KADIM SEHRIN SIFRELERI. AYDIN ALMILA

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу KADIM SEHRIN SIFRELERI - AYDIN ALMILA страница 7

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
KADIM SEHRIN SIFRELERI - AYDIN ALMILA

Скачать книгу

oldukları kesin… Eğer onlar da hazinenin peşindelerse umalım da henüz ilk şifreyi çözmemiş olsunlar.”

      Ceren’le Ateş konuşurken nedense Kaan’ın sesi çıkmıyordu. Ateş, “Kaan nereye kayboldu?” diye söylenirken ufak tefek çocuğun, küçük bir dükkânın önünde kartpostal seçen bir turist kafilesine karışmış olduğunu gördü. Kartpostal almanın tam da sırasıydı!

      Kaan, Ateş’in söylendiğini duymuş gibi ona doğru baktı; gülümsüyordu. Arkadaşlarına eliyle gelmelerini işaret etti.

      “Bakın ne buldum!” derken bir yandan da bol resimli bir şehir rehberinin kapağını gösterdi. “Yedi Günde İstanbul!”

      Dükkân sahibinin turistlerle ilgilenmesini fırsat bilip aynı şehir rehberinden birer tane aldılar ve incelemeye koyuldular.

      Ceren, “Sultanahmet ve çevresindeki yerleri paylaşıp okuyalım.” diye önerdi. Böylece her biri göz atacakları sayfaları belirlediler ve hızla işe koyuldular.

      Az sonra Ceren, “Ayasofya’yla ilgili bilgiler şifreye uymuyor.” diye homurdandı. “Topkapı Sarayı ise gerçekten öyle büyük ve öyle çok bilgi var ki!.. Nedense en çok bilgi içeren yerler benim payıma düşmüş!.. Bir de Haseki Hürrem Hamamı var. Bana suyu çağrıştırdı. Ama kitapta hamamda yılan kadar acımasız bir kadın olduğuna dair bir ifade yok!” Umutsuzlukla omuzları düştü.

      Kaan, “Üç yılanın birbirine dolandığı sütun!” diye mırıldandı. Ardından arkadaşlarına bakıp, “Sizce olabilir mi?” diye sordu. “Belki de bu yılanlar kadını çağrıştırıyordur!”

      Ateş, “Nerede?” diye sordu.

      “Meydanda! Meydandaki üç sütundan biriymiş.”

      “Ben meydanda sadece iki sütun gördüm.”

      “O ikisi yüksek oldukları için dikkatini çekmiş demek ki. Bir de aralarındaki Yılanlı Sütun var.” Kaan bir yandan hafızasını yokladı. Ancak Milion Taşı’nı hatırlamadığı gibi yılanları da hatırlamıyordu. Okumaya devam edince şimdi nedeni anlaşıldı, diye düşündü. “Yılanlı Sütun’daki yılanların kafaları artık yokmuş. Bu durumda görmüş olsak bile çağrışım yapmaması doğal.”

      Ceren, Kaan’ı biraz da ürküten gözlerini kocaman açmış, çocuğu dinliyordu. “Tamam da hem gün ışığında görülüyor o sütunlar hem de adı üstünde sütun! Biz bir saray arıyoruz.”

      Kaan başını yeniden kitaba eğip, “Belki de eskiden orada bir saray vardı!” diye ağzında geveledi. Ama hemen ardından, “Saray değil, hipodrom varmış.” diye düzeltti. Bu sırada Ceren’in onaylamaz bir tavırla başını salladığını görmedi.

      Ateş’in dikkati dağılmıştı. Arkadaşlarını dinlemiyordu. Şehir rehberinin aynı sayfasını bir öne bir arkaya çevirip duruyordu. Yüzüne yavaşça bir gülümseme yayıldı. “Sıkı durun!” diye haykırdı. Öyle ki, yanlarındaki birkaç turist ne olduğunu anlamak için dönüp baktılar.

      Ateş, “Şunu dinleyin!” diye devam etti. Bu kez sadece arkadaşlarının duyabileceği bir tonda konuşmuştu. “Her birinde 28 tane olmak üzere 12 sıra sütun, yani toplam 336 sütunlu bir yer! Öyle ki sütunlar bir ormanı hatırlatıyormuş!”

