Hüseyin Fellah. Ахмет Мидхат

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hüseyin Fellah - Ахмет Мидхат страница 14

Жанр:
Серия:
Издательство:
Hüseyin Fellah - Ахмет Мидхат

Скачать книгу

ve kürek mahkûmları ile görüşmek müsaade altında bulunmaktaydı; tersanelinin yol göstermesiyle hanım, Ömer’in yanına kadar ulaşabildi. Ulaşabildi ama baygınlık dereceleri hanım için sıhhat hâli sayılabilecekti.

      Ya Ömer ne hâlde idi?

      Bunu hiç sormamalı.

      Ömer dediğimiz adam uzun boylu, kara yağız, siyah kaşlı, siyah bıyıklı, beyaz çehreli, gayet yakışıklı, yirmi beş yirmi yedi yaşında bir delikanlı idiyse de üç seneden beri kürekte ve kuru bir güverte tahtası üzerinde geçirdiği ömrün maddi manevi tesirlerinden mübalağasız, kehribar gibi sararmış, kurumuş kalmıştı.

      Hanımı görünce o da candan bir ah çekerek ayağındaki zincirin uzunluğunun müsaade ettiği mesafeye kadar koştu. Anası makamındaki hanımı karşılayarak öpmek için elini eline aldı. Hangi eline almış olduğunu mülahaza buyuruyorsunuz ya? Üç senedir kürek çekmekten nasırlanıp pastırma kesilmiş olan iki eli içine aldı ki hanımın zihni müsterih olsaydı, o vahşi ve yabani ellerden korkacağı kesindi.

      Hangisinde konuşmak için mecal var? İkisinin de gözlerinden çağlayanlar gibi gözyaşı çağlardı.

      Ayak üzerinde şu feci hâl bir çeyrek kadar devam ettikten sonra Ömer hanımı yelken bezi içine yetersiz bir miktar üstüpü doldurmak suretiyle yapılmış olan minder üzerine davet etti ise de derhâl ettiği davetten yine kendisi pişmanlık göstererek “Oturmayınız! Ayakta durmanız hayırlıdır.” diye hanımı oturmaktan menetti. Çünkü bundan yüz sene önce beylik gemilerinin kamaralarında bile bit ordusuyla gezip hele kürek başında bulunan suçlulardan bazılarının bit dişleriyle telef oldukları dahi rivayet edilir!..

      Bunca elemler içinde bulunan kadıncağız bu dertlerin ortağı demek olan Ömer’i bulur da ne konuşur?

      Hâl ve hatır sormaya gerek bile yoktu. Çünkü Ömer’in ne hâlde olduğu açıkça ortada olup maceralarının başından beri ettiği muvazeneler üzerine, Ömer dahi hanımın durumunun ne merkezde olduğunu çıkartabilmekteydi. Ömer’in bilmediği ve bilemeyeceği yeni musibet Şehlevend’in Mısır’a gelin gitmesi(!) olduğundan hanımefendi bu durumu hikâyeye başladı.

      Daha Şehlevend ismi yâd edildiği anda Ömer’in kehrüba rengi birdenbire karadut rengine dönüşüp gelin olduğunu işittiği zaman ise güya bir büyük müjdeye nail olmuş gibi rengi yerini buldu. Tavrında bir güler yüzlülük belirdi. Hatta yüreği bile kımıldanmadan canıgönülden bir tebrik ve kutlamaya dahi acele gösterdi.

      Hanım: “Acayip! Ömer Efendi! Şehlevend’in gelin gitmesine bu kadar memnun olacağını ümit etmezdim. Ben bu haberi sana âdeta kara haber olmak üzere vermiştim.”

      Ömer: “Bilakis valideciğim! Pek memnun oldum. Allah mübarek eylesin. Gerçi bundan önceki hayatımda, Şehlevend Hanımefendi Hazretleri’ne kul olmaktan başka saadet tasavvur edemiyordum. Ama şimdi o tasavvura da mahal kalmadı. Çünkü ömrümü elimden aldılar. Şu üzerine bastığımız tahta yok mu? O tahta benim hem teneşirim hem de tabutumdur. Yarın bu zincir hâlâ ayağımda ve bir ucu yine bu tahtaya çakılı olduğu hâlde vücudum içinde ödünç bulunan canımı çıkarıp attığım gibi vücudumu dahi şuradan denize atacaklardır. Gemi batsa, yine ben burada olduğum hâlde helak olacağım.”

      Hanım: “Ah evladım! Bu gençlikte, bu civanlıkta!..”

