KADIM SEHRIN SIFRELERI. AYDIN ALMILA
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу KADIM SEHRIN SIFRELERI - AYDIN ALMILA страница 8
Daha fazla vakit kaybetmeden açık havaya çıktılar.
Telefonlar kapsama alanına girer girmez arka arkaya mesajlar geldi. Ateş hemen telefonlarına el atan arkadaşlarını, “Önce buradan uzaklaşsak iyi olacak.” diye uyardı. “Mesajı başka bir yerde okuyalım. Biz diğer ekipleri fark ediyorsak diğerleri de bizi fark edebilir!”
Ceren karşı çıkmak için ağzını açtıysa da vazgeçti. Başını onaylarcasına sallayıp Kaan’la birlikte Ateş’in peşine takıldı.
4. BÖLÜM
İki Tuhaf Takipçi
Bir süre sessizce ilerlediler. Çok geçmeden turistlerin oluşturduğu kalabalık arkalarında kaldı. Yerini, günlük koşuşturmacasını yaşayan şehrin insanına bıraktı. Yol üstündeki kamyonlardan dükkânlarına eşya taşıyan esnafların arasından sıyrılarak yürümeyi sürdürdüler.
Kaan, “Artık mesajı okuyalım mı?” diye önerdi. “Bu şekilde zaman kaybediyoruz.” Sabırsızlık içindeydi. Şifreleri çözmekte zorlanıyor olsa da bu oyun çok hoşuna gitmişti.
Ceren, “Aslında bir yere oturup okusak fena olmaz.” diye katıldı. “Böyle ayaküstü ne okuduğumu anlamıyorum. Hem artık etrafta ‘şüphe uyandıracağımız’ öğrenci kalmamıştır herhâlde!”
Ateş, arkadaşlarına dönüp tamam, dercesine başını salladı. O sırada gözü karşı kaldırıma kaymıştı. Bir an için dikkati dağıldı ama sonra kendini toparlayıp, “Bir bank görünce oturalım.” dedi.
Birkaç yüz metre sonra Ceren, “İşte!” diyerek yolun ilerisini gösterdi. “Şurada bir tane var. Tam zamanında, sırt çantam her adımda ağırlaşmaya başladı sanki.”
Ateş, Ceren’in gösterdiği banka bile bakmadan, “Aslında banka oturmak iyi bir fikir değil!” diye karşı çıktı. “Şifreyi bir kafede incelersek daha rahat ederiz.”
Ceren, “Ama sen az önce…” diye hatırlatırken Ateş, kızın sözünü kesti. “Biliyorum bank benim fikrimdi…” diye geveledi ve sustu. Bu sırada arkadaşlarını uyarma gereği bile duymadan önüne çıkan ilk ara sokağa saptı. Hızlı adımlarla Ceren’le Kaan’ın birkaç metre önünde yürümeye koyuldu. Bir yandan sık sık karşı kaldırıma ya da dönüp arkasına bakıyordu.
Çok geçmeden daracık başka bir sokağa girdi. Oradan bu defa az önce yürüdükleri ana caddeye bağlanan başka bir sokağa daldı.
Sonunda Ceren dayanamayıp, “Anladım!” diye homurdandı. “Kaybolmak için elinden geleni yapıyorsun. Bu arada sürekli arkana bakıp bizi kontrol etmene gerek yok! Geliyoruz işte! Bu soğuk havada koşturmaktan ter içinde kaldık ama sorun değil!”
Ateş, kızın sözlerine kulak asmıyormuş gibi görünüyordu. Yine de ana caddeye çıkar çıkmaz ilk köşedeki kafeye daldı; Ceren’le Kaan da peşinden…
Ateş kafenin kuytu ama girişini gören köşesindeki masaya yerleşti.
Ceren sırt çantasını yere bırakıp sandalyeye çökerken yüzünü buruşturmaktan kendini alamadı. Ateş’e, “Delirdiğine karar verdim!” dedi. Kaan’ın nefesi öylesine kesilmişti ki hiç sesini çıkaramadı.
