Usta ile Margarita. Bulgakov Mihail

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Usta ile Margarita - Bulgakov Mihail страница 10

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Usta ile Margarita - Bulgakov Mihail

Скачать книгу

Uzun süredir dışarı çıkmamıştım, mart ayının nemli havası başımı döndürdü. Ortalık kararmıştı bile. Tahta perdelerle çevrelenmiş bir boş arsayı fenerler aydınlatıyordu. Eskiden burada bir kilise vardı, şimdi de Sovyetler Sarayı'nın yapımı başlamak üzereydi; günümüzde aynı yerde büyük bir yüzme havuzu bulunuyor (özellikle çok soğuk günlerde üzerinden hep buhar yükselir). Şantiye fenerlerinin aydınlığı dışında her şey karanlığa gömülüydü.

      Hayat, ara sıra tuhaf yakınlaşmalara yol açıyor. O akşam –bugün gibi hatırlıyorum– metronun yakınında, tanıdığım bir yazara rastladım. Yorgun argın evine dönüyordu, nemli mart havası onu üşütmüştü. Tıraş olmamıştı, benzi sapsarıydı, kasketini kulaklarına kadar indirmiş, yakasını kaldırmıştı. Elinde koca bir evrak çantası vardı.

      “Sizi gören cennetlik,” diye fısıldadı. “Nerelerdesiniz? Biliyor musunuz, şu sıralar dışarı çıkmak, biraz insan görmek gerek. Birtakım değişmeler var, gazetelerden öğrenemezsiniz bunları… Yarın Yazarlar Birliği’ne gelin. N.N.nin durumu görüşülecek. Amma iş ha!”

      Kuşkulu görünüyordu; tanığı olduğum acı ölümün yanında, bu yazarın uğraştıklarının akıl almaz gereksizliği beni etkiledi.

      Eczaneye girip sorumlu eczacıyı istedim; kılı kırk yaran müşterisi Bulgakov’u hatırlıyordu adam. Bana ilaçları verirken üzüntüyle başını salladı.

      Buzlar eriyordu. Kar, pis sarı bir renk almıştı. Çepeçevre bulvarda tramvayların çan sesi duyuluyordu. Her şey birden bambaşka gözüktü bana.

      Ölümünden on gün önce Fadayev, onu görmeye gitti. Bulgakovlara daha önce hiç uğramamıştı. Belki Yazarlar Birliği’nin bir üyesi olduğu için, ona yakınlık göstermek, yardımda bulunmak istiyordu. O güne dek, ancak başkalarından duymuştu Bulgakov’u. Amacım hiç de Fadayev’i yargılamak değil: Görevini yapıyordu o. Bütün akşamını bizimle geçirdi, allak bullak oldu.

      Fadayev’in yazarlardan ve Birlik’ten söz edişini dinledi Bulgakov; Fadayev ise bir dosta anlatır gibi, güvenle konuşuyordu. İyi tanıdığı birinin adı geçince Fadayev’in sözünü kesen Bulgakov:

      “Bakın,” dedi. “Alçağın biridir o!” Sonra yalvarırcasına ellerini kavuşturup devam etti: “Ama belki sizin dostlarınızdandır.” Parmağını salladı arkasından, “O zaman da sizi uyarmam gerek. Ona, aşağı yukarı her gün rastlıyorsunuz, ben ise kendisini hayatımda görmedim; ama çok iyi tanıyorum. Siz tanımıyorsunuz. Böyledir bu iş. Yüksek memurların başına sık sık gelir…”

      Fadayev’e takılıyor, Edebiyat Bakanı olmasıyla alay ediyordu. Bulgakov edebiyatla ilgilenen üst düzey bir memurun portresini çizerken Fadayev, o kısa ince gülüşüyle basıyordu kahkahayı.

      Sonra birden gülmesini kesip, “Ama bu söyledikleriniz korkunç şeyler,” diyordu. “Korkunç, çünkü gerçek. Bir yazarın her şeyi bağışlanabilir, kendi kendisine ihaneti hariç. O zaman ne yapmalı?” Bakışlarıyla Bulgakov’u sorguladı.

      “Her şey karılarına bağlıdır Aleksandr Aleksandroviç. Kadınlardan çekinilmesi gereken tek bir durum var, aptal olmaları. Yazar, aptal bir kadına düşmüşse hapı yuttu demektir.”

