Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar. Ахмет Мидхат

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar - Ахмет Мидхат страница 37

Жанр:
Серия:
Издательство:
Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar - Ахмет Мидхат

Скачать книгу

beraber, Hasan’a hâl ve hatır sordu. Hatta malum feci vakadan dolayı ona teselliler dahi verdi.

      Akşam olup da Hasan’ı kendi hanesine götürdüğü zaman, en evvel bir oda açıp bu mükemmel olarak döşenmiş odanın yalnız kendisine mahsus olduğunu ve bu hanede en büyükten en küçüğe varıncaya kadar herkesin ona hizmet etmeyi şeref bileceğini anlattı.

      Giovanni’nin bir ihtiyar annesi ve orta yaşlı bir zevcesi ile on dokuz yirmi yaşında, yani Hasan ile akran bir oğlu, dokuz on yaşlarında bir kızı ve otuz beşlik bir de kız kardeşi vardı ki annesi Maria ve zevcesi Madame Giovanni ve oğlu Pedro, kızı Rozelin ve kız kardeşi Julia isimlerindeydi. Giovanni bunların hepsini Hasan’a takdim etti. Fas vakası olmuş bulunduğundan her biri dili döndüğü bir yolda Hasan’a taziyeden geri durmadılar.

      O akşam Giovanni, yeni misafiri için âdeta mükemmel bir ziyafet çekmişti.

      Yediler, içtiler ve belki misafir yorgundur diye daha gece yarısından üç saat önce Hasan’ı yalnız bırakıp her biri yerli yerlerine çekildiler. Hâlbuki mevsim henüz gecelerin uzun olduğu mevsim olmadığından ve Hasan ise öyle birkaç deniz seyahatiyle yorulur mellahlardan21 bulunmadığından yalnız hem canı sıkılıp hem de vehmi artıp kendisine akran gördüğü Giovanni-zade Pedro’yu yanına çağırdı. Bu Pedro yalnızca genç değil, oldukça güzel, hele pek sevimli, şair tabiatlı, âşık tavırlı bir çocuk idi. İspanya’da bir adam ne kadar şiir tabiatlı olursa gitara denilen çalgı ile müzikte de o kadar nasibi olmak, âdeta umumi denilecek bir kaide olmakla Hasan çocuğun bu meziyetini haber alınca gitarasını dahi getirmesini rica etti.

      Pedro, Hasan Mellah kendi hanelerinde misafir kaldıkça her emrini tamamıyla icraya babası tarafından memur olduğu cihetle, misafir tarafından aldığı şu emri canla başla kabul etti ve derhâl gitarasını alıp en güzel şiirlerini gayet tatlı besteler ile okumaya başladı.

      Pedro’nun şiirleri oldukça lezzetle dinlenilecek şeylerdi. Hasan ise Cadiz okulunda denizciliğe ait bilgilerle beraber, elbette İspanyolcayı dahi en ince şiirlerin inceliklerine ve zevkine varabilecek kadar öğrenmişti. Çocuğun şiirlerini büyük bir lezzetle dinleyip bazı beyitleri derdine dert katarak ve bazıları ise tam bir teselli vererek sözün kısası, gece yarısından sonraya kadar Pedro ile vakit geçirdi.

      Ertesi sabah erkenden Pedro yine yanına gelip o gün için memleketin gezilmesinden ibaret bir meşguliyet hazırladılar. Birer hayvana binip akşama kadar memleket içinde gezmedik bir yer bırakmayarak akşam dönüşlerinde aile halkı Pavlos kasabasını nasıl bulduğuna dair Hasan’dan fikir sordular. Hasan her birine münasip cevaplar vererek yemekten sonra vaktini Pedro ile geçirdi.

      Sözün kısası, Pedro, Hasan için pekâlâ bir kafadar olup gece gündüz beraber bulunurlardı ki Hasan’ın oldukça kâmil ve fazıl bir İspanyol’dan fark edilemeyecek kadar İspanyolcayı ileri götürmesi, asıl Pedro ile bu dostluk sayesinde vuku bulmuştur.

      Hasan Mellah’ın Pavlos kasabasında ikameti müddeti bir hafta, bir ay kadar değildir. Bir seneden de ibaret değildir. Ta korsanlar gemisine düşünceye kadar çocuk birkaç senelik ömrünü Pavlos kasabasında geçirdi. Dolayısıyla bu kasabada gördüğü hâllerin hepsini kaydetmek, etrafıyla anlatmayı gerektirir. Zaten Pedro ile iki gün nasıl yaşadığına dair verdiğimiz bilgiler, bu ömrün ilerisi için de okuyuculara belli bir fikir verebilir. Hem ikisi de genç, bekâr, zengin, başıboş olan iki delikanlının, ne yolda ömür sürecekleri zaten açık bir şeydir. Yalnız bu ikamet müddetleri içinde bazı önemli hâller dahi meydana çıkmış olduğundan ona dair biraz malumat vermeye mecburiyet görülmüştür.

