Usta ile Margarita. Bulgakov Mihail

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Usta ile Margarita - Bulgakov Mihail страница 6

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Usta ile Margarita - Bulgakov Mihail

Скачать книгу

Rus aydınının evi… Bulgakov örnek bir çocuk olmayı istemişti.

      Yitik çocukluğunun havasını bulmak için gösterdiği bütün çabalara karşın, onda, her şey ters sonuç veriyordu: babası gibi wint5 oynamak, dost ziyaretlerine gitmek… Bütün bunları çok kısa bir süre, başarıya ve belirli ölçüde bir parasal rahatlığa kavuştuğu yıllarda, hayatının başlarında yapabildi.

      “Mahzun bir papazın kafası ve Aristophanes’in kalemi vardı onda…” P. Viazemski’nin Gogol’den söz ederken yazdıkları Bulgakov için de düşünülebilir.

      Bulgakov’un özgün bir yazar oluşu, iftiraları destekliyordu. Olağanüstü gözlem yeteneği, gerçekçi düzyazının sınırlarını sık sık aşmaktaydı. Hayali, konusunun çevresinde bir iblis gibi dolanıyor, düşüncesi en beklenmedik biçimlere giriyordu. Her şey onda bir anda dev boyutlara erişiyor, günlük hayatın bütün ayrıntıları doğaüstü olaylara dönüşüveriyordu. Bu yanıyla, çok sevdiği Gogol gibiydi. Gogol geleneği iki yanlıdır, biri Palto adlı öykünün Gogol’ü, öbürü ise Burun adlı öykünün Gogol’ü. V. Kaverin, insanın Bulgakov’da her an, Gogol’ün Burun’unun ortaya çıkıvermesini beklediğini söylüyor…

      Bu dünyada olup bitenler bazen ne kadar da saçma oluyor. İnsan şunu, bunu, bir başka olayı kabul edebilir elbette. Hatta en akla gelmeyeni bile… Hem sonra saçmalığın bulunmadığı bir yer var mı? Ne denirse densin bu tür olaylarla karşılaşılabilir. Seyrek de olsa karşılaşılabilir.

      Usta ile Margarita’nın, özellikle Şeytan’ın elini kolunu sallayarak Moskova’da dolaştığı bölümlerini okurken insan, Burun’un sonsözünden alınan bu satırları hatırlıyor.

      O sıralar Bulgakov gelişip olgunlaşmıştı. Benimsediği tavırdan onu caydırmak artık olanaksızdı. Evinin çevresinde hep fırtına kopuyordu ama içerisi neşe doluydu.

      Şen bir evdi orası. Günümüzde olsa yine herkese açık olur, tartışmak ya da dinlemek için sürüyle insan oraya giderdi.

      Bulgakov’un evinde, çay içmek için masanın çevresinde toplanıldığında genel konulardan söz edilemezdi. Ev sahibi, oracıkta bir oyun yaratır, hayatın ta kendisi olan bu oyunda, rolleri konuklarıyla paylaşırdı. Bulgakov’un böylesine dar bir dinleyici topluluğuna hitap etmesi ne yazık! “Tiyatroluk Roman” kişileri, böylesine büyük bir ustalıktan, yaratma yeteneğinden doğmuş olmalı.

      Hiç kuşkusuz ona zor gelen tek şey, böylesine ateşli bir yaratıcılıkla yazdıklarının çevresinde oluşan sessizlikti. Yazarlık çalışmalarından sansasyon yaratmak için değil, ciddi olarak söz edilmesini isterdi. Ama sevdiği türden eleştirmen yoktu.

      Bir keresinde bana gelip büyük bir sevinçle, “Sonunda bir şey çıktı işte,” dedi. “Bakın, burada…”

      Pek çok yerini kırmızı ve mavi kalemle çizdiği, bir dergi yazısını gösteriyordu:

      Geniş bir okuyucu kitlesi eserlerini okuyordu ama eleştirmenler ona karşı küstahça bir suskunluğu yeğliyorlardı. Ona, zamanla herkesin benimsediği, türlü nitelikler yakıştırılıyordu: Onun hakkında, ruhlarla ilişki kuruyor, gelecek çağları görüyor ya da sadece delinin biri, diyenler vardı. Ama kafası akıl almaz bir duruluktaydı, pratikti. Gelecekte eleştirmenlerin kendisi için söyleyeceklerini önceden kestirebiliyordu… İlk bakışta yöntemi zıtlıklarla dolu gibi görünürdü; görüntüleri, akıl almaz bir gülünçlük ve gerçekçi genelleme arasında gidip gelir, Şeytan’ı Berlin sokaklarında dolaştırırdı…

      Bulgakov, kendinden geçerek kollarını kaldırdı. “İşte eleştiri diye buna derler. Sanki, daha yayımlamadığım romanı okumuş gibi. Değil mi? Sanatı bir çeşit savaş hünerine çevirmiş, gerçekte çirkin olan her şeyi hicivle öldürüyor.”

