KADIM SEHRIN SIFRELERI. AYDIN ALMILA

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу KADIM SEHRIN SIFRELERI - AYDIN ALMILA страница 10

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
KADIM SEHRIN SIFRELERI - AYDIN ALMILA

Скачать книгу

hikâyesi de yazıyor burada…”

      Ceren bir yandan anlaşılmayan kelimeler mırıldanarak satırlara hızla göz gezdiriyordu. “Dükkân sahibi haklı. İşte Beyazıt Kulesi burada; yangın kulesiymiş. Bir dakika durun! Galata Kulesi de yangın kulesiymiş. Bir de İcadiye adında bir yangın kulesinden söz ediyor kitap. Eee… hangisi o zaman?”

      Kaan, “1348 yılında yaşadığını farz edersen ve Ceneviz kolonisinin kuzey sınırına gidersen, karşılaşırsın onunla.” diye şifrenin ilk cümlesini tekrarladı. “Peki bu kulelerden hangisi 1348 yılında yapılmış?”

      Ateş gözlerinin içi gülerek Kaan’a baktı ve sırtına dostça vurdu. Kaan’ın yüzünü mahcup bir gülümseme kapladı.

      Ceren heyecanla, “Bulduk!” diye neredeyse bağırdı. O sırada yanlarından geçenlerin bakışlarına aldırmadan devam etti. “Galata Kulesi, 1348 yılında Cenevizliler tarafından inşa edilmiş… Yani Bizanslılar zamanında… O zamanlar adı İsa Kulesi’ymiş… İnanmayacaksınız ama, burada Galata Kulesi’nin bile birçok yangın atlattığı yazıyor.”

      Ateş, “Bu şifreyi sen çözdün Kaan.” dedi. “1348’de Ceneviz kolonisinin kuzey sınırının nerede olduğunu belki çok az kişi biliyordur, ama Galata Kulesi’nin nerede olduğunu bilmeyen yoktur. Bir an önce kuleyi ziyaret ettik mi, tamamdır. Hem kulenin dört bir yanında uzanan güzellikleri de görürüz.”

      Ardından kitabı dükkân sahibine geri vermek üzere içeri girdi. Adam düzene sokmaya uğraştığı kitap yığınının arasından Ateş’in teşekkürüne karşılık eliyle selam vermekle yetindi.

      Ateş kitabı bırakıp yeniden dışarı çıktığında Kaan’la Ceren şehir planını açmış, Galata Kulesi’ne nasıl gidebileceklerine bakıyorlardı.

      Kaan, “Yine yürümemiz gerekebilir.” diye yakındı. Birkaç kez dinlenme imkânı bulmuş olsalar da oldukça yorucu bir gün geçiriyorlardı. Üstelik bu daha ilk gündü.

      Ceren şehir planının üstünde parmağını kaydırarak, “Eminönü’ne inip Galata Köprüsü’nü geçersek Karaköy’e varırız. Oradan da…”

      Ateş aniden şehir planına doğru eğildi. “Buradalar.” diye fısıldadı. “Yine nereden çıktılar böyle?” Konuşurken sesinin titremesine engel olamıyordu.

      Ceren, “Kimler? Neredeler?” diye sordu.

      “Bizi izleyen o iki kişi. Büstün arkasındalar…”

      “Hangi büstün?”

      Ateş, “İkinizin arkasında kalan mermer kaidenin üstünde bir büst var, ama hemen bakmayın!” diye uyardı. “Onları fark ettiğimizi anlamasınlar.”

      Ceren hâlâ şehir planını inceliyormuş gibi başını kaldırmadan Ateş’in yanına yaklaştı. Böylece o da büstü görebilecekti. Kaan’la konuşuyormuş gibi yaparak büste doğru gözlerini kaydırdı. Gerçekten orada Ateş’in daha önceki tarifine uyan iki kişi duruyordu.

      Ceren, “Bize bakıyorlar. Galiba haklısın.” diye fısıldarken kalbi hızla atmaya başlamıştı. “Gerçekten de çarpıştığın adama benziyor. Niye bizi izliyorlar acaba?.. Eee, şimdi ne yapacağız peki?”

      Ateş, “Onları başımızdan atmanın bir yolunu bulacağız.” diye karşılık verdi. “Ama nasıl?”

      Kaan, “Ben yine de hazine avıyla ilgili olduklarını düşünüyorum.” dedi.

