Tom Amca'nın Kulübesi. Stowe Harriet Beecher

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Tom Amca'nın Kulübesi - Stowe Harriet Beecher страница 28

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Tom Amca'nın Kulübesi - Stowe Harriet Beecher

Скачать книгу

alışık olmayan Doğulu bir gezgin olsa bu yol için, “Tanrı’m, bu nasıl yol?” derdi.

      Öğren öyleyse masum Doğulu arkadaş, çamurun dipsiz ve inanılmaz derinlikte olduğu Batı’nın ilgisiz kalmış yörelerinde, yollar yan yana dizilmiş, üstü de toprak, kesek, ele ne geçerse onunla kaplanmış yuvarlak, kaba yontulmuş kütüklerden yapılır, sonra da oralılar buna yol deyip dosdoğru üstünden geçerlerdi. Zamanla, yağmurlar keseği, otu yıkayıp atar, kütükleri hoş görüntüler oluşturacak biçimde oraya buraya, yukarı, aşağı, çapraz oynatır, kara çamur oluşan derin yarıklardan içeri dolardı.

      İşte böyle bir yolda senatörümüz sürçe tökezleye ilerliyor, beklenileceği gibi durumu aralıksız kınıyor, araba, çamura bata çıka sekiyor, senatör, kadın ve çocuk daha yerlerine tam yerleşmeden oturuş biçimleri öyle çabuk değişiyordu ki, kendilerini arabanın arka penceresine yapışmış buluyorlardı. Araba bir anda saplanıyor, dışarıda Cudjoe’nun atları toparlamak için didindiği duyuluyordu. Dizginleri çekiştirip duruyor ve tam senatör tüm sabrını yitirmek üzereyken araba ansızın bir zıplamayla dikiliyor, ön tekerlekler başka bir dipsiz çukura dalıyor ve senatör, kadın ve çocuk karmakarışık ön koltuğa yuvarlanıyorlar, senatörün şapkası teklifsizce gözleriyle burnuna düşüyor, o da kendini enikonu tükenmiş duyumsuyor, çocuk ağlıyor, dışarıda Cudjoe, kamçının yinelenen vuruşları altında çifte atan, çamurun içinde bata çıka debelenen ve çok zorlanan atları canlandıracak bir şeyler haykırıyordu. Araba bir kez daha sıçrıyor, arka tekerlekler batıyor, senatör, kadın, çocuk bu kez arka koltuğa uçuyor, adamın dirsekleri kadının başlığına çarpıyor, kadının iki ayağı adamın şiddetli sarsıntıdan uçan şapkasına takılıyordu. Birkaç dakika sonra batak aşıldı ve atlar soluyarak durdu, senatör şapkasını buldu, kadın başlığını düzeltti, çocuğu pışpışladı ve kendilerini gelecek olana hazırlamak için soluklandılar.

      Bir süre yalnızca başka seslere, yan tekerleklerin çamura batışının ve tüm arabanın sarsılışının sesine karışmış olarak, “Bomb bomb!” sesleri duyuldu yalnızca, içindekiler durumun o kadar da kötü olmadığını düşünmeye başlamıştı. Sonunda önce tümünü bir anda havaya fırlatıp ardından da yerlerine çarpan müthiş bir saplanmayla araba durdu, dışarıdaki kargaşanın ardından Cudjoe kapıda göründü.

      “Lütfen efendim, burası berbat bir yer. Nasıl çıkacağız bilmem. Raylara çıksak, diye düşünüyorum.”

      Senatör umutsuzca adımını dışarı attı, sakınarak tutunacak sağlam bir şey arandı, ayağını derinliği belirsiz çamura uzattı, onu geri çekmek isterken dengesini yitirerek çamurun içine yuvarlandı ve çok umut kırıcı bir durumdan Cudjoe tarafından çekip çıkarıldı.

      Ama biz okuyucularımızın duygularına seslenerek onları kandırmaktan kaçınıyoruz.

      Gece yarıları arabalarını çamur çukurlarından kaldıraçla çıkartmak için raydan yapılmış parmaklıkları sökmek gibi ilginç bir yöntem icat eden Batılı gezginler bizim bahtsız kahramanımızın durumunu çok iyi anlayacaklardır. Onlardan sessiz bir damla gözyaşı döküp geçmelerini rica ediyoruz.

      Gece geç saatlerde araba her yanından sular damlayarak, çamur içinde koyaktan çıktı ve büyük bir çiftlik evinin kapısında durdu.

