Sefiller I. Cilt. Виктор Мари Гюго

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Sefiller I. Cilt - Виктор Мари Гюго страница 13

Жанр:
Серия:
Издательство:
Sefiller I. Cilt - Виктор Мари Гюго

Скачать книгу

aklı karışmış durumdaydı. Bazen onu ziyaret etmek için yola koyuluyor, sonra vazgeçerek geri dönüyordu.

      Sonunda bir gün, Konvansiyonun eski üyesinin kulübesinde onunla birlikte yaşadığını söyleyen genç bir çoban; efendisinin ölüme yakın derecede hasta olduğunu ve bir doktor aradığını söyledi. Hemen kasabada söylentiler yayıldı; yaşlı adamın ölmek üzere olduğu, felç geçirdiği ve bir gece daha yaşayacak durumda olmadığı dilden dile anlatıldı. Bazıları bunları anlatırken sonunda “Tanrı’ya şükür!” demeyi de ihmal etmedi.

      Bunu duyar duymaz Piskopos değneğini eline aldı; daha önce bahsettiğimiz gibi, o eski püskü cübbesini üzerine geçirerek yola koyuldu.

      Piskopos, bu insan uğramaz, tenha yere ulaştığında güneş neredeyse batmak üzereydi. Bahsi geçen adamın ininin yakınlarında olduğunu fark ettiğinde heyecanlandığını hissetti. Bir hendekten geçti. Deve dikenlerinin üzerinden atladı, bir çitin üzerinden geçti ve bakımsız bir çayırlık alana girdi. Büyük bir cesaretle birkaç adım attı ve birden çorak arazinin sonunda, yüksek bir tepenin ortasındaki mağarayı gördü. Aslında kasaba halkı onun evini mağara olarak nitelendirirken haksızlık etmişlerdi. Adamın yaşadığı yer; hemen önünde asma çardağı bulunan, temiz görünüşlü, alçak tavanlı, sıradan bir köy kulübesinden başka bir şey değildi.

      Kapının hemen yanında, eski bir tekerlekli sandalyede, gülümseyerek yüzünü güneye dönmüş ak saçlı bir adam oturuyordu.

      Adamın hemen yanında genç bir çoban dikiliyor, elindeki kaptan ihtiyar adama süt içiriyordu.

      Piskopos onları izlerken yaşlı adam konuştu: “Teşekkür ederim.” dedi. “Başka bir şey istemiyorum.” Böylece yine güneşe doğru gülümsemeye devam ederken çocuk, onu dinlenmesi için yalnız bıraktı.

      Piskopos ona doğru ilerledi. Yürürken çıkardığı sesler yüzünden, yaşlı adam başını ona doğru çevirdi. Yüzünde, arkasında upuzun bir ömür bırakmış olan bir insanın hâlâ hissedebileceği büyük bir şaşkınlık ifadesi vardı.

      “Buraya geldiğimden bu yana, ilk kez biri ziyaretime geliyor. Siz kimsiniz efendim?”

      Piskopos hemen cevapladı: “Adım Bienvenu Myriel.”

      “Bienvenu Myriel mi? Bu ismi duymuştum. Halkın ‘Hoş Geldiniz Monsenyör’ dedikleri kişi, siz misiniz?”

      “Benim.”

      Yaşlı adam yüzünde hafif bir tebessümle konuşmaya devam etti:

      “Bu durumda, siz benim piskoposumsunuz?”

      “Öyle de denilebilir.”

      “İçeri girin, efendim.”

      Konvansiyonun eski üyesi, Piskopos’a elini uzattı ancak Piskopos kendisine uzatılan eli tutmadı. Yine de şu sözleri söylemekten kendisini alamadı:

      “Hakkınızda yanlış bilgilendirildiğimi görmekten memnun oldum. Bana hiç de hasta gibi gelmediniz.”

      “Monsenyör.” diye yanıtladı yaşlı adam sakince. “Sonunda şifa bulacağım.” Bir süreliğine durdu ve “Üç saat sonra öleceğim.” diye ekledi. Sonra yine devam etti:

      “Hekimlikten biraz anlarım, son saatlerin nasıl geçtiğini de bilirim. Dün sadece ayaklarım buz gibiydi, bugün ise soğukluk dizlerime kadar yükseldi, şimdi de belime doğru yükseldiğini hissediyorum, kalbime ulaştığında da her şey bitecek. Güneş ne kadar güzel, değil mi? Buraya son defa onu görmek için çıktım. Benimle konuşabilirsiniz, sizi bile dinleyecek durumdayım. Ölmek üzere olan bir adamı ziyaret etmekle ne iyi etmişsiniz. Bu anıma tanık olacak birinin olması çok iyi. Şu anda tam olarak, gün doğumuna kadar yaşamayı çok isteyen ama bunun mümkün olmayacağını bilen, yaşayacak sadece iki-üç saati olan bir adamın yanındasınız. O vakit geldiğinde çoktan gece çökmüş olacak. Her şeyin sonunda bunların ne önemi var ki? Ölmek, gayet basit bir olaydır. Bunun için kişinin ışığa ihtiyacı yoktur. Bırakın nasıl olursa olsun. Yıldızların altında da ölebilirim.”

