Sefiller I. Cilt. Виктор Мари Гюго
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Sefiller I. Cilt - Виктор Мари Гюго страница 9
İkisi arasındaki fark şudur: Hekimin kapısı asla kapanmamalıdır, rahibin kapısı ise her zaman açık olmalıdır.
Tıp Biliminin Felsefesi adlı başka bir kitabın sayfasına ise şu notu düşmüştü: Ben de onlar gibi bir nevi doktor değil miyim? Benim de hastalarım var; onların bana gönderdiği, benim de talihsizlerim dediğim hastalarım var.
Yine başka bir sayfaya şöyle not düşmüştü: Sizden sığınacak bir yer isteyene kim olduğunu sormayın. Barınağa ihtiyacı olan kişinin en çok rahatsız olduğu şey, kendi adıdır.
Tesadüfen bir gün, Couloubroux ya da Pompierry vaazlarının yapılıp yapılmadığını bilmiyorum, Piskopos’un misafiri olan rahiplerden biri muhtemelen Madam Magloire’ın endişelerinin de etkisinde kalarak kapıyı açık bırakmanın tedbirsizlik olup olmadığını ve içeri girmeyi seçecek birinin insafına kalacağı için, bu kadar az korunaklı evde bir felaketin yaşanmasından korkup korkmadığını sordu. Piskopos, hafifçe onun omuzuna dokunarak: “Tanrı evi gözetmiyorsa kulunun evi nasıl koruduğunun bir önemi yoktur.” dedi ciddiyetle, sonrasında ise başka şeylerden konuşarak sohbetini sürdürdü.
“Bir albayın cesareti varsa rahiplerin de kendilerine göre cesaretleri vardır.” derdi her zaman. “Ama bizimki daha sakin olmalıdır.”
VII
Kravat
Hikâyenin bu noktasında aşağıda anlatacağımız olay, Digne Piskoposu’nun nasıl bir adam olduğunu tüm açıklığıyla ortaya çıkaracaktır.
Ollioules boğazlarını istila eden Gaspard Bes çetesinin yok edilmesinden sonra, çetenin bir üyesi olan Kravat adlı haydut, askerlerin elinden kaçarak dağlara sığınmıştı. Bu haydut, Gaspard Bes’in geride kalan haydutları ile birlikte bir süre Nice’de saklandı; sonrasında bu haydut Piedmont’a gitti ve sonra birden Fransa’da, Barcelonette civarında yeniden ortaya çıktı. Önce Jauziers’de, sonrasında Tuiles’de görüldü. Joug-de-l’Aigle mağaralarında saklandı; Ubaye ve Ubayette vadilerinden mezralara ve köylere doğru indi.
Hatta Embrun’a kadar ilerledi, geceleri kiliselere girerek o mekânların kutsal eşyalarını dahi yağmalıyordu. Kırsal bölgede gerçekleştirdiği yağmalamalarla, halkı mahvediyordu. Peşine bir tabur jandarma gönderilmesine rağmen her defasında kaçmayı başarıyordu. Kaçmayı çok iyi beceriyordu ancak kimi zaman fazlasıyla cesur davranarak çatışmayı da biliyordu. Yine de cesur ama zavallı biriydi.
İşte bu haydudun etrafa salmış olduğu dehşetin ortasında Piskopos, Digne şehrinde göreve başlamıştı. Chastelar köylerine yaptığı ziyaretler esnasında, Belediye Başkanı onu karşılamaya geldi ve kendisine eşlik etmesini rica etti. Bu sırada Belediye Başkanı, Kravat adlı bu haydudun Arche kasabasına kadar bütün dağlık bölgeye hâkim olduğunu açıkladı ve o bölgelere yapılacak ziyaretlerin çok tehlikeli olduğu hususunda Piskopos’u uyardı. Bu ziyaretlerden vazgeçmesi gerektiğini ileterek yanına üç-dört jandarma verse dahi, bunun kesinlikle işe yaramayacağını belirtti.
“Ben de zaten tam da bu yüzden, yalnız gitmek niyetindeyim.” dedi Piskopos.
“Bu konuda ciddi değilsiniz, değil mi Monsenyör!” diye haykırdı Belediye Başkanı.
“Hem de o kadar ciddiyim ki bana kesinlikle tek bir jandarmanın dahi eşlik etmesini istemiyorum ve bir saat içerisinde de yola çıkacağım.”
“Gidecek misiniz?”
“Gideceğim.”
“Tek başınıza mı?”
“Tek başıma.”
“Monsenyör, bunu sakın yapmayın!”
“O taraftaki dağlık bölgede…” diye cevabına devam etti Piskopos. “Üç yıldır görmediğim, buradan daha büyük olmayan küçük bir topluluk var. Oradaki köy halkı tam anlamıyla namuslu ve iyi yürekli insanlar. Her biri güttüğü otuz keçinin sadece bir tanesine sahiptir. Çeşitli renklerde çok güzel yün iplikler yapar ve altı delikli küçük flütlerle o dağlık bölgede eğlenirler. Onlara da zaman zaman gidilip Tanrı’dan bahsedilmesi gerekir. Korkak bir piskopos hakkında neler söyleyebileceklerini tahmin edebiliyor musunuz? Eğer oraya gitmezsem hakkımda neler söylerler?”
“Peki haydutlar ne olacak, Monsenyör?”
“Haklısın.” dedi Piskopos. “Onları da göz önünde bulundurmak zorundayım. Haklısın. Orada onlarla da karşılaşabilirim. Onlara da Tanrı hakkında güzel sözler söyleyebilirim, buna onların da kesinlikle ihtiyacı vardır.”
“Ama Monsenyör, orada bir grup haydut var. Onlar tıpkı bir kurt sürüsü gibidir!”
“Mösyö le Maire, belki de İsa beni bu kurt sürüsünü gütmem için görevlendirmiştir. Tanrı’nın insana nasıl yollar sunduğunu kim bilebilir ki?”
“Sizi soyacaklardır, Monsenyör.”
“Hiçbir şeyim yok ki.”
“Sizi öldürebilirler.”
“Dualar mırıldanarak önlerinden geçen, benim gibi ihtiyar bir din adamını mı öldürecekler? Peh! Ne elde edecekler ki?”
“Ah, Tanrı’m! Ya onlarla karşılaşacak olursanız?”
“Yoksullarım için onlardan sadaka istemeliyim o zaman.”
“Gitmeyin, Monsenyör! Tanrı aşkına size yalvarıyorum! Hayatınızı riske atıyorsunuz!”
“Mösyö le Maire…” dedi Piskopos sakince. “Bütün mesele bu mu? Ben bu dünyaya kendi hayatımı korumak için değil, ruhları korumak için geldim.”
Piskopos’a yola çıkması için izin vermek zorunda kaldılar. Yanına sadece ona rehberlik yapması için bir çocuk verdiler, böylece Piskopos yola koyuldu. Bu konudaki inatçı tutumu bütün bölgede kulaktan kulağa yayılmış ve büyük bir şaşkınlığa neden olmuştu.
Yanına ne kız kardeşini ne de Madam Magloire’ı almıştı. Dağlık bölgeyi katırlarla aşarak haydutlarla da karşılaşmadan sonunda sağ salim “iyi yürekli köylülerin”