Çöküş. Steve Taylor

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Çöküş - Steve Taylor страница 18

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Çöküş - Steve Taylor

Скачать книгу

ve yaklaşık 300 yıl boyunca devam eden bir kaos ve çöküş dönemi başlatan yağmacı vahşi çetelerdi. Sadece bir yüzyıl içerisinde Mısır ve Hitit İmparatorlukları ile (Truva şehri de dahil olmak üzere) Miken (Antik Yunan) uygarlığı tarih sahnesinden silindi, kentler yıkıldı ve terk edildi. Bunda doğal afetlerin bir rol oynamış olması muhtemelse de tarihçiler asıl sorumlu olarak Deniz İnsanları’nı görüyor.

      Bu sırada Hint-Avrupalılar, Orta ve Batı Avrupa’da birbirleriyle savaşıyordu -Yunanlılar Romalılarla; Keltler Yunanlılar ve Romalılarla; Cermenler ise Keltler, Yunanlılar ve Romalılarla. Liste böyle uzayıp gidiyordu. Sahra-Asya kurumaya devam ediyor ve yeni Hint-Avrupalı (ve diğer Sahra-Asyalılardan oluşan) göçmen dalgaları Avrupa’nın batısını işgal ediyordu. Önlerine çıkan yeri fethedip, orada yaşayanları öldürüyor ve müthiş bir karmaşaya sebep oluyorlardı. Bu istila, tarihçilerin “Halkların Göçü” (Völkerwanderung) dediği MS 300-600 arasındaki dönemde doruk noktasına ulaştı. Bu, Sahra-Asya’da gerçekleşen tarihte yaşanmış en büyük göç dalgasıydı. Yüzlerce kabile -Gotlar, Franklar, Vandallar, Hunlar, Avarlar vs.– Orta Asya’dan kaçarak Avrupa’ya akın etti ve Roma İmparatorluğu’nu harabeye çevirdi. Kendilerinden önce bölgeye varmış Hint-Avrupalıları da daha batıya göç etmeye zorladılar.179 Bugünkü Avrupa uygarlığını yaratan, bu kargaşanın ta kendisiydi. İnsanların devingenliği zamanla durağanlaştığında kıtanın bugünkü etnografik haritası da az çok ortaya çıkmıştı. Fin-Ural dillerini konuşan Finlandiya, Macaristan ve Estonya’nın halkları dışında kalan Avrupa, içinde sadece Cermenler, Slavlar, Latinler ve Keltler’i barındıran artık tamamen “Ari” bir coğrafya olmuştu.

      Sahra-Asya’nın üç büyük dini olan Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık birlikte varolmaya başladığında ise -Müslümanlık MS 1. binyılın ortalarında doğarak en son gelen din olmuştu- durum daha da vahimleşti. Bu dinler, Sahra-Asyalıların ruhsal dünyasının bir parçası olan cinselliğe, insan bedenine, kadınlara ve doğaya karşı olumsuz tavrı adeta kanunlaştırdılar. Bu yetmezmiş gibi üstüne üstlük bir de yeni bir husumet ve ötekileştirme dalgası yarattılar: inananlar ve inanmayanlar ya da müminler ve kafirler arasındaki bitmek tükenmek bilmeyen kavga. Samiler, Ortadoğu’da Yahudi ve Arap kabileleri diye ikiye ayrıldılar. Araplar İslamiyet’i benimsediğinde aralarındaki uçurum o kadar büyüdü ki -bugün hâlâ çözülememiş olan ve- tüm vahşetini ilk günlerdeki gibi koruyan bir çatışma başladı. Müslümanlar, Hıristiyanlarla da savaşırken Hıristiyanlar ise Yahudileri baskı altında tutuyor ve öldürüyordu. Hatta Hıristiyanlar buldukları ilk fırsatta kendi aralarında da farklı mezheplere ayrıldılar ve birbirleriyle savaşmaya başladılar.

      Benzer bir durum Çin’de de söz konusuydu. Ülkeyi birkaç asır boyunca yönettikten sonra Çular’ın gücü MÖ 8. yüzyılda azalmaya başladı. Çin kendi içinde birbirleriyle savaşan farklı devletlere bölündü. İlk başlarda bu devletlerin sayısı birkaç düzineyi aşmıyordu. Ancak savaşlar sürdükçe bazı devletler güçlendiler ve kendilerinden daha küçük olanları fethedip topraklarına kattılar. Sonunda -tam 300 yıl sonra- geriye sadece yedi ana krallık kalmıştı. Elbette onlar da birbirleriyle savaşmaya başladılar. Bu durum sonraki 250 yıl boyunca devam etti. En sonunda MÖ 220’de Çin (Ch’in) halkı tüm ülkeyi kendi çatısı altında birleştirdi. Ancak sadece on beş yıl sonra tekrar iç savaş başladı ve Hanlar denen bir topluluk tarafından yok edildiler.

