Akile Hanım Sokağı. Halide Edib Adıvar
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Akile Hanım Sokağı - Halide Edib Adıvar страница 4
Ben onu evvela Amerikalı sanmıştım. Fakat dans salonuna geçip de beni bir tüy imişim gibi kollarının arasında çevirirken kulağıma eğildi, Türkçe olarak, “Enişteniz yakında İstanbul’a giderse siz burada mı kalacaksınız?” dedi.
Sonra ben sualine cevap vermeden kendi kendisini takdim etti. Sefarete yeni intisap eden Tarık Tamar adlı kâtip olduğunu söyledi.
Kendi dilimi konuşan ve aynı zamanda samimî ve tabiî bir tavır alan bu adama kendimi o kadar yakın hissetmiştim ki, sıkılmadan ben de konuşmaya başlamıştım. Fakat çok sürmeden sarışın, uzun bir Amerikalı genç, dansı kesmiş, beni yakalamış, sağa, sola çevirmeye başlamıştı.
Tarık, işte bu akşamdan sonra bizde yalnız olduğumuz akşamlar yemek yiyordu. Fakat bu ilk tesadüfteki alâkayı, yakınlığı hiç göstermiyordu. Esasen hep eniştemle benim pek aklımın ermeyeceği meseleler konuşuyorlardı. Lakırdı arasında gözleri bana tesadüf ederse bir boş duvara bakıyormuş, beni hiç görmüyormuş gibiydi. Bazan sabahları da geliyor, eniştemin odasında çalışırken, eniştem beni çağırıyor, kütüphanesinden bazı kitaplar istiyordu. Bazan da onlara, bir tepsi üstünde içecek bir şey götürüyordum. Çünkü bu nevi çalışmalarda eniştem garsonun odaya girmesini istemiyordu. Fakat Tarık nezaketle elimden tepsiyi alıyor, beni görünce daima eğilerek selâm veriyor, fakat hiç konuşmuyordu.
Eniştem İstanbul’a teyzemi getirmek için gittiği zaman, Miss Melon da beni New York’a götürmüştü. Tabiî o esnada Tarık’ı hiç görmemiştim.
Washington’a döndüğü zaman, resmî ve hususî bütün toplantılarımızda teyzem hâkimdi. İngilizcesi pek kuvvetli olmadığı için beni daima yanına çağırırdı. Hulâsa hariciye hayatının içtimaî taraflarını, teyzeme iki yıl çıraklık ettikten sonra kavradım. Bu iki yıl zarfında Tarık’la da daha fazla konuşuyorduk, mamafih vaziyetinde bana karşı bir zaafı olup olmadığı belli değildi. Fakat teyzemin gelişi bizi daha fazla birbirimize yaklaştırmıştı. Bununla beraber aramızda flörte benzeyen bir hal yoktu. Hatta, kadın-erkek münasebetlerine dair sefaretlerde tabiî olan dedikodulardan dahi bahsetmezdi.
Washington’dan ayrılacağımız yılın sonlarına doğru, gene sefarette danslı bir kokteyl parti veriyorduk. O yıl artık ben de on sekiz yaşıma basmış, biraz geç de olsa gençlik hayatının çağlayan gibi akıp giden cereyanına kendimi kaptırmış gibi idim.
Eniştemle henüz bir dans bitirmiştim ki kapının önünde teyzem, Tarık da yanında ayakta durmuş, bana yanına gelmemi işaretle bildirmişti. Her zaman sakin görünen Tarık’ın halinde bir heyecan sezer gibi oldum.
Teyzem, “Bu dansı Tarık’la yaptıktan sonra seninle konuşmak istiyorum,” dedi.
Dans başlayınca Tarık bir iki defa beni çevirdikten sonra kolumdan tuttu, büfeye âdeta sürükledi.
– Size mühim bir şey söyleyeceğim, Nermin Hanım.
– Hayrola!
– Ben sizi teyzenizden istedim. Benimle evlenir misiniz?
– Çok ani bir teklif. Nereden aklınıza geldi, diye güldüm.
– Öyle, öyle ama, enişteniz yakında Washington’dan ayrılıyor. Ben Başkâtip olarak kalacağım. Ankara’da sizi isteyen çok olacaktır. Fırsatı kaybetmek istemiyorum.
