Sefiller I. Cilt. Виктор Мари Гюго
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Sefiller I. Cilt - Виктор Мари Гюго страница 7
Bir Piskopos olarak çok meşgul bir adamdı. Her gün genellikle Piskoposluk Sekreterliği tarafından getirilen bir yığın evrak işini halleder, neredeyse her gün başpapaz ile görüşmeler gerçekleştirirdi. Cemaati ile yapması gereken görüşmeler, dua kitapları, piskoposluk ilmihâlleri, güncel kitaplar gibi incelemesi gereken büyük bir kilise kütüphanesi; yazılması gereken evraklar, hazırlanması gereken vasiyetnameler, günah çıkarma ibadetleri, belediye başkanlarının uzlaştırma işleri; büro ve idari yazışmalarla bir taraftan devlet, bir taraftan Vatikan’ın verdiği binlerce işle mücadele etmek zorundaydı.
İşleriyle ilgili bu binlerce ayrıntıdan, ofis işleri ve kısa notların alınmasından sonra kendisine ne kadar zaman kalıyorsa onları da öncelikle muhtaçlara, hastalara ve mazlumlara ayırırdı. Bütün bu işlerin ardından kendisine vakit kalacak olursa o zaman da ya bahçesiyle ilgilenir ya da kitap okuyarak bir şeyler yazmakla meşgul olurdu. Bu, her hâlükârda zahmetli olan iki türlü çalışma hayatı için de tek bir söz söylerdi: “Akıl bahçedir.”
Gün ortalarına doğru eğer hava güzelse dışarı çıkar ve kırları ya da yakın kasabaları dolaşarak yoksul evlerini ziyaret ederdi. Tek başına, gözleri yere eğik, derin düşüncelere dalmış hâlde, elindeki bastonundan destek alarak yürürdü. Üzerinde mor cübbesi, ayağında mor çorapları ve ağır ayakkabıları, başında üç büyük altın rengi püskülün sallandığı şapkasıyla ağır aksak adım atardı.
Ziyaret ettiği her yerde büyük bir bayram havasıyla karşılanırdı. Varlığının sıcak ve ışıltılı bir yanı olduğu söylenebilirdi. Çocuklar ve ihtiyarlar, güneş gibi parlayan Piskopos’un geldiğini gördüklerinde kapı önlerine çıkarlardı. Piskopos onları, onlar da Piskopos’u kutsardı. Kasabada herhangi birinin ihtiyacı varsa ona hemen o kişinin evini gösterirlerdi.
Orada burada durarak çocuklarla konuşur, annelerine gülümserdi. Parası olduğu zaman yoksulları ziyarete giderdi, artık parası kalmadığında ise bu sefer zenginleri ziyaret ederdi.
Cübbesini çok uzun süre giydiği ve kimsenin bunu fark etmesini istemediği için, şehre ziyarete gittiği zamanlarda her zaman mor pelerinini giyerdi.
Ancak yaz aylarında bu kıyafet onu fazlasıyla rahatsız ederdi. Eve döndüğünde akşam yemeğini yerdi, bu yemeğinin de kahvaltısından pek farkı yoktu. Akşam saat sekiz buçukta, Madam Magloire sofrada Piskopos’un ve kız kardeşinin arkasında durarak onlara çorbalarını servis ederdi. Yemekleri her zaman işte bu kadar sade olurdu. Bununla birlikte, Piskopos’un akşam yemeği için eğer önemli misafirleri olacaksa Madam Magloire, Monsenyör için gölden tutulan mükemmel balıklar veya dağlardan gelen lezzetli av etleriyle mükellef bir sofra hazırlamaktan da kaçınmazdı. Her ziyarete gelen misafir, onlar açısından ziyafet anlamı taşır ve Piskopos bu duruma itiraz etmezdi. Bu istisnalar dışında, yemek düzenleri zeytinyağı ve çeşitli sebzelerin kaynatılmasından oluşan çorbadan ibaretti. O yüzden “Piskopos, misafirle yemiyorsa Trappist1 keşişleriyle yiyor.” denirdi kendisi için.
