KADIM SEHRIN SIFRELERI. AYDIN ALMILA

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу KADIM SEHRIN SIFRELERI - AYDIN ALMILA страница 6

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
KADIM SEHRIN SIFRELERI - AYDIN ALMILA

Скачать книгу

şifreyi aktarmadan önce çocukları kısaca tebrik etmeyi ve ardından da yine “iyi şanslar” dilemeyi ihmal etmemişti. Ancak onları asıl ilgilendiren, mesajın şifreyle ilgili olan kısmıydı. Oradaki bir ağacın gövdesine dayanıp her biri kendi telefonundan sessizce ikinci şifreyi okumaya koyuldu. Aslında üçü de dâhiyane bir fikirle şifreyi hemen çözmek ve böylece diğerlerini şaşırtmak için can atıyordu.

      Ateş o birkaç satırı içinden defalarca okuduğu hâlde tek başına altından kalkamayacağını anlamıştı. Ceren ve Kaan’ın da sesleri çıkmadığına göre onların durumu da benden farklı değil demek ki, diye düşündü. “Burada böyle boşuna durmayalım.” diye söze girdi. “Hem bir şeyler yer ve ısınırsak, belki çözüme daha kolay ulaşırız.”

      Böylece Kaan’ın sözünü ettiği kafeye oturup hiç vakit kaybetmeden başlarında dikilen garsona siparişlerini verdiler.

      Kaan şifreyi yine kâğıda yazmayı önerdi. Bunun üzerine Ceren defterinden bir sayfa yırtıp şifreyi büyük harflerle cep telefonundan kâğıda geçirdi. Yan masadakilerin duymamasına özen göstererek yeniden okudu.

      Gün ışığında bulamazsın, tam 15 yüzyıldır kralsız olan sarayı.

      Sudan yükselir, heybetli mermer ağaçları.

      Sonu gelmezmiş gibi görünse de, 336’dır ağaçların sayısı.

      Olduğun yerden uzaklaşmadan yaklaş ona.

      Ama yaklaşınca dikkat et yılan kadar acımasız o kadına,

      Eğer dönmek istemezsen sonsuza dek kocaman bir taşa.

      Ateş, arkadaşlarına umutsuzluk dolu bir bakış attı. “Bu defa ipucu da yok.”

      Kaan, “Evet, ama şehir planımız var.” diyerek haritayı çıkarıp masaya yaydı.

      Ceren, “İlk satırdan başlayalım.” dedi.

      Kaan, “Gece aramamız gerektiğini mi söylüyor acaba?” diye sordu. “Ya da en azından hava karardıktan sonra…”

      Ateş ağzını bir tarafa yamulttu. “Belki geceleri ışıklandırıldığı için daha kolay fark edilen bir yerdir. Ama yine de gündüz görülmüyor olması anlamsız!”

      Ceren cümlenin kalanını okudu. “Bu kısmı işimizi kolaylaştırıyor. En azından aramamız gerekenin ne olduğunu söylüyor: Bir saray. Şehir planına bakıp İstanbul’daki sarayları listeleyebiliriz.” Hemen ardından defterinden bir kâğıt daha kopardı.

      Ateş, “Acele etme!” diye uyardı. “Şaşırtmaca olabilir. Diğer cümlelerden bir şey çıkarabiliriz belki.”

      Kaan gözlerini şifreden ayırmadan, “İlk şifrede bizi yönlendiren aslında son cümleydi.” dedi. “İkinci şifrede ise bu görevi dördüncü cümle görüyor. Yani, ‘Olduğun yerden uzaklaşmadan yaklaş ona.’ Demek ki bulmamız gereken yakında bir yer.”

      Arkadaşının sözleri üzerine Ateş’in gözleri parladı. Ancak bir şey söylemeye fırsat bulamadı. Çünkü garson elinde sipariş ettikleri içeceklerin ve yiyeceklerin olduğu tepsiyle yanlarında bitivermişti.

      Kaan şehir planını hızla katlarken Ceren kâğıtları toparladı. Garson gittikten sonra bir yandan atıştırıp bir yandan da çevrede şifreye uyabilecek yerleri düşünmeye koyuldular.