Hayretle yüzüne baktım. O zamana kadar taştan dökülmüş gibi duran kısa burnunda, kesik bıyıklarının altındaki kalın dudaklarında garip bir titreme vardı. Gözlerine baktım. O siyah, parlak ışıklar, fırça gibi sık kaşlarının altında birer siyah alev gibi parlıyordu. Şaşırdım.
– Müsaade edin de bir defa teyzemle konuşayım.
Kolumu tuttu, sıktı.
– Beni seviyor musunuz?
– Siz beni seviyor musunuz?
– Öyle olmasa size talip olur muydum?
– Peki ama ben sizi Miss Melon’un yeğeni Edith’e vurgun sanıyordum.
– Vurgunluğun binbir şekli vardır, küçükhanım. Evlenmek sadece vurgunlukla olamaz, bütün bir hayat içindir. Bütün bir ömrü beraber, el ele geçirmek sadece vurgunluktan daha çok derin şeylere bağlıdır.
O zamana kadar bana karşı aşka benzer bir his göstermeyen Tarık’a benim içimden zaman zaman gelip geçen alâkanın mahiyeti hakkında düşündüm durdum. Evet, Tarık’la evlenmemiz öyle romanlara geçecek bir sevda macerası ile olmadı. Evlenmek kararı on günde alındı. Eniştemle teyzem benimle on sekiz yaşında bir kız değil, otuzu geçkin bir kadın imişim gibi konuştular. Bir kızın en romantik hadisesi olması tabiî gibi görünen evlenmek, bana âdeta dinî ve kutsal bir hadise gibi aşılandı.
Başımı önüme eğip “peki!” dediğim zaman Tarık’tan aşk sahneleri beklemedim. İstanbul’a hareket etmeden on gün evvel, sefarette bir nişan merasimi yapıldı. Nikâhımız ve düğünümüz Ankara’da olacaktı. Biz Washington’dan ayrıldıktan sonra, Tarık bunun için iki ay izin alıp gelecekti. Washington’daki bu on gün zarfında, iki nişanlı olarak yalnız dolaştığımız zaman, bütün aşk gösterisi, sinemada elimi tutmak –o da karanlık olduğu için– arada bir de veda ederken yanaklarımdan öpmek oldu. Bazan da kolunu belime dolardı. Halbuki ben, bir erkek dudaklarının bir kızın dudaklarına ilk defa dokunduğu zaman –Amerikan romanlarında tarif edilen– insanı kendinden geçiren harikulâde hissi öyle merak ediyordum ki… Garda bizi teşyi ederken10 de iki yanaklarımdan öptü. Fakat ne onda, ne de bende fevkalâde bir heyecan yoktu. Halbuki, bizi uğurlamaya gelenler arasında, danslarda beni daima başkalarının –bilhassa Tarık’ın– kollarından kapıp alan o sarışın Amerikalı genç, öyle bir iştiyakla bana bakıyordu ki, bir an için âdeta dudaklarını dudaklarımda hisseder gibi olmuştum.
Eniştemle teyzem Ankara’da, Keçiören’deki evlerinde bize bir daire döşediler. Tarık gelir gelmez düğünümüz, nikâhla beraber yapıldı. Merasim hayli şatafatlı idi.
Eniştem çok geçmeden Belçika’ya Sefir, Tarık da İngiltere Sefareti’ne Başkâtip oldu.
On beş sene en iyi geçinen, birbirine arkadaş ve dost, birbirine güvenen bir çift gibi yaşadık. Ne kavga, ne gürültü oldu. Hatta ateşli münakaşalar bile bu devirde kendisini göstermemiştir. Fakat ne de olsa ateşi eksik bir münasebetti. Mamafih, herkesin gıpta ile bahsettiği bir evlilik hayatı!
Ben, memlekette veya hariçte, iyi giyinen, davetleri sakin fakat muntazam, etrafını da, evini de iyi idare eden bir kadın diye tanındım. Teyzemin bir nevi kopyası… Fakat Tarık’ın eniştemin kopyası olduğunu söylemek katiyyen mümkün değildi.
Daha evvel, bir aralık Tarık Cenubî11 Amerika’da uzun müddet Müsteşar olduğu zamanlar, gene muayyen bir yerde değil, fakat memleket harici, birbirini takip eden, kısa veya uzun