Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar. Ахмет Мидхат

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar - Ахмет Мидхат страница 32

Жанр:
Серия:
Издательство:
Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar - Ахмет Мидхат

Скачать книгу

gibi lanetlenmiş bir şeytana karşı durmak, Hasan’ın iktidarının pek de haricinde değildi. Ancak kendisi bir yabancı memlekette bulunduğu hâlde işin içinde hükûmet parmağının da bulunması biraz zorluğa yol açmaktaydı.

      Hasan o gün hiçbir tarafa hareket etmedi. Ta akşama kadar, işe hangi ucundan başlayacağını düşünmekle meşgul oldu. Gerçi eline birkaç ipucu geçti ama her biri de bir mâniye tesadüf ediyordu. Zira Pavlos’u olduğu yerde basıp vurmak, siyaset pençesinde mahvolmaya ve kızı kaçırmaya çalışmak yakayı ele vermeye yol açacağı ehemmiyet nazarına alınmayacak hâllerden değildir. Ama yine de kızı kaçırmaktan başka çare bulamadı. Çünkü kendisi ne kadar tehlike içinde idiyse kızın dahi o kadar tehlikede olduğunu anlamıştı. Bunun için akşam olup da yemeğini yedikten sonra, rahip efendi odasına çekilip her zaman yaptığı gibi kapandı kaldı. Rahibin odasına kapanması, Hasan Mellah’ın kıyafetini değiştirip dışarı çıkması demek olacağı birazcık düşünme ile malum olur.

      Ortalık tam gereği gibi karanlık olduktan sonra, Hasan Mellah bir Maltız kaptanı kıyafetiyle otelden çıktı. Kapı önünde işsiz güçsüz gezen adamların gezindikleri gibi bir aşağı beş yukarı gezinir bazı adamlar gördü ve bunların hafiye olduklarını anladı. Biraz ötede polis formasıyla birkaç adama daha rast gelmişti. Hepsinin arasından serbest serbest geçerek iskeleye vardı ve gemicice bir ıslık çalıp bir de Maltız ismi seslenince uzaktan, iki direkli bir gemiden birkaç tayfa sandala atlayarak sahile geldiler. Kaptanı alıp gemiye çıkardılar.

      Kaptan o gece sabaha karşı hareket edeceklerini haber vererek her şeyin hazır olmasını emretti. Hâlbuki gemi henüz dört günden beri bu limana gelip gelir gelmez her malzemeyi dahi düzmüş, koşmuş olduğundan istenildiği anda denize çıkabilirdi. Hasan Mellah geminin ikinci kaptanıyla ta baş tarafa gidip ağız ağıza birkaç lakırtı konuştular. Ondan sonra bunlar ve gerek hoca, reis ve lostromo, kıç kamaraya inip birkaç şişe Fransız şarabı açtırarak içmeye başladılar.

      Gemi içinde bulunanlar, bu kaptanı henüz tayin edilmiş bildiklerinden kendilerini beğendirmek için ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Hasan dahi henüz maiyetine almış olduğu adamları kendisine ısındırmak için iltifat ve riayetten ve vaatlerde bulunmaktan geri durmuyordu. Hava yaz olduğu için pek de geç kalmayan gece yarısına kadar beraber oturdular. Sonra kaptan, kendisinin bir saate kadar geleceğini arkadaşlarına haber vererek sahile çıkmak için sandala bindi. Gece yarısı nasıl bir mukaddes niyetle sahile çıktığını düşünürsek Hasan’ın yüreğinde olan memnuniyetin derecesini hesaplayabiliriz. Özellikle tam kendisi sandala girerken hareket üzere bulunan bir geminin tayfaları hareket şarkısını söylüyorlardı ki öyle bir hâlde bu şarkı dahi Hasan’ın yüreğine ziyadesiyle tesirden geri kalmıyordu.

      Hasan sahile vardı. Bir aralık tayfalardan birisini beraber almak istedi. Ancak buna sonradan lüzum görmedikten başka belki zararını dahi hissederek Alfons’un konağına doğru yalnız başına yola çıktı.

      Yolda giderken Hasan’ın yürek çarpıntısına nihayet yoktu. “Acaba uykuda mıdır? Kendisine evvelce bir haber göndermeye de muvaffak olamadım. Ya telaş ile rıza göstermeyecek olursa?..” gibi nice düşünceler yürek çarpıntısını arttırdıkça arttırarak çocuğu boğmak derecesine varmıştı.