Ateş sesine gizemli bir ton katmaya çalışarak, “Tabii ki delirmedim; izlendiğimizi fark ettim.” diye açıkladı.
Ceren alaylı bir ifadeyle, “Şifreleri hızla çözmemizden faydalanmak isteyen bir öğrenci grubu tarafından mı?” diye sordu.
Ateş, “Öğrenciye benzemiyorlardı.” diye karşılık verdi. Oldukça ciddi bir havası vardı. İkisi de orta yaşlı ve tıknaz bir kadınla bir erkekti… Ama sanırım atlatmayı başardık. Arkamızdan kafeye dalmadıklarına göre…” Bir yandan kapıya kaçamak bir bakış atarken diğer yandan da kadınla adamın sokağın bir köşesinde durup kafeden çıkmalarını bekleyebilecekleri ihtimalini aklından geçirdi.
Ceren cep telefonunu çıkarırken ilgisizce, “Eminim atlatmışızdır.” diye onayladı. “Güzergâhımızı düşününce!.. Hem bizi kim, niye izlesin ki?”
Sonunda Kaan nefesini düzene sokmayı başardı. “Belki de yarışmacıların kurallara uyup uymadığını kontrol eden müfettiş gibi birileridir.”
Ateş, arkadaşlarının rahat tavırlarına karşılık, oturduğu yerde huzursuzca kıpırdandı. Söyleyip söylememekte kararsız gibiydi.
Bunu fark eden Ceren gözlerini cep telefonundan ayırdı. “Hadi çıkar ağzındaki baklayı!”
“Galiba peşimizdekilerden biri bana çarpan adamdı!”
Kaan’ın gözleri şaşkınlıkla büyüdü. “Gerçekten mi?”
“Gerçi bizi izleyenlerin yüzlerini iyi seçemedim, ama adamın vücut yapısı ve giysilerinin rengi, bana çarpanla aynıydı.”
Ceren, “Evet, tabii!” diye karşılık verdi. Bu konuyu kapatmak ve bir an önce şifreye yoğunlaşmak istiyordu. “Çünkü İstanbul’da tıknaz görünümlü ve koyu renk giysili birine rastlamak olağan dışı bir durumdur! Unuttun mu, bu bir hazine avı; dedektifçilik oynamıyoruz!”
Ateş dudağını büküp kaşlarını kaldırmakla yetindi. Kafenin girişine yeniden hızlı bir bakış attıktan sonra, o da mesajı okumak için telefonunu çıkardı.
Işıl öğretmen tebrik ve iyi dileklerle ilgili kısmı, bu kez gülen yüz işaretleriyle geçiştirmişti. Mesajın tamamı şifreden oluşuyordu.
1348 yılında yaşadığını farz edersen ve Ceneviz kolonisinin kuzey sınırına gidersen, karşılaşırsın onunla.
Nice güzellikler uzanıp gider dört bir yanında.
Kalabalığın arasından sıyrılıp fark ettirir kendini, kule gibi uzun boyuyla.
Yangın çıkarsa, görüp koşsun diye yardıma.
Kaan, “Ben bir şey anlamadım!” diye mırıldandı.
Ateş, “Al benden de o kadar!” diye karşılık verdi. “Sanki önceki şifrelerden daha kısa, ama daha zor görünüyor.”
Ceren, “Takipçileri atlatmak için bir kafeye değil de kitabevine sığınmalıydık!” diye söylendi.
Ateş, kıza cevap vermek yerine garsona eliyle işaret etti. Adam yanlarına yaklaşınca, “Yakında bir kitabevi var mı?” diye sordu.
Adam hayretle kaşlarını kaldırdı. “Kitabevi mi? Burası Cağaloğlu, her sokakta bir kitabevi var. Hatta isterseniz yayınevleri de var! Gerçi artık birçoğu buradan taşındı…” Sonra da masaya birer menü bırakıp başka bir masanın siparişini almak üzere uzaklaştı.
Ateş, “Bir şeyler içip dinlenirken