Cinci Hoca. M. Turhan Tan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Cinci Hoca - M. Turhan Tan страница 11

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Cinci Hoca - M. Turhan Tan

Скачать книгу

beynine nakşetti. Zaten remil atmayı, cifir denilen mevhum ilme göre rakamlar ve harfler sıralayıp onlardan mana çıkarmayı, bir ramazan ayını Tanrı misafiri olarak Safranbolu’da geçiren Faslı bir dilenciye hizmet ederken şöyle böyle öğrendiğinden İstanbul’da üfürükçülüğe başlamak için lüzumu kadar sermaye tedarik etmiş oluyordu.

      O, zannolunduğu kadar ahmak değildi. Vurdumduymaz görünmesi, kendisinden istenilen işlerde beceriksiz davranması tembelliğindendi. Yorulmak istemezdi, zahmetten kaçınırdı. Bütün düşüncesi üzülmeden, yorulmadan karnını doyurmak, tatlı rüyalar işleye işleye uyumaktı. Babasının vasiyetini kabul edip üfürükçülüğe karar vermesi de tarlada saban, koruda balta kullanmak mecburiyetinden sıyrılmak içindi.

      Molla Hüseyin, kısa bir mülahaza ile İstanbul’a gitmeyi -yorucu zahmetlerden kurtulmak bakımından- gerekli bulmakla beraber tecrübe olunmamış bir hünerle, yabancı bir muhitte ekmek kazanılmayacağını da takdir ettiğinden -bugünkü tabire göre- bir staj devri geçirmek istedi. Babasının taylasanlı sikkesini başına, yeşil cübbesini sırtına geçirdi, Ahmediye gibi Türkçe, Taberî gibi Arapça bir iki kitabı heybesine yerleştirdi, Safranbolu mıntıkasında seyahate çıktı.

      O devirde sikke ve cübbeye çok saygı gösterilirdi, hele kitap taşıyanlara son derece ikram olunurdu. Ta Fas’tan, Yemen’den, Hint’ten, İran’dan Türkçe bilmez birtakım açıkgözlerin Anadolu içerilerine sokulup midelerini ve keselerini bol bol şişirebilmeleri, hep ilmin ve ruhi salahın kılıkta, kıyafette aranmasından, ne olduğu bilinmeyen kitaplara körü körüne hürmet edilmesindendi.

      Molla Hüseyin de bu ananeden istifade ediyordu, her köyde barınacak yer bulup mükemmel surette karın doyuruyordu. Fakat o, midesinin ibramıyla, hatta para toplamak hırsıyla dolaşmıyordu. Üfürükçülük tecrübesi yapmak, hastaların muzdarip ruhları üzerinde duaların yapacağı tesiri sınayarak zekâsını istikbale hazırlamak istiyordu.

      Onun için birçok çarelere başvuruyor, birçok düzenler kuruyor, halkın merakını tahrik için birçok tedbirler alıyordu. İlk planda saffetlerini meramına alet ettiği kimseler, çocuklardı. Kırlarda rast geldiği sekiz on yaşındaki yavruları babaca okşar, dağarcığında taşıdığı somunlardan bir dilim ve sahipsiz bahçelerden derleyip de sakladığı meyvelerden bir tane sunarak kendilerini sorguya çekerdi; köylerinde hasta bulunup bulunmadığını, varsa dişi mi, erkek mi olduğunu, ne vakitten beri yattığını ustalıkla öğrenip hafızasına geçirirdi.

      Çocukları söyletirken bilhassa kısır kadınlar üzerinde dururdu, kocaya varıp da yıllarca ana olamayan talihsizlerin isimlerini bellemeye çalışırdı.

      İşte bu usulle o, Eflani, Aktaş, Ulus, Araç, Daday mıntıkalarındaki bütün köyleri evvelden tanıyarak ziyaret etmek ve kılığına gösterilen saygıyı çarçabuk hayrete çevirmek imkânını buluyordu. Çünkü yabancısı göründüğü herhangi bir köye girip de eşraftan birinin evine yerleşir yerleşmez, hâlühatır sorulmasına meydan vermeden, ayran sunulmasını beklemeden cezbeye tutulmuş gibi bir tavır alır, başını göğsüne eğerek dalgınlaşır ve sonra iri gözlerini, ev sahibiyle odadaki hoş geldine gelmiş köylülerin üzerinde dolaştırarak gür bir sesle haykırırdı:

      “Şimdi bir koyun kesin, etini köpeklere dağıtın, ikişer rekât da namaz kılıp Allah’a beni gördüğünüz için şükredin. Çünkü köyünüze cinler musallat olmuş. Daltaban oğlunun eşi Keziban, Altıparmak Hüseyin’in kızı Aşu onların şerrinden yatağa düşmüş. Saçsız Mıstık’ın karısı da gelen cinler tarafından bağlandığı için işte üç yıldır ana olamıyor.”

