Usta ile Margarita. Bulgakov Mihail

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Usta ile Margarita - Bulgakov Mihail страница 8

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Usta ile Margarita - Bulgakov Mihail

Скачать книгу

şanslısınız,” derlerdi ona. “Safsınız, iç çekişmeler sizi rahatsız etmiyor, en önemlisi sağlığınız iyi. Gıpta edilecek bir durum.”

      Bulgakov söylenenlere içtenlikle katılır, “Gerçekten sağlığım çok iyi,” derdi. “Bana hiçbir şey olmaz, haklısınız.”

      Böyle diyordu ama, doktor olduğu için, ilk belirtiler daha kendini göstermeden hastalığın yaklaştığını anlamıştı. Bizim bir şeyden haberimiz yoktu, oysa Bulgakov hasta olduğunu biliyordu. Ben onu, hastalık hastası sayma eğilimindeydim. Eczanelere bayılırdı. Kropotkinskaya Caddesi'nde, sık sık gittiği bir eczane vardı. Birinci kata çıkar, taşra eczanelerininki gibi gıcırdayarak açılan kapıyı itip içeri girer, eski bir tanıdık gibi karşılanırdı. Bulgakov ağırdan alır, teker teker ilaç seçerdi. İlaç satın almak, gerçekten çok sevdiği bir işti.

      Bir köpeğim vardı: bir base cinsi. Bulgakov’la çok dosttular. Köpek, çevresinde uçarcasına dolaşır durur, ona sırnaşırdı. Bulgakov da köpeği okşar, ellerini kulaklarının arkasında gezdirir, sonra da koşup ellerini yıkardı. Aynı sahne tekrarlanır, sonra Bulgakov gidip yeniden yıkardı ellerini.

      Biraz takılırsam küçümseyerek bana bakar, “Hayatını tehdit eden görünmez düşmanlarını silahsız bırakmak için her insan biraz doktor olmalıdır,” derdi. “Polis şefi olsam pasaportları kaldırır, yerine idrar tahlilini zorunlu kılardım.”

      Hastalandığımda bana gelmekten gerçekten büyük keyif alırdı. Elinde çantası içeri girer, ateşime bakar, göğsümü, sırtımı dinler, nabzımı yoklar, dilimi çıkarttırıp, “Aaa!” dedirtirdi. Sonra çantasından kupa çekme malzemelerini (kupa, ispirto, pamuk, vantuz, eter ve bir ispirto ocağı) çıkarırdı. Vantuzları yerleştirmekte usta değildi, canımı yaktığı da olur, “Hadi, hadi,” derdi beni susturmak için, “kusuruma bakma sen. Görüyor musun ama nasıl da güzel yapışıyorlar!”

      Çok önemsiz konulardan söz ederken yüzünde esrarlı bir bakış belirdiğinde yeni bir şey yazmaya başladığını anlardım. Hemen söylemezdi bunu, sırası gelmeden sormak da boşunaydı.

      Evdeyken giydiği eski bir kayak giysisini üzerine geçirip bazı akşamlar beni görmeye geldiği de olurdu. Kapıyı kapatır, “Ne var ne yok?” diye sorar, durmadan yanda kimse olup olmadığını merak ederek konuşmaya başlardı. Beklenmedik bir anda biri gelirse susar ya da dudaklarında dokuz numaralı gülümsemesi (kibar ve terbiyeli görünmek istediğinde takındığı ifadeye bu adı takmıştım) tek tük söze karışırdı. Benden ayrılırken de hakarete uğramışçasına, “Sağ ol, bu ne güzel sürpriz,” derdi. “Bu herif de kim yahu?”

      Bir süre sonra yalnız sokağa çıkmak onu korkutur oldu. Artık tiyatroyla ilgili işlerle de, mali sorunlarla da, her şeyiyle Lena ilgilenmeye başlamıştı. Yazdıklarını ve üzerinde sürekli değişiklik yaptığı Usta ile Margarita’nın sayfalarını daktiloya geçiren de oydu.

      Kara gözlük takmaya, evinden mümkün olduğu kadar seyrek çıkmaya başladı. Hastaydı ama kimse bunu henüz sezememişti. Yalnız pek keyifli olmadığı, birtakım sıkıntılar çektiği görülüyordu. Gitgide daha fazla kabuğuna çekiliyordu.