      İçeridekileri kaldırmak için bir süre uğraştılar, sonunda saygın mal sahibi görünüp kapıyı açtı. İriyarı, uzun boylu, her yanı kıllarla kaplı bir devdi. Çoraplarıyla rahatça bir seksenden uzundu, üstünde kırmızı faniladan bir avcı gömleği vardı. Arapsaçı gibi karmakarışık çok gür, kum rengi saçları özellikle öyle bırakılmış gibiydi, birkaç günlük sakalın bu değerli zata verdiği görünüş en hafif deyişle pek alımlı sayılmayacağıydı. Şamdanı yukarıda tutarak birkaç dakika durdu, gezginlerimize gözlerini kırpıştırarak insana gülünç gelen kasvetli ve şaşkın bir ifadeyle baktı. Olayı tam olarak kavramasını sağlamak senatörümüzün epey çabasını gerektirdi, o bu konuda elinden geleni yaparken biz, okuyucularımıza dostumuzu biraz tanıtalım:

      İhtiyar dürüst John Van Trompe, Kentucky eyaletinde hatırı sayılır bir toprak ve köle sahibiydi. Kürkünden başka şeyi olmayan ayı misali, devasa görünüşüne uyan yüce, dürüst, haktanır bir yürekle ödüllendirilmiş olan Trompe, yıllardır baskı altında tuttuğu bir tedirginlikle zulüm yapan için de yapılan için de eşit oranda kötü çalışan bir sistemi gözlemlemekteydi. Sonunda günün birinde John’un koca yüreği öylesine büyüdü, şişti ki, çalışma masasından çek defterini aldığı gibi Ohio’ya gitti, iyi, zengin toprağı olan bir ilçenin dörtte birini satın alıp kadın, erkek, çocuk, kölelerinin tümünü azat ettiğini gösteren kâğıtları hazırladı, sonra da onları vagonlara doldurdu, yerleşecekleri yerlere gönderdi, ardından da “dürüst John” yüzünü koyağa dönüp kendi halindeki çiftliğinde vicdanının emrettiğinin gereğini yerine getirmiş olarak rahat, sessiz sedasız, kendi halinde bir yaşam sürmeye başladı.

      Senatör açık açık, “Zavallı bir kadıncağızla çocuğu köle avcılarından kurtaracak biri olduğunuz doğru mu?” diye sordu.

      Dürüst John dikkat çekici bir vurguyla, “Öyle olduğumu düşünmeyi yeğlerim,” dedi.

      “Tahmin etmiştim.”

      İyi adam uzun kaslı kolunu kaldırarak, “Gelen olursa, onu karşılamaya hazırım, her biri bir seksen boyunda yedi de oğlum var, onlar da hazır. O adamlara selamımızı söyleyin, ne zaman isterlerse gelsinler, bizim için fark etmez,” dedi ve parmaklarını sazdan bir dam gibi başını örten o şaşırtıcı saçlarından geçirerek müthiş bir kahkahaya boğuldu. Yorgun, tükenmiş ve canı çekilmiş Eliza, kucağında derin derin uyuyan çocuğuyla kapıya kadar adeta süründü. Sert adam şamdanı yüzüne yaklaştırıp şefkatle bir şeyler homurdandı, sonra bulundukları büyük mutfağa bitişik küçük bir yatak odasının kapısını açarak kadına içeri girmesini işaret etti. Bir şamdan aldı, yakarak masanın üstüne koydu, sonra Eliza’ya, “Şimdi beni iyi dinle kızım, zerre kadar korkmana gerek yok, kim gelirse gelsin. Ben öyle şeylere alışkınım,” dedikten sonra şöminenin rafında duran iki-üç tane tüfeği gösterdi, “beni tanıyan pek çok insan, ben istemeden evimden birini çıkarmaya çalışmasının hiç de sağlıklı olmayacağını bilir. Onun için siz şimdi anneniz sizi sallıyormuşçasına rahat uyuyun,” dedi ve kapıyı kapattı.

      Senatöre, “Vay vay, bu kız az rastlanır güzellikte,” dedi, “eh zaten, temiz bir kadında olması gereken duyguları varsa, en haklı kaçış nedenleri güzeller içindir. Bunları iyi bilirim.”

      Senatör birkaç sözcükle Eliza’nın öyküsünü kısaca özetledi.

      İyi yürekli adam acımayla, “Ah ah, duymak bile istemezdim! Vah vah! Doğa böyledir işte, zavallıcık geyik gibi avlanmış! Bir annenin elinden başka türlüsü gelmediği ve doğal duyguları olduğu için! Biliyor musunuz, böyle şeyler görünce sövesim geliyor, hem de her şeye,” dedi ve çilli kocaman sarı elinin tersiyle gözlerini sildi. “Bakın size ne söyleyeceğim yabancı, bizim oralarda papazlar çok önceleri İncil’den bir sürü şeyin kesilmiş olduğunu vaaz ederlerdi, onun için de ben İncil’e uzun yıllar önce boş vermiştim, Yunanca ve İbranice de bilmiyordum nasılsa, ben de İncil mincil hepten boş verdim. Yunanca İncil’i anlayan bir papaza rastlayıncaya kadar da kiliseye adımımı atmadım. O papazın

Скачать книгу