Akşam yemeğinden sonra Matmazel Baptistine ve Madam Magloire ile yarım saat sohbet eder, sonrasında kendi odasına çekilir, bazen bir deftere bazen de eline geçirdiği bazı kâğıtlar üzerine düşüncelerini yazardı. O, tam anlamıyla bilgili bir edebiyat adamıydı. Arkasında oldukça ilginç konulara sahip olan beş-altı el yazması bırakmıştı. Bu eserler arasında, Tevrat’taki Yaradılış bölümündeki Başlangıçta Tanrı’nın ruhu sular üzerinde salınıyordu. ayeti hakkındaki yazısı ve bu ayeti, farklı üç ayrı tercümesi ile karşılaştırması yer alıyordu. Bu cümle Arapça tercümede “Tanrı’nın rüzgârları esiyordu.”, Filavius Joseph’in tercümesinde “Yukarıdan gelen bir rüzgâr yeryüzünde esiyordu.” ve Keldani bilgini Onkeleson’un tercümesinde “Tanrı’dan gelen bir rüzgâr, suların yüzeyine esiyor.” şeklinde yer alıyordu. Başka bir eserinde ise elinizde tutmuş olduğunuz bu eserin yazarının büyük amcası olan Ptolemais Piskoposu Hugo’nun teolojik eserini inceliyor ve geçen yüzyılda Barleycourt takma adı altında yayımlanmış olan eserlerden birçoğunun bu Piskopos’un kaleminden çıkmış olduğu gerçeğini ortaya koyuyordu.
Kimi zaman okumasının ortasında, elindeki kitap her ne olursa olsun, bir anda derin düşüncelere dalıyor ve bu düşüncelerden ancak sayfaların kenarına birkaç kelime yazmak için irkilerek kendisini toparlıyordu. Bu satırların, onları içeren kitapla çoğu zaman hiçbir bağlantısı olmuyordu. Örneğin, şimdi bile önümüzde, Myriel tarafından okunmuş ve sayfalarının kenarına notlar yazmış olduğu Amerika’daki Amiraller, Clinton ve Cornwallis ile Lord Germain’in Mektuplaşmaları isimli bir kitap duruyor. İşte o notlarda şunlar yazılı:
Ah, sen yücelerin yücesi!
Din adamları, sana her şeye gücü yeten;
Makkabiler sana Yaratıcı;
Efeslilere yazılan mektup sana özgürlük;
Baruh sana sonsuzluk;
Zebur sana bilgelik ve gerçeklik;
Yuhanna sana ışık;
Kralların kitapları sana Rab;
Kutsal Kitap sana Yaradan;
Levililer sana kutsallık;
Ezra sana adalet;
Tekvin sana Tanrı;
Ve insanlar sana Babamız diyor
Ama Süleyman sana Rahmet diyor,
bu isimlerin en güzeli de onun bulduğu isimdir.
Gece saat dokuza doğru iki kadın, uyumak için birinci kattaki odalarına çekilir ve onu sabaha kadar zemin katta yalnız bırakırlardı.
Bu noktaya geldiğimizde Digne Piskoposu’nun yaşadığı hane hususunda kesin bilgiler vermemiz gerekiyor.
VI
Onun Evini Kim Koruyordu?
Yaşadığı ev, daha önce de söylediğimiz gibi zemin kat ve üst kattan oluşuyordu. Zemin katta üç oda, birinci katta üç oda ve üst katta da bir çatı katı vardı. Evin arka kısmında çeyrek dönüm büyüklükte bir bahçe vardı. İki kadın birinci katı kullanıyorlar, Piskopos ise alt katta yaşıyordu. Sokağa doğru bakan birinci oda, onun yemek odası olarak kullandığı odaydı. İkinci odayı yatak odası ve üçüncü odayı da vaaz odası olarak kullanıyordu. Vaaz odasından çıkabilmek için, yatak odasından; oradan çıkabilmek için de yemek odasından geçmek gerekiyordu. Vaaz odasının köşesinde yatılı kalacak misafirler için ayrılmış, yatak konulabilecek bir yer vardı. Piskopos, burayı bazı işleri görüşmek için Digne’den gelen din adamlarını ağırlamak için kullanıyordu.
Hastanenin daha önce eczane olan kısmı, eve eklenen ve bahçeye bitişik küçük bir ek bina olarak mutfak ve kilere dönüştürülmüştü. Ayrıca bahçede eskiden hastanenin mutfağı olarak kullanılan ve şimdi Piskopos’un iki ineğinin beslendiği bir ahır bulunuyordu. İnekler her sabah ne kadar süt verirlerse versinler, elde edilen sütün yarısı hastanede yatan hastalara gönderiliyordu. Bunu verirken de her zaman, “Vergilerimi
1
Trappistler, zamanlarının çoğunu oruç tutarak geçirirler.