      Tüm bu vahşet, kadınlara ve diğer toplumsal gruplara yönelik zalimliğe eşlik etti. İnsanların birbirleriyle barış içinde yaşamasını engelleyen psikolojik durum, kadınlara ve cinselliğe karşı da hastalıklı derecede olumsuz bir tavrın ortaya çıkmasına neden oldu. İbraniler kız ve erkek çocuklarının birlikte oynamasını yasakladı. Mastürbasyon yapmak ölümle cezalandırılan bir suç olarak tanımlandı. Bir erkeğin yalnız bir kadınla konuşması, hatta ona bakması bile suç sayıldı.180 Asurlular, kadınlara karşı en az düşmanlarına olduğu kadar gaddardılar. Kocalarından çalan kadınlar ölümle cezalandırılabiliyordu. Bir kadın kocasından kaçan bir kadına yardım eder ve onu saklarsa her ikisinin de kulakları kesiliyordu. Bir kadın başını örtmeden sokağa çıkarsa fıçı tahtasıyla dövülüyordu.181 Ortadoğu, Hindistan ve Çin’deki kadınlar -özellikle de üst sınıfa mensup olanlar- toplumdan kopuk bir şekilde yaşamaya zorlanıyor, aile bireyleri dışında herhangi bir erkekle konuşmalarına ya da yanlarında bir erkek refakatçi olmadan dışarı çıkmalarına izin verilmiyordu.

      Bu kadar aşırı bir kadın düşmanlığının ortaya çıkması Avrupa’da daha uzun zaman aldı; muhtemelen Sahra-Asya’dan uzakta olduğu için Neolitik dönemin anacıl kültürü varlığını orada daha uzun süre koruyabilmişti. Kadınlar, Hint-Avrupalı istilası başladıktan sonra bile Eski Avrupa kültürünün en etkili olduğu birkaç yerde asırlar boyunca yüksek mevki sahibi olmaya devam ettiler. Örneğin İspanya’nın Bask bölgesinde, İrlanda’da ve İskoçya’nın kuzeyinde evlenme, boşanma ve istedikleri kişiyle arkadaşlık kurma özgürlüğüne sahiptiler. Hatta bir çift evlendiğinde genellikle gelinin ailesinin yanına taşınıyordu.182 Ancak Avrupa’nın geri kalan “uygar” kısmında kadınların toplumsal mevkisi neredeyse Ortadoğu’daki kadar düşüktü. Antik Yunan’da -ki burası demokrasinin doğduğu yer olarak bilinir- kadınların mülkiyet ya da siyasi hakları yoktu. Karanlık bastıktan sonra evden çıkmaları yasaktı. Antik Roma’da da dışlanarak (“eskort kızlar” olarak istihdam edilmedikleri sürece) sosyal faaliyetlere katılmalarına izin verilmiyordu. Bir kadın kız çocuğu doğurduğunda babanın bebeği öldürme hakkı vardı.183

      Kadın düşmanlığı, Hıristiyanlığın yayılmasıyla Avrupa’nın tümünde etkili olmaya başladı. Erkekler (özellikle de ruhban sınıfına mensup olanlar) kadınları onları baştan çıkaran “kötü” varlıklar olarak görmeye başladılar. Kadınlar, şeytan tarafından kolayca yoldan çıkarılabilen -ve çoğu zaman onun için çalışan- doğuştan günahkârlardı. Bu tutum Orta Çağ’da vuku bulan cadı avlarıyla doruk noktasına ulaştı. Bazı tahminlere göre 1485-1784 yılları arasında en az dokuz milyon masum kadın, çoğunlukla dini nedenlerden ötürü cinsellikten uzak durmak zorunda kalan ruhban sınıfının emriyle “cadı” oldukları gerekçesiyle öldürüldü. Piskoposlar “tehlikeli” -yani çoğu zaman zeki, bağımsız, refah seviyesi yüksek ve aşırı güzel- kadınların kökünün kazınmasını, Tanrı’nın onlara verdiği ilahî bir görev olarak görüyordu. Bu nedenle öldürdükleri kadın sayısıyla böbürleniyorlardı. Örneğin İspanyol Engizisyon Mahkemesi’nden Torquemada (neredeyse hepsi kadın) yüz binden fazla insanı idam ettirdiği için gurur duyuyordu. Tarihçi Gordon Rattray Taylor, kadın cinayetlerinin -Engizisyon Mahkemesi’nin dinsel zulmüyle birlikte- İspanya’nın nüfusunun sadece iki asırda yirmi milyondan altı milyona düşmesine neden olduğunun altını çiziyor.184

      İnsan ırkının tarihi bu… Yani, yüzyıllar boyunca süregelen bir şiddet, baskı ve sefalet öyküsü. Tarihin genelde “ileri” doğru gittiğini düşünür, onun zamana yayılmış bir iyileşme ve gelişme hikâyesi olduğuna inanırız. Bazı açılardan -özellikle teknoloji, tıp ve bilim tarihi söz konusu olduğunda- bunun doğru olduğu ve insanoğlunun müthiş bir ilerleme kaydettiği şüphesiz. Ancak bu bölümde anlattığımız tarihsel dönemi bir önceki bölümdekiyle kıyasladığımızda, insanlık tarihindeki en önemli olayın ani ve müthiş bir gerileme

Скачать книгу


<p>179</p>

Griffith, 2001.

<p>180</p>

DeMeo, 1998.

<p>181</p>

Griffith, 2001.

<p>182</p>

a.g.e.

<p>183</p>

a.g.e.

<p>184</p>

Taylor, 1953.