Sefiller I. Cilt. Виктор Мари Гюго
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Sefiller I. Cilt - Виктор Мари Гюго страница 12
Geçen yıl haydutların hâkimiyet kurduğu topraklara bir başına gitti. Bizi bile yanına almadı. İki hafta boyunca ortalarda yoktu. Sağ salim geri döndü. Herkes onun öldüğünü sanırken o, gayet iyi durumdaydı ve “Bakın, bu da benim soyulma şeklim!” dedi. Sonra, haydutların ona hediye ettiği Embrun Katedrali’nin kutsal hazinesiyle dolu sandığını açtı.
Ama yine de bu sefer onu biraz olsun azarlamaktan geri duramadım. Bunu yaparken de kimse duymasın diye onunla araba yoldayken konuştum.
İlk başlarda, onu durdurabilecek hiçbir tehlike yok diyordum kendi kendime. Ama zamanla bu duruma alıştım. Hatta Madam Magloire’a bile artık ona itiraz etmemesi konusunda uyarılarda bulundum. Kendisi nasıl uygun görüyorsa o şekilde hayatına devam ediyor. Ben de Madam Magloire’ı yanıma alıp odama geçiyor, onun için dua ediyor ve uyuyorum. İçim çok rahat çünkü ona bir şey olacak olursa benim de öleceğimi biliyorum. Hem kardeşim hem de piskoposumla birlikte Tanrı’nın huzuruna çıkmış olacağım. Madam Magloire, ihtiyatsızlık olarak nitelendirdiği onun bu tür eylemlerine çok daha zor alışıyor. Ama nihayetinde durumu o da kabullenmiş hâlde. Birlikte dua ediyoruz, birlikte titriyoruz ve birlikte uykuya dalıyoruz. Eğer içeriye bir şeytan girecek olsa istediği her şeyi yapabilir. Sonuç olarak, bu evde korkacak ne var ki zaten? Her zaman yanımızda bizden çok daha güçlü biri var. Şeytan buradan geçebilir ama Tanrı her zaman bizim yanımızdadır.
Artık, kardeşimin niyetlerini açıklaması için bana bir şeyler söylemesine gerek yok. Onu konuşmadan da anlayabiliyorum ve kendimizi Tanrı’nın kutsal ellerine emanet ediyoruz. Ruhu böylesine büyük Tanrı inancıyla dolu bir adam için yapılacak başka bir şey de yok.
Faux ailesi hakkında benden bilgi istemiştiniz, ben de kardeşimle bu hususu konuştum. O her şeyi bilir ve onun hatıralarının ne kadar zengin olduğunu siz de çok iyi bilirsiniz. Bu aile gerçekten de Caen Generalliğine bağlı çok eski bir Norman ailesiymiş. Beş yüz yıl önce Roul, Jean ve eski asilzadelerden olan Thomas de Faux tarafından kurulmuş soylu bir aile. Ailenin son ferdi Guy-Etienne-Alexandre imiş, bir alay komutanıymış ve Bretagne süvarisinin başıymış. Kızı Marie-Louise, Fransız muhafız albayı ve ordunun generali Dük Louis de Gramont’un oğlu Adrien Charles de Gramont ile evlenmiş. Soy isimleri Faux, Fauq ve Faoucq olarak yazılıyormuş.
Sevgili dostum, bu vesileyle sizden aziz akrabanız Mösyö Kardinal’in dua ederken bizleri de unutmamasını rica edeceğim. Sevgili Sylvanie’ye gelince sizinle geçirdiği vakti detaylıca bana yazdığı için çok müteşekkirim. O çok iyi bir insandır, sizin isteklerinize göre çalışır ve sizi çok sever.
Söylemek istediklerimi dile getirdim. Sizin aracılığınızca Sylvanie’nin gönderdiği hatıranız bana sağ salim ulaştı ve beni çok mutlu etti. Sağlığım o kadar kötü değil ancak yine de her geçen gün biraz daha zayıflıyorum. Kâğıtlarım bittiği için, burada mektubuma son vermek zorundayım. Bütün iyi dileklerimi sizlere sunuyorum.
Baptistine
Not: Büyük yeğeniniz de bu arada gayet sağlıklı. Yakında beş yaşında olacağını biliyor musunuz? Dün, dizlikleri olan, at sırtında geçen birini gördü ve “Dizlerinin üzerindeki nedir?” diye sordu. Gerçekten büyüleyici bir çocuk! Küçük kardeşi, eski bir süpürgeyi bir araba gibi odanın içinde sürüklüyor ve “Deh, deh!” diye bağırıyor.
