Cinci Hoca. M. Turhan Tan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Cinci Hoca - M. Turhan Tan страница 6

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Cinci Hoca - M. Turhan Tan

Скачать книгу

Yoksa bu hâlette kızıl bir cehlin de sırıtması mündemiç olduğu için romancının makûs tabirler kullanması daha doğru olur.

      Evet, İbrahim, belki de samimi bir duygu ile yazılan, sanatkârlığa saygı gösterilmiş olmak kaygısıyla da köşklerin her yanına altın yazı ile nakşolunan bu şiirlerle eğlenirken cehlini açığa vururdu. Çünkü şiirleri düzgün okuyamazdı, şairin ne demek istediğini anlayamazdı. Yalnız kendine adil, merhametli, cömert gibi sıfatlar isnat olunmasını gülünç bulup kahkahalar savurur, kızları da bu kahkahalar yüzünden kahkaha atmak zorunda bırakırdı.

      Onu, en çok güldüren şu manzum parçaydı:

      Hazreti Sultan İbrahim’i âli-menzilet

      Hâmii dini Muhammed, sahibi hulki azim,

      Oldu halkı âleme eyyamı eyyamı behar

      Cümle dünyaya vücudu rahmeti rabbi rahim,

      Hulku hılkında Huda ihsanın etti aşikâr

      Hem mühibü hem cemilü hem selimü alim.

      Çünkü Hz. Muhammed’e asla muhabbeti yoktu. Vaktiyle babası tarafından Medine’ye gönderilen elmasları getirip bir halayığa vermek yahut kürklerine takıp takıştırmak için fırsat bekliyordu. Sonra halk kelimesinden sinirlenirdi. Onun düşüncesine göre halk manasız bir kalabalıktan ibaret olup Allah’ın bütün mahlukatı kadın olarak yaratmaması ve bu milyonlarca kadını kâinatın biricik erkeği olmaya layık olan mübarek nefsine tahsis etmemesi de fahiş bir hataydı. Fakat Allah’ın padişahlardan büyük olduğuna -sürekli telkinlerle- inanmış olduğundan yeryüzünde kendinden başka erkek yarattığından dolayı Allah’a karşı beslediği kırgınlığı açığa vurmaktan çekinirdi, kızları başına toplayıp -yarım yamalak okuyabildiği- şiirleri tezyif ederken16 istihzalarını hep halka hasretmeye çalışırdı.

      Tarih, her müstebitin hayatında halkı hiçe sayan bir zihniyet kaydeder. Milletleri istibdat boyunduruğu altında inleten fermanfermalar arasında halkın haklarından sık sık bahsedenler bile icabında halkı ateşe tutmaktan çekinmemişlerdir: Napolyon Bonapart gibi!.. Fakat İbrahim, kendi varlığının temelini teşkil eden millet ve bütün insaniyetle eğlenmekte en ileri giden bir adamdı. Halk denildikçe deli deli güler, “Aman susun, Has Ahır’ı hatırlıyorum.” derdi.

      Bununla beraber halkın bazen duasına ihtiyaç hissederdi. Muvazenesiz bir dimağ ile dalaletli bir ruhun yarattığı birbirine uymaz düşünceler, duygular cümlesinden olan bu ihtiyaç bilhassa baba olmak kaygısından doğardı. Sekiz yüz kadın arasında yaşadığı, gerdekten gerdeğe geçtiği hâlde henüz çocuk sahibi olamamak onu sık sık elemlendiriyordu.

      Bu sebeple anasından, kız kardeşlerinden, ağalardan salık alarak adlarını öğrendiği şeyhlere, hocalara kese kese para yollardı, baba olabilmek için onlardan dua isterdi. Bazen avrat pazarından bir iki saat uzaklaşmayı bile göze alırdı, ata binip sokağa çıkardı, üfürükçülerin ayağına kadar gidip kendine nefes ettirirdi.

      Lakin bu gidişler sırasında zihni hep avrat pazarında kalırdı ve pazarın zevkine yeni yeni çeşitler katmak için uzun düşünceler geçirirdi. Kızlardan bir bölüğünü erkek, genç harem ağalarından bir bölüğünü kız kıyafetine sokmak fikri de işte böyle bir sırada kafasına doğmuştu.

      Tacidar delinin kızı erkek ve erkeği kız kılığına sokarken düşündüğü şey, devlet adamlarıyla ve bütün kadınlarla eğlenmekti. Bu düşünce dolayısıyla kıyafetçe erkekleştirdiği kızlara Horasani börkten başlayıp üsküf, Selimî, kallavi, Yusufî, urf, düzkaş, kalafat, dardağan, paşayî, zaimî, kâtibî, kafesî, perişani, çatal, mollayî, silahşorî, takke, yelken, brata, tas, kalpak, kalıp işi gibi kavukları, külahları giydirerek ecelacayip bir başlık sergisi vücuda getirmişti. Bu kavukların, külahların her biri bir zümre tarafından kullanılırdı. Deli İbrahim, her kıza bir zümrenin başlığını takmakla o zümreyi kendince tehzil etmiş17 oluyordu.