      Yaşlı adam çoban gence döndü:

      “Git yat, dün bütün gece uyanıktın, yorgunsun.” Çocuk, kulübeden içeriye girdi. Yaşlı adam onu gözleriyle takip etti ve kendi kendine konuşuyormuş gibi ekledi: “O uykudayken ölmeliyim. İkimiz de sanki uyuyormuşuz gibi olur. Sadece benimki, çok uzun bir uyku olacak.”

      Piskopos, olması gerektiği gibi, onu kayıtsızlıkla dinlemişti. Tanrı’nın onun ölümünde bir ayrıcalık tanımayacağını düşünüyordu. Ayrıca onun inançsızlığı yüzünden öfkeliydi de. Bu kayıtsızlığının bir nedeninin de öfkesi olduğu inkâr edilemez bir gerçekti. Ayrıca kendisine her zaman Monsenyör diye hitap edilmesine alışkın olan Piskopos, ihtiyar adamın ona bu şekilde hitap etmemesinden dolayı da sinirlenmiş; ona karşılık verirken “vatandaş” dememek için kendisini çok zor tutabilmişti. Genel anlamda doktorlar ve papazlarda pek görülmeyen, onda ise hiç alışık olmadığımız soğuk gurur duygusunun bir anlığına da olsa esiri olmuştu. Sonuç olarak bu adam, bir Konvansiyon üyesiydi. Halkın temsilcisi, dünyanın güçlülerinden biriydi. Piskopos, hayatında ilk kez şiddetli biçimde duyguları ve mantığı arasında sıkıştığını hissediyordu.

      Bununla birlikte Konvansiyon Üyesi, aslında tüm konuşmalarında gayet samimiydi; kısa bir süre sonra ölüp toza dönüşmenin eşiğinde olan birinin alçak gönüllülüğünü yaşadığı aşikârdı.

      Piskopos, kendi görüşüne göre toplumdan soyutlanmış bu adamın durumunu sorgularken merakını da genel anlamda dizginlemeye çalışıyor; bu adamı küstah ve terbiyesiz bulduğundan ona bir ders de vermek istiyordu. Konvansiyon Üyesi, onda bir şekilde yasanın hatta hayırseverlik yasasının dışında olduğu izlenimini uyandırıyordu. G. denen bu adamdaki en şaşırtıcı olan durum ise, ölümle burun buruna olduğunu söylemesine rağmen fiziksel olarak bedeninden sağlık fışkırmasıydı. Devrim esnasında Piskopos, bu tür adamlara çok rastlamıştı. Tıpkı bu yaşlı adam gibi, ölüm onların da umurlarında olmazdı. Sonuna çok yakın olmasına rağmen bu tür adamlar her zaman kuyruğu dik tutmayı bilirlerdi. Berrak bakışlarında, kararlı seslerinde, omuzlarının güçlü hareketlerinde ölümü dahi şaşırtacak bir şeyler vardı. Müslümanların ölüm meleği dediği Azrail bile onun canını almaya gelse yanlış kapıya geldiğini düşünerek geri dönerdi. G. ölüyordu çünkü kendisi böyle olmasını istiyordu. Acısında bile bir özgürlük vardı. Sadece bacakları hareketsizdi. Gölgelerin onu sımsıkı tuttuğu yer de orasıydı. Ayakları soğuk ve ölüydü ama başı, yaşamın tüm gücüyle hayattaydı ve ışık dolu görünüyordu. Ölecek olmasına rağmen G. hava karardıkça Doğu masallarında anlatıldığı gibi üstü etten, altı mermerden heykellere benziyordu.

      Orada bir taş vardı ve Piskopos bunun üzerine oturdu. Söze başlaması ani oldu.

      “Sizi tebrik ederim.” dedi, azarlarcasına bir ses tonuyla. “Ne de olsa Kral’ın ölümü için her şeye rağmen oy kullanmadınız.”

      Konvansiyonun eski üyesi, Piskopos “her şeye rağmen”i üstüne basa basa söylerken iğneleyici anlamı fark etmemiş gibiydi. Cevap verirken yüzündeki tebessüm de tamamen kaybolmuştu.

      “Beni

Скачать книгу