Akile Hanım Sokağı. Halide Edib Adıvar
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Akile Hanım Sokağı - Halide Edib Adıvar страница 6
– Nihayet muvaffak olduk, Tarık Bey, o işi istediğiniz gibi hallettik.
Bu müjde onu alâkadar etmemiş, hatta bu haberden kaçar gibi, Tarık trene atlamıştı. Belli etmemeye çalışmakla beraber onlarla bu meseleyi konuşmak istemediği besbelliydi. Vagonun penceresinden elini sallayarak, “Ben üç gün sonra döneceğim, o zaman konuşuruz,” dedi ve kompartımana girdi. Bir tanesi platformdan seslendi:
– Bilet işi henüz halledilmedi.
Tarık tekrar pencereden aşağıya eğildi:
– Hepsini geldiğim zaman hallederiz. Zahmetinize teşekkür ederim. Orövuar.13
Bu defa kompartmanımıza daldı. El sallamalar, konuşmalar, nihayet sahneden çekilen bir aktör gibi trenin yavaş yavaş süzülerek gardan ayrılışı!
Tren hızlanıp ilerledikten sonra, elinde çıngırağıyla bir garson, kompartımanların önünde birer birer durup içeridekilere birinci servisin başladığını haber verdi. Bizim kompartımanın kapısına gelince, Tarık, “Yemeklerimizi buraya getirin,” dedi.
Ben çantalarla meşguldüm:
– Gidelim, eğleniriz. Hem de garson bizim yataklarımızı rahat rahat hazırlar, dedim.
Tarık kompartımanın kapısını kapamıştı:
– Orada bir sürü ukalâ vardır, Nermin. Aralarında benim Roma’ya gittiğimi kıskanan ve tezvir14 yapanlar da olduğunu biliyorum. Seninle biz, şurada başımızı dinleyelim. Yataklar yapılırken koridora çıkarız.
Bunu söyledikten sonra sigarasını yaktı, ayak ayak üstüne atıp pencerenin önüne yerleşti:
– Gel yanıma, Nermin. Etrafı seyredelim, biraz da konuşuruz. Beraber geçecek az zamanımız kaldı.
Sesinde endişe, hatta ıstıraba benzer bir mâna sezdim. Acaba ilk defa bensiz seyahat onu üzüyor mu? Bu defaki acaba hoş ihtimallerle mi dolu? Oturdum, sigaramı yaktım, belli etmeden yüzünü tetkike başladım. Haricen hep o kısa burnu her vakitki gibi kudretli bir buldog kadar iradeli, dudakları mütehakkim,15 hareketsiz, gözleri istediğini bilen ve mutlaka elde eden adamın mânasını taşıyor.
Kendimi tutamadım. Dedim ki:
– Genç kâtiplere ne kadar haşin davrandın, Tarık! Anlaşılan seni memnun edecek bir iş başarmışlar ve senden takdir bekliyorlardı. Ne idi o hallettikleri mühim mesele?
– Ne bileyim, yüz tane mühim mesele var. Tren hareket ederken konuşacak vakit yoktu ki… Bu gençlerden biri benimle gelmek istiyordu. Belki Müsteşar’ın gönlünü etmiş…
Lâfı kesti, fakat yüzümdeki değişmeyi de anladı:
– Nermin, ben seni götürmeyi çok isterdim ama, biliyorsun ya bu döviz, hatta dövizden fazla delege karılarının kongrelere gitmeleri çok çirkin dedikodulara yol açıyor. Ben inşaallah bir aydan fazla kalmam.
– Ben, sen erken gelsen de gene üç ay İstanbul’da kalacağım…
– Ben evin kira müddeti bitinceye kadar Ankara Palas’ta kalırım, hafta sonları ben de İstanbul’a uçarım, seninle gezer, dolaşırız. Eniştenle ne kadar zamandır baş başa kalamadık.
Adam yatakları yaparken biz koridora çıkmıştık. Ben pencereden etrafı seyrederken, Tarık kolunu belime dolamış, başı başıma dayalı duruyordu. Bu, onun mizacına uymayan bir hareket; o hiçbir zaman açıkta böyle bir şey yapmaz. Kolunu ittim, başımı çektim:
– Gelen geçen bize bakıyor…
Kompartımana girdik. Ben aşağıdaki yatağa yerleştim. O soyunduktan sonra pencerenin önünde uzun müddet kaldı.
– Niçin yatmıyorsun, Tarık?
– Seni uyurken seyretmek istiyorum. Ağzın çocuk ağzı gibi…
– Balayında imişiz gibi konuşma.
Yatağına çıkmadan evvel koynuma geldi. Belki bir saat, hatta balayında bile hatırlamadığım, sıcak ve ateşli bir Tarık’la yaşadım. Hiç Tarık’a benzemiyor. Ne oluyoruz! Sahiden aşk denilen, türlü divane tecellisi16 olan hastalığa tutulmuş ise biraz geç kalmış değil mi? Gene kafamda vızıltı… Onun yukarıdaki yatakta sık sık döndüğünü duyuyorum. Nihayet trenin sallantısı beni de uyuttu.
– Sapanca Gölü’nü geçiyoruz, kalk, sen o gölü çok seversin, Nermin!
Tıraş olmuş, giyinmiş, çantasını indirmiş, pencerenin önündeki sandalyede bazı kâğıtları gözden geçiriyor. Artık her zamanki Tarık.
– Restoranda kahvaltı ederiz değil mi?
Bir zaman cevap vermedi.
– Çantamdaki evrakı gözden geçiriyorum. Buradan ayrılamam. Sen istersen giyin, git. Ben burada çay içerim.
Restoranda zorla yer buldum. İki kişilik küçük bir masada, yaşlıca, fakat makyajı mübalâğalı, süslü bir bayanın karşısına yerleştim. Her halde yüksek bir memur karısı olacaktı. Bazı davetlerde, bilhassa sefaretlerde onu görmüş olduğumu sanıyordum. Hafif bir baş salladıktan sonra ikimiz de kahvaltımıza daldık. Arada bir çantasını açıyor, aynada burnunu pudralıyor, dudaklarının rujunu tazeliyor, sonra yine kahvaltısına dalıyordu. Benim varlığımdan epeyce zaman haberdar değilmiş gibi bir hali vardı. Sigarasını yaktıktan sonra ancak beni birdenbire süzmeye başladı:
– Sizi uzaktan çok gördüm, sanıyorum. Tarık Bey’in hanımı değil misiniz?
– Evet, ben de sizi davetlerde görmüş olmalıyım.
Kim olduğunu söylemedi. Dalgın dalgın pencereden dışarıya bakıyordu. Sonra, birdenbire, içini sıkan bir mesele varmış da çıkarıp nefes almak istiyormuş gibi söze başladı:
– Biraz evvel arkamızdaki masada ne konuşulduğunu duydunuz mu?
– Hayır, ben her halde sizden sonra geldim.
– Dün gece Ankara Palas’ta çok garip bir şey olmuş.
– Yaaa…
– Daktilolar arasında bir müsabaka yapılmış.
– Hangisi daha çabuk yazıyor diye mi?
– Yok, a canım. Beyler, aralarında, seninki güzel, benimki güzel diye bahse girmişler. Sizin anlayacağınız güzellik müsabakası. Daktiloların bir şort giyip görünmeleri eksikmiş…
Tarık daima