Şanlı Olaf. Robert Leighton
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Şanlı Olaf - Robert Leighton страница 10
Yarışta birinci gelen Olaf bir kere daha çadırın önüne geldi ve Kraliçe ona hak ettiği ödülü verdi.
Gümüş kabzalı kılıcı Allogia’nın ellerinden alırken Vikingler’den biri Klerkon’un yanına giderek onunla konuştu.
“Efendim, geçen yaz Hersir Sigurd’la aynı gemiye bindiğimizde köle olan çocuk bu. At dövüşümüzün ödülü olacak çocuk da bu değil miydi?”
Böylece Klerkon oğlana daha dikkatli göz gezdirdi ve onu açık renkli saçları kesilmiş halde, şimdiki kaliteli olanlar yerine beyaz köle kıyafetleri içinde hayal etmeye çalıştı.
“Gerçekten o!” diye yanıtladı. “Şimdi aklıma birinin birkaç yaz önce Alland adasında diğerleriyle birlikte yakaladıklarımız arasında olduğunu söylediği geldi. Onu Estonya’ya getiren bizdik. Onu gemimize almak için neler vermezdim! Thor’un çekici üstüne yemin ederim ki at dövüşünde onu kazanamazsam zorla alacağım!”
Bunun ardından Sigurd Erikson’un yanına giderek ona oğlanı hatırladığını söyledi. Sigurd’un rengi bir hayli attı ve Olaf’ı zorla içeride tutmadığı için kendini suçladı.
Tam öğle vaktinde Kral’la Kraliçe çadırdan ayrılınca Sigurd katılanların girişine giderek Olaf’ı aradı ve nihayet buldu. Oğlanla oldukça ciddi konuşarak ona Viking’in kendisini tanıdığını anlattı ve tekrar alana çıkma konusunda uyardı. Durumun ciddiyetini artık kavrayan Olaf güreşe katılmamayı kabul edip bundan sonra kendisini gösterme konusunda daha dikkatli olacağına dair söz verdi.
“Korkarım ki,” dedi Sigurd, “iş işten geçti. Gelecekteki refahın, mutluluğun, babanın krallığında hak iddia edecek olman… bunların hepsi bu at dövüşüne bağlı. Viking Klerkon’un atı Sleipner’i yenerse yapacağımız bir şey kalmaz. Kazananla gitmek zorundasın.”
Bunun üzerine Olaf neredeyse alay edercesine gülümsedi.
“Korkma, sevgili akrabam,” dedi. “Klerkon ödülünü almak için gelirse bulamayacak. Ama zaten gerek de olmayacak. Sleipner’in methedildiği kadar iyi bir at olduğunu gördüm ve adil bir dövüşte yenilmeyeceğini biliyorum.”
“Pek yakında göreceğiz,” diye karşılık verdi Sigurd. “Bu arada, dövüşü seyretmeye niyetin varsa yalvarıyorum Vikingler’den olabildiğince uzakta dur. Ve bittiğinde sonuç ne olursa olsun nehre doğru git ve yaşlı Grim Ormson’un kulübesinde gizlen. Orada Vikingler gidene dek güvende olursun.”
Olaf saklanmayı düşünmüyordu. Klerkon’dan korkmuyor, atı başarılı olsa dahi Viking’in bunca derde girip ödülünü almaya çalışacağını zannetmiyordu. Olaf atın İngiltere’den geldiğini duymuştu ve o kadar uzaktaki bir ülkeden iyi bir şey geleceğine inanmıyordu. Diğer yandan dayısının atı Gardarike’nin her yerinde nam salmıştı; herhangi bir yarışta veya dövüşte yenilmemişti. O halde neden bu yarışmanın sonuçlarından korksundu ki?
Fakat Sigurd Erikson daha akıllıydı, küheylanının en azından kendine denk biriyle karşılaşacağının farkındaydı. Daha önce Viking Klerkon’un Sleipner’in karşısına koyduğu kadar güçlü ve vahşi bir hayvan görmemişti.