      Ceren sabırsızlık içinde, “Peki neredeymiş bu sütunlar?” diye sordu.

      “Yerebatan Sarnıcı’nda!”

      O sırada Kaan şehir planını açıp, “Nasıl düşünemedim.” diye hayıflandı. “Yerebatan Sarnıcı’na aynı zamanda Yerebatan Sarayı da denir! Ziyaretçi kuyruğu çok uzun olduğu için o zaman içeri girememiştik.” Ardından şehir planında sarnıcın yerini aradı. “İşte burada! İnanmayacaksınız ama Milion Taşı’nın dibinde! ‘Olduğun yerden uzaklaşmadan yaklaş ona.’

      Ceren, “Eğer şifrenin kalanı da uyuyorsa bulduk demektir.” dedi.

      Bu sırada üçü birden Ateş’in açtığı sayfaya baktılar. Yerebatan Sarnıcı’yla ilgili bilgiler küçük resimlerle desteklenmişti.

      Ateş, “Resimlerden pek bir şey anlaşılmıyor.” diye yakındı.

      Ceren üç şehir rehberini de kapıp aldıkları yere yerleştirirken, “Hadi hemen gidip kendi gözümüzle görelim.” dedi.

      Girişte sıra olmamasına sevindiler. Zaten burunlarının dibindeki bir yeri bulamadıkları için gereksiz yere vakit kaybetmişlerdi.

      Tam kapıdan girerken Kaan sarnıcı tanıtan levhayı arkadaşlarına gösterdi. “532 yılında yapılmış yani 6. yüzyılda!”

      Ateş, “Küçük bir matematik hesabı yaparsak; 15 yüzyıl önce!” diye atıldı.

      Biletlerini alıp merdivenlerden aşağı inerken Ceren bir yandan durakta gördükleri çocuklara bakındı. İçinden onlarla karşılaşmamayı diledi.

      Sarnıca indikleri an büyülenmiş gibi hissettiler. Etraf loştu ve ışıklandırma sayesinde etrafa yayılan kızıllık oldukça etkileyiciydi.

      Ateş sütunlara bakarak, “Sudan yükselen mermer ağaçlar.” diye fısıldarcasına konuştu. Kimi sütunların üstündeki oymalar gerçekten de ağaçları hatırlatıyordu.

      Ceren, “Niye kralsız olduğunu anlamak zor değil.” dedi. “Çünkü gerçek bir saray değil.”

      Kaan, “Niye gün ışığında bulunamayacağını da…” diye ekledi. “Çünkü yer altında…”

      Sütunların arasındaki iskelelerin üstünde yürürken sütunların suya yansımalarına ve suda kayan kocaman balıklara hayranlıkla bakmaktan kendilerini alamadılar.

      Ateş, “Kesinlikle doğru yerdeyiz.” dedi. “Ama yine de yılan kadar acımasız kadınla tanışmadan dışarı çıkmayalım!”

      Bir turist kafilesinin kümelendiği yere doğru ilerlediler. İşte oradaydı. Hem de iki ayrı sütunda kaide görevi gören iki ayrı kadın başı vardı; yılan gibi saçları olan… Başlardan biri ters, diğeri ise yan duruyordu. Turist rehberi bir efsaneye göre yılan saçlı Medusa’nın kendisine bakanları taşa çevirme gücü olduğunu anlatıyordu.

      Orada durup rehberin anlattıklarını dinlerken birer fotoğraf çekmeyi de ihmal etmediler. Sonra Ateş birden, “Hemen buradan gidelim!” diye arkadaşlarını uyardı. “Cep telefonum çekmiyor.”

      Hızlı adımlarla çıkışa doğru yürüdüler. Kaan, “Işıl öğretmenden şifre gelene kadar sarnıcın kafesinde soluklanırız diye düşünmüştüm.” dedi. “En azından su alabilir miyiz?”

      Birkaç dakika oyalanmanın sorun olmayacağını düşünerek sularını aldılar. Bir yandan içerek, sudaki öbek öbek balıklara ve sarnıcı ilgiyle gezenlere bakmaya başladılar. Çoğunun yabancı turist olduğu birbirine karışan farklı dillerden anlaşılıyordu.

      Ateş, “Tek bir kelimesini bile

Скачать книгу