Aslında bu mektuptan da anlaşılacağı üzere bu iki kadın; evin erkeğinin isteklerini gayet net bir biçimde kavrayarak, o sahip oldukları özel dehalarıyla Piskopos’un yaşam tarzına uyum sağlayarak onun hayatına katılmışlardı. Digne Piskoposu, yüzünden asla eksik etmediği tebessümü ve açık sözlü ruh hâliyle, hiçbir zaman kendinden şüphe duymadan büyük, cesur ve muhteşem işler yapıyordu. Kadınlar, onun yaptığı bu işleri titreyerek ve korkuyla izliyor ama yine de ona engel olmak için bir eylemde bulunmuyorlardı. Bazen Madam Magloire ilk başta duruma itiraz ediyor ama ne öncesinde ne de sonrasında asla ısrarcı davranmıyordu. Herhangi bir eyleme giriştiğinde Piskopos çalışmaya başladıktan sonra bu iki kadın, ona tek bir kelime dahi söylemiyordu. Bazı anlarda, daha bundan bahsetmeye fırsat bulamadan yaptığı işin yüceliğinin ne boyutta olduğunun kendisi bile farkında değilken kadınlar, onun ne yapmak istediğini hemen anlayarak destek oluyordu. Bu iki kadın, Piskopos’un arkasından giderek onun gibi davranan iki gölgeyi andırıyorlardı. Ona hiç fark ettirmeden hizmet ediyor ve ortadan kaybolmaları gerektiğinde hiçbir şey söylenilmesine gerek duymadan ortadan kayboluyorlardı. Takdire şayan bir içgüdü inceliğiyle, belli kaygıların da sınırlandırılabileceğini anlıyorlardı. Sonuç olarak, onun tehlikede olduğuna inandıklarında bile onu rahat bırakabilecek kadar anlayış göstermeyi başarıyor ve kendilerine hâkim olabiliyorlardı. Onu, Tanrı’ya emanet ediyorlardı.
Üstelik Baptistine, az önce arkadaşına yazdığı mektupta da belirttiği üzere, kardeşi ile birlikte öleceğini söylüyordu. Madam Magloire ise bunu dillendirmiyor ancak biliyordu.
X
Piskopos Bilinmeyen Bir İşin Peşinde
Önceki sayfalarda sözü edilen mektubun tarihinden bir süre sonra, Piskopos bütün kasabayı şaşkına düşüren, o haydutlarla dolu dağlara yaptığı tehlikeli yolculuktan çok daha şaşırtıcı ve tehlikeli bir işe girişti.
Digne kasabasının yakınlarında yaşayan yalnız bir adam vardı. Hemen belirtelim ki bu adam Konvansiyonun eski bir üyesiydi ve adı “G.” idi.
Konvansiyon Üyesi G. Digne’nin küçük dünyasında, hakkında korkunç hikâyeler anlatılan ve kendisinden fazlasıyla korkulan biriydi. Böyle bir insanı gözünüzde canlandırabiliyor musunuz? Bu insanların birbirlerine “vatandaş” dedikleri günden bu yana bu adama karşı nefret besliyorlardı ve yaşadığı bölgede ne bir dostu ne de bir tanıdığı vardı. Bu adam, oradaki halk tarafından neredeyse bir canavar olarak görülüyordu. Kral’ın ölümü için dahi oy kullanmamıştı. Etrafındakilere yarı kralmış gibi bir tutum sergiliyordu. Korkunç bir adamdı. Nasıl olmuş da böylesi bir adam, yaptığı eylemler sonucunda yüce mahkeme önüne hiç çıkarılmamıştı? Onun ille de kafasının kesilmesine gerek yoktu ancak kesinlikle sürgün edilmeliydi. Sırf başkalarına örnek olması adına bu yapılmalıydı. Ayrıca söylentilere göre, onun bir ateist olduğu söyleniyordu.
Acaba G. vahşi bir akbaba olabilir miydi? Eğer yalnızlığındaki gaddarlık unsurları yargılanacak olsaydı, buna cevap “evet” olabilirdi. Kral’ın ölümü için oy kullanmadığından sürgün kararnamelerine dâhil edilmemiş ve Fransa’da kalabilmişti.
Şehirden kırk beş dakika uzaklıkta, herhangi bir başka mezra ya da yoldan uzakta, çok vahşi bir mezranın ortasında yaşıyordu. Kimse tam olarak nerede olduğunu bilmiyordu. Yaşadığı söylenilen bölgede bir tür in, bir delik, bir sığınak bulunuyordu. Ne bir komşusu ne de yolundan geçen herhangi biri oluyordu. O, vadinin orta kısımlarında yaşadığından oraya giden yol, otların altında kaybolmuştu. Yörede, oradan sanki bir celladın meskeniymiş gibi söz ediliyordu.
Bununla birlikte Piskopos; bu konuda aynı görüşte değildi ve zaman zaman Konvansiyonun eski üyesinin bulunduğu vadideki ağaç öbeklerine bakarak, onun meskeni olduğunu tahmin ettiği bir noktaya odaklanarak, düşüncelere dalar ve şöyle derdi: “O sadece çok