      Ateş göz ucuyla ikiliyi izlemeyi sürdürdü. “Hazine avıyla ilgili oldukları kesin, peşimizden ayrılmadıklarına göre… Ama müfettiş ya da herhangi bir görevliye hiç benzemiyorlar. Öncelikle böyle bir iş için fizikleri ve giysileri uygun değil.”

      Ceren yüzünü hoşnutsuzlukla buruşturdu. “Evet, hem de hiç! Kadın kızıl, kabarık saçlarıyla kuaförden az önce çıkmış gibi… Üstünde ise yakası kürklü bir mantoyla topuklu çizmeler var. Sanki bizi izledikten sonra bir arkadaşına beş çayına gidecekmiş gibi hazırlanmış.”

      Ateş, “Adamın da ondan bir farkı yok.” diye Ceren’e katıldı. “Akşam yemeğini üye olduğu kulüpte yemek üzere şimdiden giyinmiş!”

      Kaan merak içindeydi. “Ben de bakmak istiyorum.” diyerek yere doğru eğildi. Ayakkabısının bağını bağlıyormuş numarası yaparak o tarafa baktı. Ayağa kalktığında ise, “Gerçekten tuhaflar.” diye itiraf etti. “Hiç buraya kitap almaya gelmiş gibi bir hâlleri yok. Kitaplara bakmıyorlar bile.”

      O sırada tıknaz ikili büstün arkasından ayrılıp dükkânlardan birinin önüne doğru yürüdü.

      Ceren, “Yeniden Kapalıçarşı’ya girelim.” dedi. “Bu defa daha hızlı hareket edersek, hatta koşarsak belki onlardan kurtulabiliriz. Kadının topuklu çizmelerle koşması imkânsız.” Sırt çantasıyla koşmanın zorluğunu aklına getirmemeye çalıştı.

      Ateş, “Benim daha iyi bir fikrim var.” diye atıldı. “Ayrılalım!..”

      Önce Kaan hızlı adımlarla geldikleri yerden gerisin geriye Kapalıçarşı’ya girdi. Onu Ceren izledi. Ateş ise hâlâ oradaydı ve bir başka dükkânın önündeki kitapları karıştırıyordu.

      Kadınla adam ilgileniyormuş gibi yaptıkları kitaplardan başlarını kaldırıp çocuklara baktılar. Neler olup bittiğini anlamaya çalışıyorlardı. Bir an ne yapacakları konusunda kararsız kalıp iki çocuğun gittikleri tarafa doğru ilerlediler. Ama yine de Sahaflar’dan çıkmadılar. Aralarında hararetli bir konuşma geçerken, Ateş hareketlendi; ikilinin dikkatinin dağılmasını fırsat bilip Sahaflar’ın diğer kapısına gitti. Arkadaşlarıyla sözleştiği noktada buluşmak üzere yeni, eski hatta antika binlerce kitabı, onların doldurduğu rafları, dükkânları, hayatlarını kitaplara adamış dükkân sahiplerini ve dikkatle bakmaya fırsat bulamadığı İbrahim Müteferrika’nın büstünü arkasında bıraktı. Bir yandan da içten içe kaybolmamayı dileyerek oradan uzaklaştı…

      Güneş ışınlarının yerini şehrin ışıkları almaya başladığında Ateş, Ceren ve Kaan eve dönmek üzere otobüse bindiler. Üçü de oldukça düşünceli görünüyordu. Ateş yine pencereden dışarı kimi zaman tıkalı, kimi zaman ağır akan trafiğe boş boş bakarken, Ceren yine kulaklıklarını takmış, müzik dinliyordu. Kaan ise Ceren’le Ateş’in hemen arkasındaki koltuklardan birine oturmuş, yine çantasından eline geçen ilk kitabı çıkartmıştı. Ama okuduğu yoktu.

      Aslında işler yolunda gitmişti ya da onlara öyle gelmişti. O iki kişiyi Sahaflar Çarşısı’nda atlatmışlar, sözleştikleri gibi Eminönü’ndeki Kadıköy iskelesinde buluşmuşlardı. Oradan Galata Köprüsü’nü geçip Karaköy’e gelmişler bir süre daha yürüdükten sonra Galata Kulesi’ne varmışlardı. Ne daha önce karşılaştıkları öğrencilere, ne de hazine avına katılmış gibi görünen başka bir ekibe rastlamışlardı. Bu yüzden yorgun olmalarına rağmen keyifle sohbet etmişler, kuleye girip çıkan turistleri izlemişler, çevresinde dolanmayı da ihmal etmemişlerdi.

      Bir sonraki şifrenin gelmesini

Скачать книгу