Ringe pek çok at getirildi, hepsi birbiriyle karşılaştırmak üzere çift halinde ortaya koyuldu. Her atın peşinde onu destekleyen ve bir sopa yardımıyla yürüten sahibi veya terbiyecisi vardı. Kuzeyliler için at dövüşü, iki erkek arasındaki dövüşten sonra en sevilen eğlence olduğundan seyirci kalabalığı bir hayli fazlaydı. Ancak başta atların çoğu dövüşmeyeceği, diğerleriyse kolayca yenileceği için heyecan yok gibiydi. Nihayet Sleipner ve İngiliz at ortaya getirildi. Salıverilince ikisi şiddetle karşı karşıya geldi ve hemen sonra hem haşin hem de uzun, müthiş bir dövüş başladı. İnsanların sopalar kullanarak onları kışkırtmasına bile pek gerek kalmadı. İki at arka ayaklarının üzerinde kalkarak yeleleri, boyunları ve omuzları parçalanıp kanayana dek birbirlerini vahşice ısırdılar. Hayvanlar sık sık ayrıldı ancak hemen sonra daha büyük bir şiddetle dövüşe döndüler. On iki raunt bitene kadar dövüş devam etti. Ardından Klerkon’un atı Sleipner’in alt çenesini yakaladı ve bir daha bırakmayacakmış gibi görünene dek ısırmaya devam etti. Adamlardan ikisi hızla yanlarına gitti, kendi atlarını tuttular ve Sleipner yorgunluktan ve zorlu dövüşten düşünce onları dövüp ayrılmaya zorladılar. Bunun üzerine Vikingler yüksek sesle tezahürat etti.
Kral Valdemar hakemdi ve dövüşün bittiğini, sekiz rauntta zaferini kanıtlayan Klerkon’un atının kazandığını ve idarecinin atının artık iyi durumda olmadığının açık olduğunu söyledi. Kral, Sigurd’a ödülün ne olduğunu sorduğunda Sigurd şöyle cevapladı:
“Ödülü aylar önce, Estonya’da Klerkon’da karşılaştığımda belirlemiştik; Viking’in atı benimkini yenerse genç köle Ole’yi alacaktı.”
“O halde oğlanı alsın bakalım,” dedi Kral. “Ne de olsa hakkıyla kazandı.”
“Çocuğu bu akşam almayacağım,” dedi yakında oturan Klerkon. “Holmgard’daki işlerim artık bitti ve gün doğumunda kıyıya döneceğim.”
Sigurd, Olaf’ın kesinlikle tavsiyesini dinleyip derhal saklanmaya, nehrin karşısındaki Grim Ormson’un kulübesine gittiğini düşünüyordu, o yüzden endişeli değildi.
“Oğlanı ne zaman bulursan alabilirsin,” dedi Viking’e. “Ve gün doğumundan önce bulamazsan o zaman değerinin karşılığı olan altını vereceğim.”
“Ama bana kendi değerinde altın vereceğini söylemiştin,” diye karşılık verdi Klerkon. “Oğlanın yerine onu kabul etmem. Çünkü o köle doğmuş bir çocuk değil, asil soylu ve ondan Viking yapıp batı denizinden İngiltere’ye götürmek istiyorum. Onun gibi zeki bir çocuğun yıllarını bir kara kasabasında harcaması doğru değil. Doğası denize uygun ve bir gün eşsiz bir savaşçı olacağını düşünüyorum.”
Bunun üzerine adamın son derece inatçı olduğunu ve herhangi bir çabanın onu caydırmayacağını bilen Sigurd Erikson’un canı sıkıldı. Ayrıca artık Olaf’la ilgili bir hile yapmanın gereksiz olacağını anlamıştı. Vikingler onu tanıyordu ve yerine kimseyi koyamazdı.
Kaşlarını endişeyle çatarak çadırdan ayrıldı ve yeğenini aramak üzere kral salonuna doğru yol aldı. Olaf orada değildi. Saatler geçmesine rağmen ondan bir iz bulamadı. Klerkon da ödülünü almaya gelmedi.
Akşam olmuştu. Sigurd tek başına büyük salonun arkasındaki odada oturdu. Olaf’ın tuhaf bir biçimde huzursuz ve itaatsiz olduğunu düşünüyordu. Çok kereler onu hayal kırıklığına uğratmış ve başına bela açmıştı ancak bugünkü kadar inatçılık ettiğini görmemişti. Olaf sabahki tavsiyesini dinleseydi Klerkon’un gelişi küçük bir olay yaratırdı ama o düşüncesiz çocuk cesurca çadırın önüne çıkmış, kendini gemicilerin hızlı gözlerinden saklamakla uğraşmamıştı. Zaten yaşıtlarının arasında oldukça seçilebilir durumdayken tanınmıştı, şimdi de Klerkon çok istediği