602. Gece. Gülsoy Murat
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу 602. Gece - Gülsoy Murat страница 6
Özgürleştirici eylemler ve düşünceler totaliter düzenlerle her zaman çatışma içine girmişlerdir. Modernist sanatlar da totaliter ve baskıcı düzenlerin şiddetine maruz kalmışlardır. Bunun en çarpıcı örnekleri Nazi Almanya’sında yaşanmıştır. Alman ruhuna aykırı olduğu söylenen eserler ister sanat yapıtı olsun ister inceleme kitabı büyük bir kampanyayla yakılarak imha edilmiştir. Öğrenci derneklerinin başını çektiği bir örgütlenme sonucunda bir gecede 25000 kitap yakılmıştır. 1933-1945 yılları arasında yazarlar sadece Alman ruhunu övecek eserler yazmaya zorlanmış ve bu çizgide olmayan toplam yüz milyon adet kitap yakılmıştır. Nazizmin modernist sanatı aşağılamak için uydurduğu bir de niteleme vardır: yoz sanat (dejenere sanat, entartete kunst). Bu türden sanatçıların sergi açmaları yasaklanmış, akademide olanları üniversitelerden atılmış ve eserleri aşağılanmıştır. Sadece resim ve diğer plastik sanatlarda değil edebiyatta, tiyatroda ve müzikte de yasaklamalar getirilmişti. Örneğin, caz ya da atonal müzik Alman ruhuna aykırı bulunuyordu. Nazizmin doğru bulduğu resmî sanat anlayışının dışında kalan akımlar ve arayışlar yoz sanat olarak mahkûm ediliyordu. Hatta 1937 yılında Naziler bu adla (Entartete Kunst) Münih’te bir sergi açmışlardır. Modernist sanat eserlerinin gelişigüzel asıldığı ve yanlarında aşağılayıcı sloganlarla izleyicileri modernist sanata karşı kışkırtan bu sergi Almanya’da şehir şehir gezdirilmiştir. “Dini aşağılayan eserler”, “Yahudilerin yaptığı eserler”, “Alman askerini, köylüsünü ve kadınlarını aşağılayan eserler” gibi ana başlıklar altında toplanan “yoz” eserler belirli salonlarda sergileniyordu. Yanlarında bu eserlerin müzelere ne kadara mal olduğu abartılı rakamlarla24 belirtilirken modernist sanatın Alman saf ruhunu yozlaştırmak için planlanmış bir komplo olduğu inancı aşılanıyordu. Sergiden sonra resimler İsviçre’de bir açık artırmada satılmış, uluslararası piyasada alıcı bulamayan 4000 adet eser de yakılmıştır. Tabii, Naziler “yoz” sanatın ne olduğunu sergilerken bir yandan da doğru sanatın ne olması gerektiğini gösteren bir sergi açıyorlardı.
1937’de Münih’te açılan Yoz Sanat (
Entartete Kunst
) Sergisi’nin kitapçığının kapağı. Primitif sanat da soyut, nonfigüratif, gerçeküstü, dadacı ve diğer modernist arayışlar gibi yoz sanat olarak aşağılanıyordu.
1938’de Düsseldorf’taki Yoz Müzik (
Entartete Musik
) Gösterisi’nin ilanı. Bu afişte en az üç Alman ruhuna aykırı unsur bir arada kullanılmış: Zenci bir müzisyen göğsünde Yahudi yıldızı taşıyarak caz yapıyor.
Nazilere göre Alman ruhunu yansıtan doğru sanat yapıtlarının sergilendiği Büyük Alman Sanatı Sergisi’ nin afişi, Münih, 1937. Roma İmparatorluğu’nun askerî simgelerini özenle yeniden kurgulayan Naziler partilerine simge olarak ne yazık ki
svastika
’yı (gamalı haç) seçmişlerdir. Sanskritçede “iyi olmak” kelimelerinin birleşiminden oluşan
svastika
antik bir simgedir. Ancak kendilerine Ari köken arayan Nazilerin Alman okültizminden (Thule Tarikatı) devşirdikleri bu simge, o günden bu yana faşizmin alametifarikası olmuştur.
1937’de Münih’te açılan Yoz Sanat (
Entartete Kunst
) Sergisi. Duvarlarda modernist sanatı aşağılayan sloganlar yazılıdır.