      Ceren, “Yakınlardaki tek saray, Topkapı Sarayı.” dedi.

      Ateş, “Öyle, ama Topkapı Sarayı 15 yüzyıl boyunca padişahsız kalmadı ki!” diye karşı çıktı. “Hem Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırıldığına göre 15 yüzyıl önce değil…”

      Ceren, “Ancak 15. yüzyılda yaptırılmıştır.” diyerek sözlerini tamamladı. “Işıl öğretmen şifreyi gönderirken hata yapmış olabilir mi?”

      Hiçbiri buna ihtimal vermedi. Bir süre sessizce yemeklerini yediler.

      Ateş, “Diğer cümlelere geçelim.” diyerek sessizliği bozdu. “‘Sudan yükselir, heybetli mermer ağaçları.’ derken neyi kastediyor sizce?”

      Ceren, “Belki sarayın denize yakın oluşunu…” diye fikir yürüttü.

      Kaan, “Ama sayı vermiş.” diye karşı çıktı. “Topkapı Sarayı’nın bahçesinde 336 ağaç mı var yani?”

      Ateş’e de Ceren’in fikri doğru gelmemişti. “Bir de son cümledeki şu ‘yılan kadar acımasız o kadın’ var. Görünen o ki üstün güçlere sahip!” Portakal suyundan kocaman bir yudum aldı.

      Bu sırada Ceren yemeğini bitirip sırtını sandalyesine yasladı. “Eğer daha iyi bir fikriniz yoksa Topkapı Sarayı’na gidip bir göz atalım. Belki bizi şaşırtacak bir şeyle karşılaşırız.”

      Ateş’le Kaan, Ceren’i başlarıyla onayladıktan sonra hiç zaman kaybetmeden beliren garsona hesabı ödeyip kalktılar.

      Sultanahmet Meydanı’na geldiklerinde Ceren, “Turistlerin sayısı mı artmış yoksa bana mı öyle geliyor?” diyerek güldü.

      Ateş başıyla onayladı. “Bu defa da turistleri izlersek bir işe yarar mı acaba?”

      O sırada kalabalık bir grup rehberlerinin eşliğinde Sultanahmet Camii’ne yönelmişti. Kaan birden olduğu yere çakılıp kaldı. Gözleri heyecanla kocaman açılmıştı. “Buradan…” diyerek arkadaşlarını camiinin karşı tarafına sürükledi. Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nin önünde durunca arkadaşları soran gözlerle ona baktılar.

      Kaan’ın müzenin önündeki tabelayı işaret etmesiyle Ceren’le Ateş’in yüzlerinin aydınlanması bir oldu. Müzenin adının altında İbrahim Paşa Sarayı diye yazıyordu.

      Ateş, “Yani burası hem müze hem de saray mı?” diye sordu.

      Ceren, “Demek ki yakınlardaki tek saray Topkapı Sarayı değilmiş.” diye hayretle mırıldandı.

      Kaan, arkadaşlarını şaşırttığını görünce içten içe sevindi. Önceki geziden aklında işe yarar bilgiler kaldığı için de… “Hayır, aslında artık yalnızca müze…” diyerek Ateş’in sorusunu cevapladı. “Ama zamanında Kanuni Sultan Süleyman’ın sadrazamı olan İbrahim Paşa’nın sarayıymış. Ben gezdim burayı. Bahçesinde sudan yükselen ağaçlar yoktu ama yine de isterseniz girip bir göz atalım.”

      Avlusunun güzelliğine ve sergilenen değerli eserlere rağmen müzeye girmeleriyle çıkmaları neredeyse bir oldu.

      Ceren hayal kırıklığına uğramıştı. “Şifreyle örtüşen hiçbir özelliği yok.”

      Ateş’in yüzüne buruk bir gülümseme yerleşmişti. “Eserlerin sergilendiği cam kutulardan birinde yılana benzeyen bir kadın heykeli dursaydı iyi olurdu.”

      “Eee… peki şimdi ne yapıyoruz? Topkapı Sarayı’na mı gidiyoruz?”

      Kaan’ın

Скачать книгу