      Kız kılığına soktuğu harem ağaları da canlı bir kıyafet sergisi teşkil ediyorlardı. Şalgebe, beyaz gömlek, çuha ferace, boğası kaftan, alaca çakşır, yırtmaçlı, kapama, cepken, yelek gibi devrin zümrevi elbiselerinden her çeşidi bu siyah mahlukların sırtında görünüyordu; diba, sevai, lahur, elvan, sof, Bursa alacası, Venedik kadifesi, İngiliz çuhası, Nemse bezi gibi kumaşların hepsinden birer örnek -hadımlıklarına rağmen- erkek biçimine sokulan zavallı kölelerin omuzlarında, bellerinde, bacaklarında renklerini pırıldatıyordu.

      Altmış yıl sonra Topkapı Sarayı’nda halayıklarla harem ağalarının açıkça gelin-güvey oyununa başlamaları Deli İbrahim’in ektiği bu tohumun neticesi sayılabilirdi. Lakin o, yaptığı işten neler çıkacağını düşünecek kudrette değildi ve öyle bir kudrete malik olsa bile zevkini istikbal endişesine feda edemezdi. Eğlenmek, kadınlardan son hadde kadar zevk almak istiyordu ve bu dileğini tatmin için her kepazeliği yapıyordu.

      Eğer Kösem Sultan olmasa ve onun rica şeklinde yaptığı sert ihtarlar bulunmasa Deli İbrahim, kadın tebaasından başka kimselerle de vazife bakımından meşgul olmaya mecbur bulunduğunu belki hatırına getirmeyecekti. Kâinatı sarayında kurduğu avrat pazarından ibaret görüyordu, padişahlığın zevkini o pazarda çıkartıyordu. Lakin anası, her cinnet gecesinin sabahında onun başına dikiliyordu, yalvarır gibi görünen bir sesle emrediyordu:

      “Haydi aslanım, taşra çık, Kubbealtı’na var. Vezirler, ocaklılar mübarek didarını görmezlerse sağlığından kuşkulanırlar, fitne uyandırırlar, seni telaşa düşürürler. Yüzünü görsünler ki yürekleri rahat etsin.”

      Her gün tazelenen bu ihtarlar onu sadrazamla, vezirlerle, defterdarla temas etmek zorunda bırakıyordu. İlk günlerde Kubbealtı’na gitmekten, kafes ardına oturup divan müzakerelerini dinlemekten son derece sıkılıyordu. Hele divan sonu sadrazamın yanına gelerek Nemse işi şöyle, Lehistan meseleleri şöyle, İran maslahatı şöyle mukaddimeleriyle bir saat söylenmesinden fena hâlde huylanıp için için küfürbazlığa girişiyordu. Fakat zaman geçtikçe padişahlığın bu tarafından da zevk almaya başladı. Koca koca kavuklarıyla, renk renk kıyafetleriyle, alay alay paşanın, mollanın, ağanın kendi önünde yerlere kapanmaları, vücutlarından ve çalımlı ağırlıklarından umulmayan bir çeviklikle koşa koşa gelip ayağını öpmeleri artık hoşuna gidiyordu.

      Bu hoşlanışın hududu adam öldürtmek zevkini ilk tattığı gün bir derece daha genişledi ve Deli İbrahim, avrat pazarında olduğu kadar Kubbealtı’nda, arz odasında oturmaktan da sıkılmaya başladı. Şimdi anasının ihtarına hacet bırakmadan erken erken dışarı çıkıyordu, uçurulacak kelleler için emir vermek iştiyakıyla muhteşem sedirine uzanıp geviş getirmeye koyuluyordu.

      Ona bu dalaletli zevki tatmak fırsatını Emir Güne oğlunun yanlış bir hareketi vermişti. Kendi adını taşıyan köyde18 Sultan Murat’ın verdiği sarayı bir kepazelik kaynağı hâline koymuş, yıllardan beri eğlence namına her edepsizliği yapmış ve Sultan Murat’a da yaptırmış olan bu İranlı mülteci, hovarda efendisinin ölmesi üzerine telaşa düşerek eski yurduna dönmek, yıllardan beri zevk tellallığı sayesinde kazandığı hazineleri oraya aşırmak yolunu aramaya koyulmuştu. O sırada İstanbul’a İran’dan bir elçi geldi, Emir Güne oğlu bol para ve bol armağan vererek onunla müzakereye girişti. Elçi, bir yandan onu sızdırmak, bir

Скачать книгу


<p>16</p>

Tezyif etmek: Aşağısamak, küçüksemek, alay etmek, eğlenmek. (e.n.)

<p>17</p>

Tehzil etmek: Alaya almak. (e.n.)

<p>18</p>

Emirgân. (y.n.)