Tarzan’ın Hayvanları. Эдгар Райс Берроуз
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Tarzan’ın Hayvanları - Эдгар Райс Берроуз страница 4
Fakat çok geçmeden yardımcı motorun sesi ve çelik halatın kaldırma tamburundaki takırtısı, Kincaid’in demir almakta olduğunu haber etti ve kayıkçı birkaç saniye sonra pervanelerin döndüğünü duydu. Küçük buharlı gemi, yavaş yavaş Manş Kanalı’na doğru uzaklaşıyordu.
Kıyıya doğru kürek çekmek üzere döndüğünde, geminin güvertesinden bir kadın çığlığı duydu.
“Şu talihsizliğe bak.” dedi kendi kendine. “Almışken bütün parasını alsaymışım keşke.”
Jane Clayton, Kincaid’in güvertesine çıkınca gemiyi görünürde terk edilmiş bir hâlde buldu. Gemide ne aradıklarından ne de başkalarından hiçbir iz yoktu. O yüzden, kocasını ve çocuğunu hiçbir aksilikle karşılaşmadan bulmayı ümit ederek etrafta aramaya koyuldu.
Hemen yarısı güvertenin üstünde, yarısı ise aşağısında kalan kaptan köşküne koştu. Kısa güverte merdiveninden süratle aşağı inip iki yanında zabitlere ait olan küçük odaların bulunduğu ana kabine girdi. O gelince kapılardan birinin çabucak kapandığını fark edemedi. Ana odanın sonuna kadar yürüdü ve oradan geri dönerken her bir kapının önünde durup içeriyi dinledi ve kimseye fark ettirmeden kilidi açmaya çalıştı.
Tek duyduğu sessizlikti, mutlak sessizlik… Korku içerisindeki genç kadın, bu sessizlikte kendi kalbinin gümbürtüsünün tüm gemide âdeta gök gürültüsü gibi yankılandığını hissetti.
Dokunduğu kapılar birer birer açıldı fakat içleri boştu. Kafası meşgul olduğundan gemideki ani hareketlenmeyi, motorların uğultusunu, pervanelerin gürültüsünü fark edemedi. Artık sağ taraftaki son kapıya gelmişti. Kapıyı itip açtığında içeriden kuvvetli, kara suratlı bir adam onu tuttuğu gibi pis kokulu, havasız odanın içine çekti.
Bu beklenmedik saldırı karşısında yaşadığı ani şokla kulakları delen tiz bir çığlık attı. Bunun üzerine adam, kaba bir hareketle elini kadının ağzına kapadı.
“Karadan uzaklaşana kadar olmaz, canım.” dedi. “Ondan sonra avazın çıktığı kadar bağırabilirsin.”
Leydi Greystoke dönüp dibindeki adamın habis niyetli, sakallı suratına baktı. Adam, kadının ağzının üstündeki elini gevşetti ve adamı tanıyan kadın, dehşet içerisinde feryat ederek geri çekildi.
“Nikolas Rokoff! Bay Thuran!” diye bağırdı.
“Sadık hayranınız.” diye karşılık verdi Rus, eğilerek.
“Oğlum, oğlum nerede?” dedi, iltifatını duymazdan gelerek. “Bırak, oğlumu alayım. Nasıl bu kadar zalim olabilirsin? Gerçek hâlinde, Nikolas Rokoff olarak bile merhamet ya da şefkatten tamamen yoksun olamazsın! Nerede olduğunu söyle! Bu gemide mi? Lütfen, göğsünde kalp denilen bir şey varsa beni bebeğime götür!”
“Sana söyleneni yaparsan oğluna zarar gelmez.” diye karşılık verdi Rokoff. “Fakat unutma ki burada olman senin hatan. Kendi rızanla gelip gemiye bindin, öyleyse neticesine de katlanacaksın.” Sonra kendi kendine, “Şansın bana böylesine güleceği hiç aklıma gelmezdi.” diye ekledi.
Ardından güverteye çıktı, çıkarken de odanın kapısını esirinin üstüne kilitledi ve kadının yanına günlerce uğramadı. Meselenin aslı şuydu ki çok kötü bir denizci olan Nikolas Rokoff’u, Kincaid’in seferin en başından itibaren karşılaştığı şiddetli dalgalar sebebiyle deniz tutmuştu ve adam, kamarasından çıkamıyordu.