      Bulgakov’un, metni pek az değiştirerek okuduğu bu yazı (“Edebiyat İncelemeleri dergisi”; yıl 1938, sayı: 5) P. Mirimski’ nin kendisiyle hiç ilgisi olmayan, “Hoffmann’ın Toplumsal Hayalciliği” başlıklı makalesiydi. Bulgakov, Mirimski’nin bu gözlemlerinde kendine değen bir şeyler hissetmiş, böylece bana, pek de gülünç bulmadığım bu şakayı yapmıştı.

      Pek gurur duyduğu kendi eserleriyle değil, sipariş üzerine yazdıklarıyla geçiniyordu. Yine de, düşünceleriyle zevklerine ters gelen konuları hiç kabul etmezdi. Karnını doyurmak için edebiyat yapmak onu pek üzmüyor, bu konuda ondan beklenmediği kadar sabırlı davranıyordu. Bu işle uğraşırken de Ressam Favorski’nin iplik makaralarına etiket çizmesindeki gibi, büyük titizlik gösteriyordu. Operalar için sözler yazarken öylesine kendinden geçerdi ki hem bestecinin, hem de şarkıcılarla orkestranın yerini alırdı. Piyano çalar, şarkılar söyler, gelecek operasının uvertürünü çaldığını düşleyerek orkestrayı ustalıkla yönetirdi. Bütün bunlar onu çok eğlendiren şeylerdi.

      “Tiyatroluk Roman”ında bir kibrit kutusu içinde kıpırdanıp konuşmaya başlayan gölgelerden söz ederken tiyatroya duyduğu büyük tutkuyu çok iyi tarif etmişti.

      Oyunları, daha çalışma masasının üstünde yaşamaya başlardı.

      Sinema çalışmaları da oldu. Mosfilm’e Gogol’ün Ölü Canlar’ını, Ukraynfilm’e ise Müfettiş’in uyarlamasını yaptı. Ölü Canlar’ı beyazperdeye uyarlarken eser üzerinde Sanat Tiyatrosu için düşündüklerini gerçekleştirmek istiyordu. Ama bunun olanaksızlığını hemen anladı. İşi sipariş edenin zevkine uymak zorunluydu. Bütün yapabileceği, Gogol’e fazla ihanet etmemeye çalışmaktı artık.

      Sinema işinde çalışırken sık sık olduğu gibi, onunla tartışmak için gelen sinemacıları evinde ağırlardı. Hem Kiev, hem de Moskova’daki yönetmen, onunla yakın işbirliği içinde bulunmak istiyorlardı. Bulgakov, gürültülü iş koşullarına bir türlü alışamamıştı: O sessizliği severdi.

      Kendini işine bütünüyle verebilmek için perdeleri kapar, mumları yakardı… Kalın defterlere, büyük harflerle, fazla bastırmadan yazardı… İşi bırakacağı âna kadar başkalarının onu rahatsız etmesine, omzunun üstünden bakmasına dayanamazdı. Yazı yazan pek çok kişi gibi, bu biçimde çalışmaya alışmıştı.

      Bir düşünce doğmuş, yaratıcı güçle yeni yeni çalışmaya başlamışken içeri girdikleri, onu rahatsız ettikleri oluyordu… Onu kurtaran tek şey, bitip tükenmeyen şakacılığıydı. Üzerine aldığı iş yorucuydu, bütün bunlara karşın Bulgakov, iki yönetmenle yine de çok iyi ilişkiler içindeydi. Daha önce görüldüğü gibi, “prodüksiyon planı” konusundaki “ısrarlar” olmasa iki uyarlama da kolayca bitecekti.

      Bu, “karın doyuran edebiyat"tan başka Bulgakov’un bir işi daha vardı. Sanat Tiyatrosu’nda yönetmen yardımcılığı yapıyor ve bu sıfatla birtakım oyunlar sahneleme fırsatını buluyordu. 1936 yılında, edebî danışman olarak Bolşoy Tiyatrosu’na geçti. Bu değişikliğin nasıl olduğunu bilmiyorum. Sanat Tiyatrosu’ndaki durumunun pek rahat olamayacağını seziyordum. Yazar olarak oldukça hayal kırıklığına uğramıştı. Sanat Tiyatrosu’yla ilişkileri çalkantılıydı. İnsan ve sanatçı olarak pek çok sürtüşme yaşıyordu; ama yine de, bütün bunların dışında Sanat Tiyatrosu onun tiyatrosuydu; Bulgakov’la aralarında kan bağı vardı, diyebiliriz. Hayatının

Скачать книгу