Hüseyin Fellah. Ахмет Мидхат

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hüseyin Fellah - Ахмет Мидхат страница 10

Жанр:
Серия:
Издательство:
Hüseyin Fellah - Ахмет Мидхат

Скачать книгу

style="font-size:15px;">      Mehmet Ali Ağa sözünü bitirmeyip fakat cevabını bekleyerek bir müddet valide hanımın yüzüne baktı. Kadıncağızda, derin, ümitsiz ve ızdıraplı bir sessizlikten başka bir şey görünmüyordu. Laz bir hayli beklediği hâlde hiçbir cevap alamayınca Şehlevend’e döndü. Çıkarıp eline bir yirmilik altın verdi. Ve bunun alelhesap olduğunu, gece validesini ikna etmeye çalışmasını ve ertesi günü kendisinin yine geleceğini yavaşça kulağına söyleyip valideye hitaben de “Efendim! Bana bir emriniz var mı?” dediyse de valide hanımdan “Bakalım biraz düşünelim efendim!”den başka cevap alamayınca, biraz üzülerek, yıkılıp gitti.

      Laz gittikten sonra bizim ana ile kız hemen söze ve müzakereye başladılar zannederseniz hatadır. Biçare kadıncağızın düşünceleri arttığı gibi kızın da dalgınlığı arttıkça arttı. Hatta kızın üzüntüsü, valideden beş on kat ziyade olduğu da görülüyordu.

      İkisi arasındaki bu sessizlik akşama kadar devam etti. Akşam yaklaştıkça Şehlevend validesinin düşüncelerini ihlal etmeden yavaşça çekildi. Civarda bulunan bir aşçı dükkânına girdi. İşte bu müracaatı ne şekerci dükkânına ve ne de işkembeciye ettiği müracaata kıyas etmemelidir. Bu kere kızın elinde para vardı para! Halkımız indinde para nedir bilir misiniz? Para öyle bir kuvvete sahiptir ki âcizi muktedir, miskini kuvvetli, korkağı yiğit, hasılı genel bir tabir olmak üzere diyelim ki küçüğü büyük eder. Bektaşinin dediği gibi paranın bir maden olduğunu bilmeyip de yalnız kuvvetini ölçüye vuracak olursak “Her şeye kadir bir şey varsa o da budur!” diye paraya perestiş etmek lazım gelir. Edenler değil ise de etmek derecesinde olanlar da vardır ya! Zira müşkülat yoktur ki paranın yüzü gösterilince onun sımsıkı düğümleri çözülmesin! Ne kadar ırzlar, ne kadar iffetler, ne kadar millî hamiyetler, ne kadar vatani gayretler paranın önünde aczlerini itiraf ederek baş eğmişler, boyun bükmüşlerdir! Ama parayı yalnız bu derece harap edici zannetmeyiniz! Para tamire de hizmet eder. Ne kadar ırzlar, ne kadar iffetler, ne kadar millî hamiyetler, ne kadar vatani gayretler, âdeta yıkılmak üzereyken, para onları tekrar ihya ve tamir etmiştir! Para ipten adam alır! Şakağa ve beyne çevrilmiş olan tabancayı ve yürek üzerine sıyrılmış olan bıçağı geriye çevirir. Hem de nasıl ya? Kendi eliyle ipini çekecek ve kendi parmağıyla tetiğe dokunacak ve kendi avucuyla kabzayı tutacak olan adamları yine kendi can alıcı ellerinden kurtarır.

      İşte Şehlevend’in elinde böyle bir kuvvet olduğu hâlde aşçı dükkânına girdi ki kuvvetli olanların çehrelerini süsleyen bütün cüret belirtileri Şehlevend’in simasını da süslemekteydi.

      İki üç kap nefis yemek alacağını aşçıya emrettiği zaman, aşçı kalıbı kıyafeti dilenci olduğuna delalet ettiği gibi o gün görmüş olduğu hareketi dahi bu yoldaki şüphesini gideren bir kızdan aldığı emre şaşırdıysa da Şehlevend altını gösterdiği anda o şahlar şahının fermanına boyun eğmemek kimsenin haddine düşmeyeceğinden emre derhâl uydu.

      Cenaze namazgâhında her taraftan ümidi kesilmiş olan valide, kızının yanında bir aşçı çırağı ve onun da başında bir tabla yemek ile geldiğini görünce hayretten midir, yoksa sevinçten midir, neden ise kendisini ağlamaktan bir türlü menedemedi.

      Ana: “Ah! Şehlevendciğim bunları nereden buldun? Bir haftadır bizim sıcak yemek gördüğümüz var mı a kızım?”

      Kız: “İnşallah bundan sonra yine hep böyle sıcak yemekler yiyeceğiz anacığım!”