      “Bütün bunlar masal,” dedi Fadayev. “Başka?”

      Ama Bulgakov başka şey söylemedi. Gözlerini kapadı. Yorgundu, yorgunluğunu gizleyemiyordu. Fadayev çıkmaya hazırlandı.

      Kapının önünde bana sordu:

      “Doktorlar, durumunun gerçekten umutsuz olduğunu mu söylüyorlar?”

      “Evet.”

      “İnanılacak gibi değil. Hayat dolu.”

      “Ama böyle işte. Kendi de biliyor durumunu.”

      “İnanmak o kadar güç ki.” Fadayev bir an düşündükten sonra birden, “Büyük bir anlaşmazlık oldu, anlıyor musunuz,” dedi. “Artık yapacak şey de yok.”

      “Ne gibi bir anlaşmazlık?”

      “Benim için anlaşmazlık, Bulgakov’u tanımamış olmamda. Onu tanımamaya hakkım yoktu… Hayır, hasta olduğuna inanamam. Gerek doktorların, gerekse kendisinin yanıldığına eminim. Kurtulacak ve sonra her şey başka türlü olacak.”

      “Evet, eğer hayatı doktorlara, yazarlığı da sizin kendisini biraz daha iyi tanımanıza bağlı olsaydı başka türlü olurdu.”

      “Öyle mi dersiniz?” Dalgın dalgın vedalaştı, çıktı gitti.

      Daha sonra iki kere telefon etti. Bulgakov’un Yazarlar Birliği’nden para isteyip istemediğini, başka bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sordu.

      “Artık ihtiyacı olduğunu sanmıyorum,” dedim.

      “Artık ihtiyacı yok mu?” diye fısıldadı. Ahizede bir an daha soluğunu duydum, sonra telefonu kapadı.

      Bulgakov’un borç alması gereksizdi. Artık ona hiçbir şeyin yararı yoktu. Bütün gövdesi zehirlenmişti. Her hareketinde kaslarına dayanılmaz ağrılar saplanıyordu. Kendini tutacak halde olmadığından haykırıyordu. Haykırışları bugün bile kulağımda yankılanır. Yatağının içinde onu çevirirdik; çok canı acırdı ama kendini tutar, üstelik tatlı bir sesle bize, “Çok iyi çeviriyorsunuz,” derdi. “Çok iyi…” Yatağının yanında bizden başka kimseyi istemiyordu.

      Kör oldu.

      Üzerine eğildiğimde parmaklarıyla yüzüme dokunuyor, kim olduğumu anlıyordu. Lena odaya girer girmez ayak seslerinden onu da tanırdı. Kalçasına doladığı bir bezin dışında çırılçıplak yatıyordu. Gövdesi kupkuruydu. Müthiş zayıflamıştı.

      Dmitriyev ile Boris Erdman, son geceleri benimle birlikte küçük Seriyoşa’nın odasında geçirdiler. Sabah erkenden Lena’nın büyük oğlu geliyordu. Bulgakov, onun yüzüne dokunup gülümsüyordu. Hem siyah saçlı, kendini pek açığa vurmayan, büyük adam gibi duygularını gizlemeyi bilen bu çocuğu, hem de Lena’yı sevdiğinden okşuyordu onu. Lena’ya duyduğu büyük sevgiyi gösterebilmesi için son fırsattı belki bu.

      10 Mart günü, öğleden sonra dörtte öldü. Neden bilmem, sanki bana hep sabaha karşı ölmüş gibi gelir.

      Ertesi sabah –belki aynı gündü ama kafam karmakarışıktı, yine de ertesi sabahtı sanıyorum– telefon çaldı, Stalin’in Özel Kalem Müdürlüğü’nden arıyorlardı.

      “Bulgakov Yoldaş’ın öldüğü doğru mu?”

      “Evet, doğru.”

      Telefon kapandı.

      Gece Nikolay Erdman, Viçni Voloçok’tan geldi. Moskova’da yaşaması, başkente gelmesi yasaklanmıştı. İki saat bir şey söylemeden oturdu, sonra çıkıp gitti.

      Apartman fermol kokuyordu. Merkulov, ölüm döşeğindeki Bulgakov’un maskını yapıyordu. Lena bu maskın bir kopyasını da bana verdi.

Скачать книгу