Modernist sanata düşmanlık Nazi Almanya’sıyla sınırlı değildir. Belki en sert ve sistematik olanı Nazi Almanya’sında yaşandı ama en az onlar kadar sistematik bir şekilde modernist sanata cephe almış olan bir başka sistem de Sovyet Rusya’da yaşanıyordu. Sosyalist gerçekçiliğin resmî sanat anlayışı olarak ilan edilmiş olduğu Sovyetler’de de modernist sanat tüm diğer muhalif görüşler gibi yasaktı. 1950’lerin sonuna kadar Sovyet sanatı yabancı etkilerden korunmaya çalışılmış, modernist sanata geçit verilmemiş ve sosyalist gerçekçilik titizlikle uygulanmıştı. Sanatçılar kimi zaman sürgüne gönderiliyordu. Ünlü Bolşevik lider Jdanov bizzat yeni bir sanat anlayışının oturtulması için uğraşmış ve sosyalist sanatçıların izlemeleri gereken ilkeler Jdanov’culuk olarak benimsenmişti. Bilimsellik iddiasında olan Jdanov’culuğa göre sanat yapıtı basit, doğrudan olmalı ve mutlaka ahlaki bir mesaj barındırmalıydı. Jdanov’a göre Sovyet sisteminde ana çelişki ancak iyiyle en iyi arasında olabilirdi. Bugünden bakınca çok ciddiye alınabilir gibi durmayan bu görüş resmî sanat anlayışı olarak çok geniş bir coğrafyayı çok uzun süre etkilemiştir. Örneğin, Çin Halk Cumhuriyeti’nde 1966’da gerçekleştirilen Kültür Devrimi sırasında dört “eski”ye karşı savaş açılmıştı: eski gelenekler, eski alışkanlıklar, eski kültür ve eski düşünceler. Bu devrim sırasında birçok tapınak, tarihî eser tahrip edilmiş, liberal burjuva değerlerle de savaşıldığı için Shakespeare, Ibsen gibi yazarların eserleri de yok edilmişti. Şehirlerde yaşayan genç entelektüeller kırsal bölgelerde çalışmaya gönderilmiş, yine binlerce kitap yakılmıştı.
Aslında tüm totaliter rejimlerin istediği aynı şeydir: Muhalif, eleştirel, farklı düşünceleri bastırmak ve hatta mümkünse yok etmek. Sadece kurulu düzenin nimetlerinden söz eden bir edebiyat, mevcut dünyanın tek seçenek olduğunu anlatan bir sanat… Farklılık, bireysellik ve deneysellik bu nedenle totaliter iktidarlarca ve muhafazakârlar tarafından her zaman lanetlenmiştir. Modernist sanat ve edebiyat ise radikal bireycilik demektir. Kendinden önceki geleneklere başkaldırmak, putları kıra kıra yeni bir dünyaya doğru yürümek demektir. Oysa yeni kurulmakta olan devletlerin en son ihtiyacı olan şey eleştiridir; yöneticilerin kalplerinde yatan uysal bir sanat, uslu bir edebiyattır, yani örnek alınacak olumlu kahramanları konu edinen romanlar yazılması teşvik edilecektir (örneğin Sovyetler’de).
Sovyetler’deki “olumlu kahramanlar” öğretisini çok da olumlamayan ama modernist edebiyata karşı eleştirel gerçekçilik ve toplumcu gerçekçilik yaklaşımlarının kuramını yapan Lukács yoz burjuva sanatının ancak bir çöküş edebiyatı olabileceğini; dekadan sanatçının insanın gerçek doğasını yani toplumsallığını anlayamayacağını; onu çaresiz, yalnız, çevresindeki olaylara anlam veremeyen bir zavallı olarak çizeceğini söyler. Buna karşın Marksist sanatçı, toplumun gerçek dinamiklerini ortaya koyan ve geniş emekçi kitleler tarafından kolayca anlaşılacak eserler vermelidir.25 Aslında önerdiği temsil biçimi, XIX. yüzyıl realizmidir. Ona göre Balzac ve Dickens gibi yazarların eserlerinde yansıtılan toplumsal panorama toplumsal eleştiriyi mümkün kılar; üstelik Marx ve Engels de zamanında bu yazarları severek okumuş ve övmüşlerdir!