Bu süre boyunca genç kadının tek ziyaretçisi, ona yemek getiren Kincaid’in berbat aşçısıydı. Yontulmamış bir odun olan İsveçli adamın adı, Sven Anderssen idi ve yegâne gururu, soyadının çift “s” ile yazılıyor olmasıydı.
Adam uzun boylu, kemikli ve zayıftı; uzun sarı bıyıklı, lekeli ciltli ve kirli tırnaklıydı. Aynı güveç yemeğini sık sık yapmasına bakılırsa bu yemek, adamın mutfak sanatının medarıiftiharıydı. Pis başparmağının ılık yemeğin içine girdiğini görmek bile genç kadının iştahını kaçırmaya yetmişti.
Birbirine yakın, küçük mavi gözleri doğrudan genç kadının gözlerine bakıyordu. Adamın görüntüsünde, kedi gibi yürüyüş tarzında bile kendisini gösteren bir sinsilik vardı ve pis önlüğünü tutan yağlı kuşağına geçirerek daima belinde taşıdığı uzun ince bıçak da tüm bunlara ayrı bir tekinsizlik katıyordu. Görünüşte bu, vazifesini icra etme maksadıyla taşıdığı bir aletten başka bir şey değildi lakin genç kadın, ufak bir kışkırtmayla o bıçağın daha başka ve daha zararlı maksatlarla kullanıldığına da şahit olacağını düşünmeden edemiyordu.
Adamın ona karşı tavrı kabaydı lakin genç kadın yine de yemeğini getirdiği zaman ona kibarca gülümseyip teşekkür etmeyi asla ihmal etmiyordu. Fakat çoğu zaman, adam çıkıp da kapıyı arkasından kapatır kapatmaz yemeğin büyük bir kısmını odanın küçük penceresinden dışarı fırlatıyordu.
Jane Clayton’ın hapsedilmesini takip eden ızdırap günlerinde, genç kadının aklında sadece iki soru vardı: Kocası ve oğlunun nerede olduğu. Şayet hâlâ hayatta ise, bebeğin Kincaid’de olduğuna şüphesi yoktu lakin kandırılarak bu uğursuz gemiye getirilen Tarzan’ın hayatta kalmasına müsaade edilip edilmediğinden hiç emin değildi.
Rus’un, İngiliz’e beslediği derin nefreti elbette biliyordu ve onu gemiye bindirmesindeki niyetini düşününce aklına tek bir şey geliyordu: Rokoff’un biricik planlarına taş koyduğu ve nihayetinde Fransız Hapishanesine gönderilmesine vesile olduğu için, Tarzan’dan intikam almak maksadıyla onu nispeten emniyetli bir yere götürüp işini orada bitirmek.
Tarzan’a gelince; karısının, neredeyse tam üstündeki odada hapis olduğundan bihaber, karanlık hücresinde yatıyordu.
Jane’e yemek getiren İsveçli ona da yemek getiriyordu fakat Tarzan birkaç sefer adamın ağzından laf almaya çalıştıysa da başarılı olamamıştı. Bu adamdan oğlunun Kincaid’de olup olmadığını öğrenmeyi ümit etmişti lakin hem bu husustaki hem de benzer mahiyetteki tüm sorularına adamın verdiği cevap tekti: “Çok yakında, çok fena rüzgâr çıkacak.” Hâl böyle olunca Tarzan, birkaç denemeden sonra pes etti.
Kincaid, iki esire aylar gibi gelen birkaç hafta boyunca bilmedikleri bir yere doğru yol aldıktan sonra bir kez kömür almak için durdu fakat hemen sonrasında küçük buharlı gemi, nihayetsiz gibi görünen seferine devam etti.
Rokoff, Jane Clayton’ı o küçük odaya kilitledikten sonra onu sadece bir kez ziyaret etti. Uzun süren deniz tutması sebebiyle zayıflamış, gözleri çökmüştü. Ziyaretinin maksadı, onu İngiltere’ye sağ salim geri götürme teminatı karşılığında genç kadına yüklü bir miktar çek yazdırmaktı.
“Beni, oğlum ve kocamla birlikte medeni bir limana sağ salim indirdiğin zaman, sana istediğin miktarın iki katını altın olarak ödeyeceğim lakin o zamana kadar sana ne bir kuruş veririm ne de şartlarımı kabul etmezsen tek bir