      Kabuğuna çekilme, içine kapanma huyu hep vardı ama bu ölçüde değil. Daha önce hiç son yıllardaki gibi olmamıştı. Kendi kendisiyle baş başa kalması yüzünden soluk almakta güçlük çekiyordu. Önceleri dış dünyadan uzaklaşması, hayatının parçası olan bir çeşit oyundu. Kendisiyle ilgili bütün yazıları, eleştirileri özenle bir deftere yapıştırırdı. Koca bir cilt olmuştu bunlar, hem ne cilt. Küfürler, hakaretlerle doluydu içi. Bir tek iyi söz, bir tek yüreklendirici yazı yoktu defterinde. Hepsini de büyük bir özenle biriktirir, başkalarına gösterirdi. Ne günlük, ne de not defteri tutardı. Ama edebiyat tarihçisi P.S. Popov’a mektup yazarken yalnız dostluğu değil, biraz da kendini hesaba katar, mektuplarında edebiyat hayatının önemli olaylarından söz ederdi: “Söz verdiğim gibi, fazladan birkaç olay daha kaydediyorum sevgili Pavel Sergeyeviç, vs. vs.” Ne yazık ki, P.S. Popov’un arşivinden, sandığımdan çok daha az bilgi çıktı.

      Bulgakov, yazarlığıyla ilgili her şeyi ciddiye alırdı. Kişiliğinin bu özelliği beni şaşırtmıyordu: Onu alçaltan bir şey değildi ki. Hemen her yazarda görülen çok doğal bir durumdu bu. O gizlemek zahmetine de katlanmıyor, kendisi için söylenenlere de önem veriyordu; daha doğrusu, bu noktada çok alıngandı. Düşmanlarını hayatı boyunca unutmadı. Edebiyat hayatına ilişkin her şey onu çok ilgilendirirdi.

      Önceleri, bu konuda ona biraz takılırdım. Ama artık her şey kararmış, başkaları görmese bile, hastalık kapısını çoktan çalmıştı.

      1939 sonbaharında, Lena’yla Leningrad’a gittiler. Hava değiştirmek, otelde yaşamak, işsiz güçsüz turistler gibi aylaklık etmek niyetindeydiler.

      Bulgakov’a ilk kriz Leningrad’da geldi. Çabucak ilerleyen ve üremiye dönüşme eğilimi gösteren bir hipertansiyonun bütün belirtileri vardı onda. Leningrad’daki doktorlar hemen Moskova’ya dönmesini salık verdiler.

      Bulgakov, Moskova’ya dönünce yattı, bir daha da kalkmadı.

      Döndüklerinin ilk günü, yoklamak için evlerine uğradım. Beklediğimin tersine, çok sakindi. Önümüzdeki altı ay içinde başına gelecekleri bütün ayrıntılarıyla anlattı, hastalığın nasıl gelişeceğini söyledi. Ona inanmadım. Oysa her şey, tahmin ettiği gibi oldu. Aşağı yukarı her gün onu yokluyordum. Hayatının belirli olaylarını büyük bir açıklıkla yazıp saklamak için, ünlü yazarla konuşmaya gelmiş meraklı gazeteci oyunu oynamamızı önerdim.

      “Beni kandırıyorsun,” dedi ama razı oldu.

      Oyun onu çok eğlendirdi, soru yanıt biçimindeki konuşmalarımızın bazılarını sonradan not ettim. Bu notları yitirdiğimi daha önce de söylemiştim; ama her nasılsa bir sayfası elimde kalmış. İşte elimdeki sayfada yazılı olanlar:

      O: Sorularınızla neden canımı sıktığınızı bir türlü anlayamıyorum sevgili yoldaş.

      BEN: Bütün insanlık, yaşamınızın ayrıntılarıyla ilgileniyor.

      O: Biliyorum, ama soylu kişiliğim beni, sizden olmadığımı söylemeye zorluyor.

      BEN: Özel ilgi görmenizin nedeni belki de budur.

      O: Söylediğiniz iğrenç bir şey dostum. Ben de “sizinkiler”denim, şaka ediyordum.

      BEN: Özür dilerim, ne dediniz? Anlamadım.

      O: Dün, edebiyat dünyasına girişim konusunda birtakım sorular sordunuz bana.

      BEN: Doğru. Kulak kesildim, sizi dinliyorum.

      O: İşte o sıra, kendi başıma çorap ördüm.

      BEN : Nasıl?

      O: Ah, gençlik gençlik! İlk eserimi sırtımda modası geçmiş bir elbiseyle, saygıdeğer bir yazıişleri odasına götürdüm. O sıra çok güç sayılan işi başarmış, bir elbise bulmuştum kendime. Bir de gülünç kravat takmıştım. Kendimi yazıişleri müdürünün karşısında bulunca gözlüğümü havaya fırlattım, büyük

Скачать книгу