İbraniler ise yazıtlarında inananlara, bakirelere ve azizlere yer veriyordu. O ise tüm bunları bir araya getirerek büyük bir özenle, binbir emekle yazıyor; yorulmadan muazzam bir zahmetle saatlerce bu eser üzerinde çalışıyordu.

      Saat sekizde hâlâ çalışmalarıyla meşguldü; dizlerinin üzerinde büyük bir kitapla, küçük kare kâğıtlara bir hayli zahmetle bir şeyler yazarken Madam Magloire, her zamanki gibi yatağın yanındaki dolaba koymuş olduğu gümüş eşyaları almak için içeri girdi. Piskopos, onun odaya girmesiyle akşam yemeğinin hazırlandığını ve kız kardeşinin yemek için onu beklediğini fark etti. Kitabını kapattı, masasından kalktı ve yemek odasına geçti.

      Yemek odası; (daha önce de dediğimiz gibi) sokağa açılan bir kapısı ve bahçeye açılan bir penceresi olan, şömineli, dikdörtgen bir odaydı. O içeriye girdiği sırada Madam Magloire, aslında masaya son dokunuşları yapıyordu. Bu işleri yaparken de Matmazel Baptistine ile sohbet ediyordu. Masanın üzerinde bir lamba vardı; masa ise hemen şöminenin yanı başına yerleştirilmişti. Odun ateşi, etrafa tatlı bir sıcaklık yaymıştı.

      Her ikisi de altmış yaşın üzerinde olan bu iki kadını insan kendi kendine kolayca tasavvur edebilirdi. Madam Magloire kısa boylu, etine dolgun, hayat dolu bir kadındı; Matmazel Baptistine ise onun aksine narin, zayıf, çelimsiz, erkek kardeşinden biraz daha uzundu. O gece üzerine bir zamanlar Paris’ten satın aldığı ve o zamandan bu yana da benimsediği 1806 modası pudra rengi ipek bir elbise giymişti. Bütün bir sayfanın anlatmaya yetmediği bir fikri tek bir kelimeyle dile getirme erdemine sahip olan kaba ifadeleri kullanacak olursak Madam Magloire, tam bir köylü ve Matmazel Baptistine tam bir hanımefendi edasına sahipti. Madam Magloire başına beyaz kapitone bir şapka geçirmiş, sahip olduğu tek mücevher olan kadife bir kurdele üzerine takılmış altın bir Jeannette haçı olan broşunu boynuna bağlamıştı. Kaba, siyah yünlü kabaran bir elbise vardı üzerinde; kısa kollu, kırmızı ve yeşil kareli pamuklu kumaştan bir önlük beline yeşil bir kurdele ile bağlanmıştı. Ayaklarında Marsilyalı kadınların giydikleri sarı çoraplar ve kalın ökçeli ayakkabıları vardı. Matmazel Baptistine’in elbisesi ise 1806 model, ince belli, korseli, kabarık etekli ve karpuz kolluydu; önü tamamen düğmelerle kapatılmıştı. Kır saçlarını, bebek peruğu olarak bilinen kıvırcık bir peruk altına gizlemişti. Madam Magloire zeki, hayat dolu ve sevecen bir kadındı; ağzının iki köşesi eşit olmayan bir şekilde kalkıktı ve alt dudağından daha büyük olan üst dudağı ona oldukça huysuz ve buyurgan bir görünüm kazandırıyordu. Monsenyör ona karşı sakin davrandığı sürece, onunla saygı ve sükûnetle konuşarak kararlı biçimde itirazlarını ifade eder ama ne zaman ki Monsenyör sinirlenecek olsa hiç sesini çıkarmadan ona itaat ederdi. Matmazel Baptistine ise kesinlikle onu uyaracak biçimde konuşmaya gerek duymazdı. Kendisini Piskopos’a koşulsuz şartsız itaat etmeye ve onu sadece mutlu etmeye adamıştı. Genç kızlık döneminde dahi pek güzel biri olmamıştı. İri, mavi ve çıkık gözleri, uzun ve kemerli bir burnu vardı ama tüm çehresi ve tüm kişiliği en başta da belirttiğimiz gibi tarif edilemez bir iyilikle yüceltilmişti. Her zaman kibar bir bayan olmuştu. Ancak imanı, hayırseverliği, etrafına dağıttığı umut ve ruhunun güzelliği onun dış görünüşüne ilahi bir ışıltı vermişti. Tabiat onu bir kuzu, din ise onu bir meleğe dönüştürmüştü. Zavallı aziz bakire! Kaybolan tatlı hatıralar!