      Ömer: “Öyle değil nineciğim! Bana şimdi yirmi altı yaşındasın diyorlar. Ben ise dünyada yirmi üç sene yaşamış, sonra gebermiş bir adamım. Size ne dedim? Vücudumdaki can ödünçtür, dedim. Sözlerimi biraz daha izah edersem demeliyim ki karşınızdaki Ömer, bildiğiniz Ömer değildir. O Ömer’in naaşıdır. Sizin bildiğiniz Ömer’de, size en büyük musibet içinde hizmet etmeye, düşmanlarınızdan ise intikam almaya kuvvet vardı. Bu laşede ise o kuvvet yok. Kuvvetsizlik laşenin sıfatıdır. İşte ben de bir laşeyim valideciğim!”

      Bu sözleri söyleyen gözyaşıyla söylediği gibi dinleyen dahi onun gibi gözyaşlarıyla dinlemekte olduğu izaha muhtaç görülmemelidir.

      Hanım: (bir müddet sessizlikten sonra) “Doğrusun evladım, haklısın!.. İşte bu sözlerin doğru olduğunu bildiğim için ben de sana Şehlevend’in evliliğini bir kara haber olmak üzere haber vermiştim. Sen bu hâlde oldukça Şehlevend de ya benim gibi sürünmeli veyahut geberip gitmeliydi.”

      Ömer: “Hayır anacığım! Ben böyle düşünmemekteyim. Ben şu felaketli hâlim içinde sizi ne kadar rahat görürsem, o kadar memnun olurum. Hatta bugün hâl ve tavrınızdan hâlâ felaketzede olarak yaşadığınızı anladığım için şu konuşmanızdan memnun olmadığımı söylemekten çekinmem. Şehlevend Hanım mesut olmalıdır ki ben memnun olayım. O kocasıyla yiyip içmede ve zevküsefada olsun. Ben burada kuru tahta üstünde demirler içinde mahvolayım, memnunum. Çünkü düşmanlarımızın mahvetmek istedikleri Şehlevend’i mesut görmek, onlar için büyük bir iç yarasıdır. Benim için ise muvaffakiyet meyvesidir. İşte ben böyle bir çocuğum nineciğim!”

      Ömer şu son sözü söylerken yerinden fırlayıp da ağzından fırlayacak veyahut göğsünü delip çıkacak kadar heyecanda bulunan kalbinin ızdırabı arttıkça artmakta bulunduğunu, gözlerinden çağladıkça çağlamakta bulunan yaşlar ispat ederdi. Ancak bu hikâyenin yazarı bulunmak cihetiyle Ömer’in hâli cümleden ziyade bizce mazbut olmak lazım gelirse işte biz itiraf ederiz ki çocuğun şu artan ızdırabı, samimi bir kalple Şehlevend’in saadetini arzudan başka bir histen doğmazdı.

      Aradan biraz vakit daha sükûtla geçtikten sonra:

      Hanım: “Hepsi ne ise ne evladım. Lakin bugün tesadüf ettiğim bir hâl, cümleden ziyade perişanlığıma sebep oldu.” diye Laz Mehmet Ali’nin gerek kendisinden ve gerek zevcesinden görmüş olduğu muameleyi hikâyeye başlayınca Ömer’in tavrı büsbütün değişmeye başlayarak çehresinde o kadar gazap, hiddet ve şiddet alametleri göründü ki karşısında bulunan hanımı hemen paralayıp telef edecek zannolunurdu.

      Hanım bu hâlin de farkına vardı ve hikâye ettiği şeyleri söylediğine de söyleyeceğine de pişman olarak “Herifin derdi kendisine yetmiş, ben de deli gibi tutup derdine dert katıyorum. Ne eşekmişim?” diye nefsini ayıpladı ve hatta hikâyeyi de yarıda bırakmak istediyse de Ömer, tamamlaması hususunda âdeta tehditkârane ısrar ettiğinden hanım da meseleyi baştan sona hikâye etti.

      Ömer bu duruma hiç cevap vermemişti. Meseleyi sonuna kadar dinledikten sonra “Haydi nineciğim, haydi! Şimdi, şu anda hemen git. Zira kendimi zapt edemiyorum. Bari gözüm seni görmesin!” diye kadıncağızı âdeta kovdu.

      Hanım, evladı olan Ömer’den gördüğü şu son ret muamelesi üzerine darılmayarak ve biçare çocuğu mazur görerek yalnız Şehlevend’in ne garip bir kayınpedere gelin olduğu hakkında Ömer’in görüş ve fikrini alamadan gittiğine teessüfle döndü.

      Acaba Ömer’in bu düğün hakkında bir fikri olmadığı için mi hanıma görüş ve fikrini söylemedi?

      Bilakis Ömer’in bu konuda büyük bir görüş ve fikri vardı ama hanıma söylenilebilecek görüşlerden ve fikirlerden değildi. Sonra söyledi. Ama kendi kendisine söyledi. Dedi ki:

      “Zavallı kadıncağız! Hâlâ kızının gelin gittiği itikadında! Cihanın tanıdığı

Скачать книгу