      Sözün kısası, gide gide konağa vardı. Ne görse iyi? Kendisi artık herkesi uykuda bulacağını hesap ederken, herkesi ayakta buldu. Hem de nasıl ayakta? Âdeta konağa haydutların girmiş olduğu geceden beş beter!

      Alfons avazı çıktığı kadar haykırmakta, uşaklar içinde bir velvele, bir kıyamet! Zaptiyeler ile seyirciler karmakarışık!

      Hasan bu hâli görünce birdenbire yüreği hopladı. “Mutlaka kıza bir şey oldu.” dedi. Konağın içine girmeye de cesaret edemiyordu.

      Her ağızdan bin lakırtı çıktığı cihetle, hiçbirisinden bir şey anlayamıyordu. Nihayet “Bu kadar halk içinde beni kim tanır?” diye bahçeye kadar girdi. Gerek Angelino ve gerek aşçılara varıncaya kadar konak halkının hepsini birer birer görüp ortada yalnız Cuzella’yı göremiyordu.

      Merakından çatlayacak! Alfons’un “Eyvahlar olsun, başıma bu bela da mı geldi?” diye haykırdığını işittikçe Cuzella’nın ya kendisine kıymış olduğunu yahut Pavlos tarafından vurulmuş olduğunu anlayarak az kaldı ki kendisini meydana koyup ortaya atsın!

      Bir de bu aralık gözüne Marie ilişti!.. Artık Mellah’ın hâlini bırakıp Marie’nin hayretine dikkat etmeli. Karı şaşırdı kaldı. Hasan’ı görünce avazı çıktığı kadar haykıracağı geldiyse de Hasan tarafından sükût hakkında edilen şiddetli bir hareket üzerine, karı kendi elini ağzına götürerek güç hâlle sükût edebildi.

      Bir kenara çekildiler ve söze başladılar:

      Marie: “Aman, sen burada mısın?”

      Hasan: “İşte, görüyorsun ya!”

      Marie: “Cuzella nerede?”

      Hasan: “Ben de onu aramaya geldim.”

      Marie: “Vay, sen kaçırmadın mı Cuzella’yı?”

      Hasan: (büyük bir yürek çarpıntısıyla) “Yok, aman ne olmuş?”

      Marie: “İki saatten ziyade var ki sen gelip Cuzella’yı kaçırmışsın.”

      Hasan: “Eyvah! Desene ki bu da bir düşman işi.”

      Marie: “Yalan söyleme Allah’ı seversen!”

      Hasan: “Vallahi haberim yok. Ben kaçırmaya gelmiştim.”

      Marie: “Cuzella bu akşamdan beri konakta yoktur. Hem sen buralarda durma, kaç. Zira bugünden beri seni arıyorlar. Bana bile sordular. Özellikle bu vaka üzerine yakayı ele verirsen canını kurtaramazsın.”

      Biçare Hasan Mellah, canını kurtarmaktan ziyade cananını kurtarmak için hemen iskeleye seğirtti. Sandala binip gemiye çıktı. Lostromoya derhâl demir alınmasını emrederek kendisi ikinci kaptana akşamdan beri limandan bir gemi çıkıp çıkmadığını sordu. Kaptan üç gemi çıktığını ve birisi güneşin batışından bir saat, diğeri üç saat sonra ve birisi de kendisi sahile giderken çıktığını söyledi.

      Hasan cananını alıp kaçan herifin Pavlos olduğunu ve onun dahi mutlaka deniz yoluyla kaçacağını bildiği cihetle, hemen denize çıkmaya can atmış idiyse de adamın hangi gemi ile gittiğini ve ne tarafa kaçtığını bilmemesi biçare çocuğa büyük bir ümitsizlik vermişti.

      Bir yandan demir alındı, bir yandan yelkenler fora edildi. Tam gemi limandan çıkmak üzere iken liman idaresinin adamları bir sandal ile gelip Alfons’un kızının bu gemide olup olmadığını araştırmaya başladılarsa da kızın bu gemide olmadığını araştırmaya memur olan zabit dahi biliyordu. Çünkü zabit “Onu akşamdan beri kalkan gemilerde aramalıydık.” diye kendi hareketine kendisi itiraz ediyordu. Velev ki, gemi bu gemi olsun. Bir kere demir alıp yelken açtıktan sonra gemiyi menetmek mümkün olur mu? O zaman vapurlar mı var ki?

      Altıncı Bölüm

      Hasan Mellah, birincisi cananını düşman elinden kurtarmak ve ikincisi de kendi kurtuluşuna yol bulmak için yalnız Rahibe

Скачать книгу