      Bir akşam Hasan ve Giovanni’nin aile halkının hepsi yemekte iken Hasan bu evde, bu aile halkı arasında geçirdiği ömrün ne kadar rahat ve lezzetli olduğundan bahisle bu borcu nasıl ödeyeceğini bilmediği hakkında bir söz açmakla Giovanni böyle bir fikrin mutlaka fevkalade nezaketten geleceği hususunda karşılık vermeye başlayarak aşağıdaki gibi bir macera anlattı:

      “Efendim, biz size lüzumu gibi saygı ve hürmette kusur ediyoruz korkusundayız. Size elden geldiği kadar ettiğimiz hürmet sizi kendimize borçlu etmek için değildir. Belki size olan borcumuzu ifa etmek içindir. Ah, gerek ben gerek Sinyor Pavlos size pek çok borçluyuz. Size değil, gerçi pederiniz Sidi Osman’a borçluyuz. Ancak o mübarek adamın vefatıyla bu borç size intikal etti. Tahminen bir otuz sene oluyor ki biz İspanyollar Melile’de toplanıp Faslılar üzerine bir hücum etmiştik. Lakin bu hücumumuz devletçe ve resmî bir hücum olmayıp Cardan isminde bir rahibin teşvikiyle gönüllü olarak gitmiştik. Muradımız henüz ihtilal durumu içinde olan Fas’ı zapt edip orasını da bir Hristiyan idaresi altına almaktı. Gerçi şimdi siz bu fikre güler ve gülmekte hak kazanırsınız da o zamanlar Mevla Sidi Muhammed’in henüz cülus senesi olup Fas’ta herkes birbirini boğazlamakta olduğundan böyle bir karışıklık arasında bizim ummadığımız muvaffakiyetin meydana gelmesi gerçekten umulur idi. Üç bin kişi kadar toplandık. Cardan’ın kumandasıyla Melile Kalesi’ne kapanıp aralık buldukça hücuma başladık. İspanya devleti gerçi tarafsız bulunduysa da el altından bize yardımdan geri durmazdı. Nihayet bir günkü hücumda Araplar kaçamak gösterdi. Biz de arkalarına düştük. Meğer bunların kumandanı sizin amcanız Sidi Hamdan olup firar tarzı göstermesi ise bir harp hilesi imiş. Tam bizi Melile’den gereği gibi ayırdıktan sonra, bir de bakalım ki arka tarafımızı beş bin kadar Arap süvarisi kuşatmış. Önümüz ise o miktardan aşağı kalmayan piyade ve süvariden oluşan bir ordu ile doluydu. Bizi sardılar. Biz ölümü gözümüze alıp muharebeye başladıksa da bu kadar fedakârlık dahi para etmedi. Âdeta Araplar her birimizin silahını birer birer elimizden alıp hepimizi esir ettiler. Yirmi otuz kişiyi birer zincire vurmuşlardı. Cadiz’deki Pavlos ile ben dahi bir ipte idik ki aramızda yalnız bir adam vardı. Savaş meydanında bir büyük ordu kurularak cümlemiz orada idik. Fas devleti, İspanya devletiyle haberleşmiş. İspanya devleti bizi, kendi adımıza harp eder eşkıya olmaktan başka bir nazarla tanımamış. Dolayısıyla bizi birer birer katletmeye başladılar. Aman ya Rabbi, o günkü hâli görenlerin aklı başından alınırdı. Hepsi bir zincirde veya bir ipte bağlı olan yirmi kişinin üzerine, ellerinde satır iki cellat hücum ederek et kıyar gibi kıymaya başlıyorlardı. Hepimiz ölümü burnumuzun dibinde gördükçe artık ölümden de pervamız kalmayıp yalnız aradan hangisi daha kolay ölmekte ise onlara gıpta etmeye ve hangisi biraz güçlükle can verirse bizi onlar gibi öldürmemesi için Cenabıhakk’a dua etmeye başladık.

      Nihayet sıra bizim diziye geldi. Yirmi beş kişi kadar vardık. Bizi iki büyük zatın karşısına getirip orada kesmek için hazırladılar. Meğer bu zatların birisi pederiniz Sidi Osman ve diğeri dahi kardeşi Hamdan imiş. Bir vakit, ufak bir alışverişten dolayı Sidi Osman, Pavlos’u tanıyormuş. Kendisini görünce yine tanıdı ve yanına gelip ağlamaya başladı. Onu ağlar görünce Pavlos dahi ağlamaya başladı. Pek de farkında olamadım. Bilemedim nasıl oldu. Kısacası ya Sidi Osman veyahut Hamdan’ın bir işareti üzerine, bizim bağlı olduğumuz halatı kesip Pavlos’u ve sonra onun işaretiyle beni sürüden ayırarak Sidi Osman’ın huzuruna getirdiler. Orada pederiniz, ‘Pavlos, şu hâlde sana edeceğim iyilik seni ve dostun Giovanni’yi ölümden affettirmektir.’ dedi. Ben bu iyiliğe nasıl teşekkür edeceğimi bilemedim. Hemen gidip ayaklarına kapanmak istedim. Ancak Pavlos beni menederek ‘Ey Sidi Osman, senin şu anda bu esirleri bütünüyle affettirmeye değil affetmeye de iktidarın vardır. Eğer bana olan dostluğun bunların cümlesini affetmek derecesinde ise ne âlâ. Yok, değilse nafile beni ve arkadaşım Giovanni’yi de affetme.’ dedi. Gerek Pavlos bu lakırtıyı söylerken ve gerek söyledikten sonra cellatlar işlerinden

Скачать книгу


<p>21</p>

Mellah: Gemici, kaptan, denizci. (e.n.) 137