      Matmazel Baptistine o akşam piskoposluk konutunda olanları o kadar sık anlattı ki şu anda yaşayan ve en küçük ayrıntıları hâlâ hatırlayan birçok kişinin olduğuna eminim.

      Piskopos yemek odasından içeriye girdiğinde Madam Magloire oldukça neşeli bir biçimde konuşuyordu. Matmazel Baptistine’e kendisinin ve Piskopos’un da aşina olduğu bir konuda nutuk çekiyordu. Sorun ise yine giriş kapısındaki kilitle ilgiliydi.

      Konuşmalardan anlaşılacağı üzere Madam Magloire, akşam yemeği için erzak temin etmeye gittiğinde kasabada kulağına çalınan söylentilerden bahsediyordu. İnsanlar kötü görünümlü, pislik içerisinde etrafta dolaşan birisinden bahsetmiş; kasabaya şüpheli bir serserinin geldiğini ve o gece eve geç dönmek zorunda kalacak kişilerin tatsız karşılaşmalara maruz kalabileceklerini anlatmışlardı. Üstelik idari sebeplerden dolayı, polis şu sıralar kasabadaki düzenle pek ilgili değilmiş. Aklı olan insanların polis gibi davranarak kendilerini korumaları, evlerini usulüne göre düzgünce kilitlemeleri ve kapılarını her zaman itinayla kapatmaları gerektiğini özellikle Piskopos’un duyacağı biçimde yüksek sesle anlatıyordu Madam Magloire.

      Madam Magloire bütün olan biteni büyük bir hararetle anlatmıştı. Ancak Piskopos çok soğuk olan odasından, daha yeni yemek odasına girdiğinden onun anlattıklarını pek dinlememişti. Ateşin önünde durdu, ısındı ve sonra yeniden düşüncelere daldı. Madam Magloire, anlattıklarının özellikle duyması gereken kişi tarafından hiç dinlenilmediğini fark edince sözlerini tekrarladı. Kardeşini her zaman memnun etmeye kendini adamış olan Matmazel Baptistine, dostunun kırılmasını istemediğinden çekinerek de olsa kardeşine şu soruyu sorabilmişti:

      “Madam Magloire’ın ne dediğini duydunuz mu kardeşim?”

      “Bir şeyler duydum ama hiçbir şey anlamadım.” diye yanıt verdi Piskopos. Sonra sandalyesinde yarım dönerek ellerini dizlerinin üzerine koydu ve kolayca neşelenen, aşağıdan ateşin ışığıyla aydınlanan samimi yüzünü yaşlı hizmetçi kadına doğru kaldırıp gönlünü almak istercesine: “Haydi, konu neymiş bakalım? Nedir mesele? Etrafımızdaki büyük tehlike neymiş?” dedi.

      O zaman Madam Magloire, gerçeği farkında olmadan biraz abartarak tüm hikâyeyi yeniden anlatmaya başladı. Görünüşe göre korkunç, çıplak ayaklı bir serseri, bir tür tehlikeli dilenci o anda kasabadaydı. Konaklamak için Jacquin Labarre’ın evine gelmişti ama Labarre onu içeri almaya yanaşmamıştı. Gassendi Bulvarı’ndan geldiği ve karanlıkta sokaklarda dolaştığı görülmüştü. Korkunç yüzü olan bir darağacı kuşu…

      “Gerçekten mi?” dedi Piskopos.

      Bu sorgulama ifadesi, Madam Magloire’ı konuşmasını devam ettirmesi için daha da cesaretlendirmişti. Piskopos’un bu konu yüzünden hafiften telaşlandığını, onun merakını çekmiş olduğunu düşünerek zafer edasıyla:

      “Evet, Monsenyör. Durum kesinlikle bu. Bu gece bu kasabada bir tür felaket olacak. Herkes aynı şeyi söylüyor. Üstüne üstlük, polis de şu sıralar bu tür işlerle uğraşmıyor (bunun da faydalı bir tekrar olacağını düşünmüştü). Sonuç

Скачать книгу