      Ve evliyadan biriyle karşılaştıklarına hemen iman getirerek diz üstü gelen, sevinçle karışık bir hayretle ne yapacaklarını şaşıran köylülere emir verirdi: “Saçsız Mıstık’ı bana çağırın!”

      Çalışmakta olduğu tarladan “Karabaş Evliya seni istiyor!” feryadıyla çalyaka edilip yanına getirilen herife sert sert çıkışırdı:

      “Be gafil adam, eşini cinler kısır ederler, farkında olmazsın, Allah’tan medet aramazsın. İçin için onu boşamak yahut üstüne ortak getirmek istersin. Nedir bu gaflet, nedir bu insafsızlık?..”

      Her köyde işte bu sahne tazelenirdi, Molla Hüseyin “Karabaş Evliya” diye tanılarak ve anılarak baş tacı yapılırdı. Keşfettiği hastaların tedavisi için eline ayağına düşüp yalvarırlardı. O, mide bozukluğundan vereme kadar bütün hastalıklara aynı duaları ilaç olarak kullanırdı, parmak dolamasından kansere kadar bütün yaralara da yine onları merhem niyetine ele alırdı. Mideler, bu üfürüklerle sancıdan kurtulur muydu, yaralı ciğerler kenzül’arş duasıyla sıhhate erer miydi, kanserler bu ağız merhemiyle iyi olur muydu, buralarını araştıran yoktu. Çünkü hocanın kerameti bir kere kabul edilmiş bulunuyordu ve bu itikat, hastalar dua altında ölseler bile kolay kolay sarsılmıyordu.

      Bununla beraber Karabaş Evliya’nın, Safranbolulu Molla Hüseyin’in kısır kadınları analık zevkine kavuşturmakta güçlük çekmediği muhakkaktı. Kısırlık getiren cinler, ekseriya onun önünde acze düşüp savuşuyorlardı ve eşlerinin doğurmayacağına kanaat getirmiş kocaların çoğu bu hükümlerinde yanıldıklarını anlayarak Molla Hüseyin’e saygılarını çoğaltıyorlardı.

      Lakin onu bilhassa kıymetlendiren bu kudret, fena bir tesadüfle felaket oldu, Molla Hüseyin bir köyde evliyalığa yakışmaz bir durumda yakalandı, babalığa namzet kılmak istediği adam tarafından öldüresiye dövüldü, yara ve bere içinde köy dışına sürüldü. Mollanın kerameti köyden köye nasıl hızla yayılmışsa bu kepazeliği de öylece yayıldığından staj devri artık kapanmış, genç üfürükçünün o mıntıkalardan uzaklaşması gerekmişti.

      Hüseyin işte bu mecburiyetle Cide’ye doğru yollandı, oradan bir yelkenliye kapağı attı, İstanbul’a geldi, gerilerde, Karabaş Evliyalıktan istihale ettirilmek suretiyle Karabaş Domuz diye anılıyordu, hatırasına lanet okunuyordu.

      Fakat o memnundu, altı yedi ay içinde yeni sınaatine ait birçok tecrübeler elde etmişti. Artık adımını nasıl atacağını, tanınmak için neler yapacağını, temas edeceği gafillere karşı ne yolda davranacağını, nerede cinden ve nerede perilerden dem vuracağını, hangi hastaların önünde sert ve hangilerinin önünde yumuşak davranacağını biliyordu.

      Eski toyluktan kurtulmuştu. Remil atarken eli titremiyordu, rakam dökerken yüzü kızarmıyordu. Duaları, yerine göre değişen müessir bir ahenkle okuyordu. Bakışları hâkimaneydi, konuşması amiraneydi, yürümesi bile dikkat uyandıran bir şekildeydi.

      Bununla beraber İstanbul, ilk günlerde onu sersemletti. Çünkü orada kimseyi tanımıyordu. Çocukları alet ederek dolap çevirmek şöyle dursun postunu serecek bir yer bulmakta da güçlük çekiyordu. Tahtakale yakınlarında bir hana inmişti, küçük bir odada pinekliyordu. Fakat abdestsiz yere basmadığı, başını seccadeden kaldırmadığı için han halkının hoşuna gitmekten de geri kalmıyordu.

      O, sekiz on gün sessiz evliya vaziyetinde kaldı, sonra mesleki faaliyete girişti. Han müşterilerinden birinin kimse görmeden saatini aşırmak fırsatını buldu ve bu Piryol saati ahırın bir kovuğuna soktu.

      Kendine reklam yapmak için bu hırsızlığı işledikten sonra odasına çekilip kopacak yaygarayı beklemeye koyulmuştu. İntizar

Скачать книгу