      Ana: “Demek oluyor ki dün geceki kararından vazgeçtin! Ben ise o karara bugün daha ziyade kuvvet vermekteydim.”

      Kız: “O karardan benden evvel sen vazgeçmiştin. Ben dün gece vazgeçmemiş idiysem bile bugün vazgeçmek derecesine yaklaştım. Fakat yemeğimiz soğumasın!” (diye bir yandan yemeye başladılar.)

      Ana: “Bu Laz’ın teklifi üzerine mi vazgeçtin?”

      Kız: (biraz utançla) “Ne saklayayım anacığım, onun teklifi üzerine vazgeçtim. Laz’ın teklifi iki adamın ölümüne çare demektir. Ölüme çare bulunduktan sonra artık ondan vazgeçilmez mi?”

      Ana: “Hay çocuk hay!”

      Kız: “Gerçi çocuk isem de anacığım kendimi değil seni böyle cami köşelerinde dün geceki belalar içinde sürüm sürüm süründürmeyi arzulayacak çocuklardan değilim. Bir haftadan beri neler çektik neler gördük? Hatta canımızdan bezdik. Ben kocaya varacak değil, hatta can verecek olsam seni kurtarmak için olduğuna göre bence nimettir. Bu hâlde kalsak ikimiz de mahvolacak değil miyiz? Ben can feda etmiş olsam bile sen sağ kalacaksın ki birimizin kurtulması her hâlde kâr sayılır. Hâlbuki ben de mahvolmayacağım. Laz’ın dediği gibi dışarıya gelin giden yalnız ben mi olacağım? Bunca ümmet-i Muhammed’in kızı gelin gitmiş ve gidiyor. İşte herif sana küçük bir evceğiz alacak. Dayayıp döşeyecek. Elbise, yemek içmek filan hepsi yoluna girecek. Bu kadar nimeti ayakla tepersem işte o zaman çocukluk etmiş olurum.”

      Biçare kızcağız şu sözleri o kadar inanarak söylüyordu ki neredeyse gelin gideceğine kendisi dahi inanmak mertebesini bulurdu. Bir de gelin değil de esir gideceği aklına gelince yüreği birdenbire cızlayarak acısı burnundan ve eseri gözlerinden geldi. Lakin validesi bu hakikatin farkında olmadığı için kızcağızını, yalnız o anki durum üzerine ağlıyor zannetti.

      Ana: “Ne ağlıyorsun ya?”

      Kız: “Hiç anacığım…”

      Ana: “Laz’ın teklifine razı olmayacağım diye mi?”

      Kız: “Farz et ki onun için.”

      Ana: “Ona ben razı olsam bile sen razı olmamalısın.”

      Kız: “Niçin?”

      Ana: “Vay niçin olduğunu da mı unuttun? Ömer’i de mi hatırından çıkardın? Ömer ne oldu Ömer? O biçareyi ne yapacaksın?”

      Bu Ömer ismi telaffuz olunduğu anda Şehlevend’in gözleri içinde bir şimşek çaktı. Göğsü gök gibi gürleyerek gözlerinden yağmur gibi yaşlar boşandı.

      Ana: “Ha şöyle ağla kızım ağla! Bugün senin ağlayacağın gündür. Zira biçare Ömer sana hizmet etmek ve senin intikamını almak yolunda ölüme bedel küreğe kadar gitti.”

      Aradan bir hayli zaman sessizlikle geçti. Şehlevend’in eli yemekten kesilmişti. Nihayet kız cesaretini toplayarak dedi ki: “Pekâlâ anacığım! Ölüme bedel küreğe gitti demek ‘Öldü.’ demekle aynı şey değil midir? Ömer öldükten sonra…”

      Ana: “Eğer bana sorarsan sen de ölmelisin! Fakat Ömer hâlen ölmedi. Geminin güvertesi üzerine zincirle çakılmış, ebedî bir sefalet içinde bulunuyor. Ah ne bilirsin, belki Ömer hâlâ bir gün olur kurtulur ve Şehlevend Hanım Hazretleri’nin elini öpmeye muvaffak olurum ümidindedir? Hiç ümitsizler mahvolur mu kızım? İşte Ömer’in bu hâlini sen de düşünerek böyle cami köşelerinde ne kadar sürünsen de katlanmalısın. ‘Tahammülüm kalmadı!’ diyecek olursan kendini telef etmelisin. Sadakatin şanı budur.”

      Kız: “Sözlerin doğru gibidir. Ölüm ise beni bundan sonra asla korkutamayacak bir uyku veyahut baygınlıktır. Bahusus dün gece sen mâni olmamış olsaydın…”

      Ana:

Скачать книгу